Sunday 30 May 2021

GAP SEYAHATİ 🇹🇷 2014

Beni bilirsiniz; nadiren tur firması ile seyahat ederim. Bunun en büyük nedeni ise bir tur firmasına ihtiyaç duymamamdan ziyade genelde benim rota ve akış planlarımın hiç bir tur programında yer almamasıdır. Ayrıca bu sayede sağladığım ekonomi de cabası tabii ki! Yoksa, zaman zaman tur firmalarıyla da seyahat ettiğim oldu. Örneğin Orta Amerika (Meksika, Guatemala, Honduras, Belize, Küba, İspanya) seyahati, örneğin Mısır, örneğin Suriye. Bu üç seyahatte de programlar butik olarak hazırlanmıştı ve tam da benim zihnimden geçen gibiydi. Üstelik fiyat olarak da bireysel bütçemle rekabet edecek ölçüdeydi. Üstüne bir de mükemmel rehberlik hizmeti aldım.  

GAP seyahati de öyle. Dünyanın az gezilen rotalarını bile kendi başımıza, üstelik de küçücük bir çocukla gezebilmişken, neden memleketimizi tur firması ile gezdim dersiniz? GAP seyahatinin hatıralarımda yeri çok özel. Zira annem ve oğlumla birlikteydik. Üçümüz. Araba kiralayıp gezmektense, annemin yaşıtlarının da bulunacağı ( ve şanslıysak benim ve oğlumun yaşıtları) bir turun bize daha büyük konfor sağlayacağını düşünmeye başlamıştım. Tesadüfen, o dönemlerde çalıştığım otomotiv markasını kullanan, sık sık görüştüğümüz ve zaman zaman da tatlı tatlı müşteri hizmetleri üzerine çekiştiğimiz bir müşterim ( kulakları çınlasın Mert Bey 😊) Jolly Tour’da çalışıyordu. Ben de söz konusu firmanın turunu almaya karar verdim. Müşterimle iletişimimizi profesyonel seviyede tutmak için kendisine haber bile vermeden programa kaydımızı yapıp, ödemeyi de gerçekleştirdim. Ardından Mert Bey’i haberdar ettim. Niye baştan haber vermediniz diye serzenişte bulunsa da o noktadan sonra bize bir jest yapmış olabilir. Tahminimce bu jest, bana göre GAP turlarının en muhteşem rehberlerinden Hüseyin Serin’in bizim tur programımıza eşlik etmiş olmasıdır. Belki tesadüf belki Mert Bey’in parmağı, bilemiyorum ama bu memleketin en muhteşem GAP seyahatini yapmış olmamızda Hüseyin Bey’in o eşsiz rehberliğinin payı büyüktür. Bunu deneyimledikten sonda iyi ki kendi başımıza gezmemişiz dedim. Bir bilenin rehberliğinde ve onun anlattığı o büyüleyici hikayeler eşliğinde ülkemi gezmek,bu kutsal coğrafyanın içine demlenmek ayrı bir lütuf oldu bizim için. 

Kendi gördüklerim, hissettiklerim yanı sıra Hüseyin Bey’in anlattıklarından da stenograf gibi notlar tutmaya gayret ettim. Sonuç olarak ortaya Manas Destanı tadında bir seyahat güncesi çıktı. Fotoğraflarla birlikte sayfa sayısı belki 50.’ye ulaşmıştır. Lafın özeti, epeydir yazamıyor olmanın acısını çıkartacak, arayı fazlasıyla kapatacak bir blog yazısı oldu. Oku oku bitmeyecek. Bu seyahat 7 gün sürdü. Sizler de bloğu 1 hafta boyunca gün be gün okuyabilirsiniz. Belki takatiniz de ancak ona yeter. Özellikle rehberimizin anlattıklarını not alırken belki hatalı anladığım, eksik yazdığım kısımlar olabilir, Eğer böyle satırlara rastlarsanız, lütfen doğrusunu benimle paylaşın ki ben de düzeltebileyim. Şimdiden iyi yolculuklar. 😊

Eğer gitmediyseniz, görmediyseniz, şu pandeminin verdiği ilk fırsatta memleketimizin bu güzeller güzeli bölgesini Allah rızası için gezin derim. Yoksa o güzellikleri görmemek hem size günah hem de o bölgenin vatandaşına, çiftçisine, esnafına, turizm çalışanına yazık. Gidin, gezin; hem onları gönendirin hem de ne kadar güzel bir memlekette yaşadığınızı bir kez daha, hatta yer yer gözleriniz dolacak derecede gururla, mutlulukla hissedin. Güle güle gidip güle güle gelin. 😊

Bizim GAP rotamız, mevcutta yapılan tur programlarına kıyasla epey cömert ve geniş bir coğrafyaya yayılmıştı. Nerelere mi gittik: Adana, Hatay, Gaziantep, Adıyaman, Şanlıurfa, Mardin, Batman, Diyarbakır, Siirt, Bitlis ve Van. Efsane bir rota, öyle değil mi? 

Bu güzel rotada, daha önce eşim ve oğlumla Hatay'a gitmiştik. Daha doğrusu Hatay ve Suriye birlikte bir program hazırlamıştım. O seyahatin notları da yine bu blog sitesinde. Arşiv alanında Ocak 2020 tarihini bulursanız Hatay ve Suriye seyahat notlarına ulaşabilirsiniz. 

Hemen bir not ekleyeyim. Biz seyahati Nisan ayının başında, oğlumun okulunun Paskalya Tatili vesilesiyle yapmıştık. Allah yüzümüze baktı derler ya aynen öyle oldu. Eminim ki, gittiğimiz yerlerin her mevsimi ayrı bir güzeldir. Yine de doğanın adeta gelin olduğu, 40 gün 40 gece süren 1001 gece masalları gibi çiçeklerle donandığı bir vakit gezmenin keyfi bence bir başka. O mis gibi mandalina ve portakal çiçekleri, badem ağaçlarının sizi adeta Japonya’ya ışınlayan sakura benzeri büyüleyici görüntüsü... Gözünüzün gördüğü güzelliğe aklınızın yetmediği manzaralar... Benden söylemesi.   

🌍

5-11 Nisan 2014 GAP SEYAHATİ

✍️ SEYAHAT GÜNLÜĞÜ 

1.GÜN: ADANA – Sabancı Cami – Taş Köprü - ANTAKYA – St. Pierre – Harbiye – Asi Nehri – Kiliseler – Mozaik Müzesi – Defne - GAZİANTEP

5 Nisan 2014 Cumartesi

3 aydır beklediğim gün nihayetinde geldi. Anadolu Jet'in 07:00 Sabiha Gökçen uçuşu ile Adana'ya gidiyoruz. Saat 05:00'te uyandık. 05:15'te sahil yolundan havaalanına giderken gecenin mavisi altında sahil yolu, adalar, çiçekler insana iyilik hissi veriyor. Sabahın köründe kalkmış olsak da işin iyi tarafı, hiç trafik olmaması. 

Check-in ve güvenlik islemlerimizi tamamlandığımızda boarding icin yaklaşık yarım saatimiz kalmıştı. Kısa bir süre için olsa da yine de launch keyfi yapmaya değer ve yeter bir sure. Annemle masaj koltuğunda 10 dakika keyif yaptık. Poyraz da günün ilk wi-fi bağlantısını gerçekleştirmiş oldu😊

01 ADANA 

Bu saatte o kadar çok uçuş var ki! Havalananı çok kalabalık. Uçağımız tam vaktinde kalktı. 1 saat sonra Adana'daydık. Havaalanından çıkar çıkmaz elinde Jolly Tur pankartı ile bizi rehberimiz Nurdan Güneş karşıladı. Esas rehberimiz ise Gaziantep'li Hüseyin Serin. Bizimle birlikte bu tura katılan 25 misafir var. Ve günün sürprizi: Kaan; 10 yaşında, 4. sınıf öğrencisi, Poyraz’dan sadece 2 yaş küçük. Okuduğu İTÜ İlkokulu’nda da aynen Poyraz’ınki gibi Paskalya tatili var. Yaşasın! Annesi Fidan ve babası Hakan da benimle aynı mutluluk duygusunu paylaşıyor.  (Eksik olmasınlar, seyahat boyunca maaile o kadar iyi anlaştık ki!) Çocuklar 1 hafta boyunca birbirlerine arkadaşlık edecekler. Harika! Annemin yaşında da çok sayıda misafir var. Onun da iyi vakit geçireceği kesin. Süper bir başlangıç. 

Otobüse binerken çocukları yanyana oturttuk. Annemle ben 5-6 numarada oturuyoruz. Poyraz ve Kaan hemen arkamızda 9-10 numarada. Kaan'ın anne babası da hemen yan tarafta 11-12 numarada. Böylelikle otobüsteyken de muhabbet güzel olacak. Otobüse yerleşip hareket almamız 08:30 civarıydı. 

İlk durak Sabancı Camisi. Burası Avrupa ve Ortadoğu’nun en büyük camisi. Avlusu ile birlikte 28.000 kişi aynı anda ibadet edebiliyor. Caminin yapımı halkın girişimi ile 1984 yılında başlamış ama çok büyük olması nedeniyle bitirilememiş. Hacı Sabancı'nın ölümünün ardından Sakıp Sabancı camiyi tamamlamış. Bu nedenle de başta Merkez Camisi adıyla inşa edilen mekan, Sabancı Merkez Camisi olarak anılır olmuş. 6 minareli caminin her yerinde İslam ile ilgili manalar gizli. Yanıbaşından Ceyhan Nehri akıyor. 

Az ötede tarihi Taş Köprü gözüküyor. Burası Roma döneminde yapılmış ve neredeyse 2000 yaşında. 4. yüzyılda yapılmış kemerli köprünün baş kemerleri Ceyhan Nehri ıslah çalışmaları esnasında toprak altında kalmış. Eskiden beri taşıt ulaşımı yapılan bu köprü artık taşıtlara kapalı. Yaya trafiğine hizmet veren köprüde, konser ve özel etkinlikler de düzenleniyor. 

🍳 Adana’da Kahvaltı

Cami, Ceyhan Nehri ve Taş Köprü’yü fotoğrafladıktan sonra kahvaltı için Adil Usta adlı bir restorana gittik. Bu bölgede kahvaltıda ciğer seviliyor. Biz ciğer yerine normal kahvaltı etmek istedik. Güzel, yemyeşil bir bahçe içinde, Coca Cola Ramazan Filmi benzeri uzun bir kahvaltı masası kurulmuş. Yavaş yavaş serpme kahvaltı   gelmeye başladıkça masamız şenlendi. Masada muhteşem kokulu bir çiçek var. Mandalina çiceğiymiş; adeta hanımeli gibi baş döndürücü güzellikte bir kokusu var. Portakal çiçeği reçeli tattık. Muhteşem bir lezzet. Ekmekler, peynirler, yumurtalar, take taze domatesler, salatalıklar... En güzeli de yeşillikler içindeki upuzun bir masanın etrafında sohbet edip birbirimizi, yol arkadaşlarımızı tanımak oldu. Bu nefis kahvaltının kişi başı maliyeti 20 TL. Serpme olduğu icin tek kahvaltı bizim üçümüze de yetti. Masamıza servis yapan,  aynı zamanda hatıra fotoğrafımızı da çeken kara yağız Mehmet'e yolculugumuzun güzel geçmesi, bereketli olmasını temsilen iyi bir bahşiş bıraktım.

31 HATAY ( ANTAKYA,  Çan Ezan Hazzan)

Kahvaltının ardından Antakya'ya doğru yola koyulduk. Yol üzerinde kısa bir süre sonra sağımızda İncirlik Hava Üssü’nü gördük. 1954'te önce Ruslar bizden hava üssü talebinde bulunmuş, hemen ardından da Amerika. Malum biz tercihimizi Amerika'dan yana kullanmışız.

Bir taraftan da Çukurova’nın uçsuz bucaksız tarlalarını görüyoruz. Hatay, Mersin, Adana, Osmaniye, Çukurova; eskinin Kilikya'sını oluşturan iller. Bu bölge İç Anadolu'ya Gülek, Amik Ovası'na ise Belen Geçidi ile bağlanıyor.

Bu topraklar üzerinde Mezopotamya’dan sonra en eski uygarlık Kilikya. MÖ. 1900 yıllarda Ruviler buralarda yerleşmiş. MÖ.1950'lerde Çorum Hattuşaş'ta kurulan Hitit uygarlığı, küçük beyliklerden oluşan son derece gelişmiş bir tarım toplumudur. Dünyanın ilk barış anlaşması, Hitit ve Mısır arasında Hatay-Suriye coğrafyasında yer alan Kadeş’te yapılmıştır. 

Hititler'in ardından Hatti prenslikleri ve Asurlular, başkent Ninova’ya gelmiştir. 7. yüzyıla kadar hüküm sürmüş bu uygarlık Süryani'lerin atalarıdır ve kendilerine Suryoyo adını vermişler. Hıristiyan Asuri'den gelir. Süryanilerin dini liderine metropolit adı verilir. 

Asurluların ardından sahneyi Persler alır. 6. yüzyıldan itibaren İskit Seferi başlar. 300 Spartalı filmini hatırlayabiliriz. Zaferin kazanıldığı bölgenin adı Maraton'dur. Savaşın kazanılmasının ardından bir atlet Atina'ya kadar 42 km koşarak gelir ve zaferi Makedon Kör Philip'e müjdeler. Maraton adı da buradan gelir. 

O dönemde Büyük İskender, Hindistan'a uzanan seferine çıkar ve tarihin en büyük yayılımlı uygarlığına sahip olur. Taki komutanları onu zehirleyene kadar! İskender döneminde Anadolu ve bugünkü Ortadoğu’yu oluşturan Babil ülkesinde 1000 kadar komutan bu bölgedeki kızlarla evlenir ve ortaya doğu ve batı melezi bir kültür çıkar: Helen uygarlığı 

Bu komutanlardan Selekyos bu bölgede bir uygarlık kurar. Hatay da başkent olur. Şimdiki Samandağ yakınları...

Çukurova'ya hayat veren 2 ırmak vardır. Biri Seyhan diğeri ise Maraş Elbistan'dan doğan ve 509 km sonra Yumurtalık’tan yani Eski Adana'dan denize dökülen Ceyhan.

Çukurova'nın %27’si eğimli, %57’si ise düz araziden oluşur. Çok küçük alan ise dağlıktır. Toroslar, Çukurova'ya kadar devam eder, Hatay'da Amanos, Gaziantep'te Nur Dağı ile devam eder. 

Yol üzerinde sol tarafta Yılanlı Kale'yi görüyoruz ve rehberimiz Şahmaran efsanesini anlatıyor. Tarsus Hamamı’nın mekan olarak kullanıldığı efsaneye Mardin Hamamı’nın da sahip çıktığını söylüyor rehberimiz. Bu yoldan geçmiş Evliya Çelebi dahil tüm seyyah, komutan ve padişahlar Yılanlı Kale’de dev boynuzlu yılanlar gördüğünden bahsetmiş. Gerçekten de Çukurova bölgesi içinde en fazla yılan burada bulunurmuş. Bu bölgede adeta üçgen oluşturan 3 kaleden bahsediyor rehberimiz. Biri Yılanlı Kale, diğeri Kadirli'deki Anavarza Kalesi. Diğerini ise kaçırıyorum... Gizemli kale oluyor onun adı:) Zihnimin kıvrımlarında yılanlar değil de Yaşar Kemal’ler İnce Memed’ler uçuşuyor bu sözcüklerin peşi sıra. 

Hikaye çok güzel. Arkadaşları tarafından kuyuya getirilen Cansab. Müthiş güzel bir yüz ve gerisi yılan olan Şahmaran. Aralarında başlayan aşk. Sonra dönemin amansız hastalığa yakalanan hükümdarı. Şahmaran'ı bulabilmek için hamam hamam dolaşıp onu gören kişilerin aranmaya çalışılması. Ona temas edenin derisinin yılan derisi gibi pullanması...

Batı Mitolojisi’nde Asrepien tıp ve eczacılığın sembolü, Doğu Mitolojisi’nde Şahmaran olarak karşımıza çıkıyor. Sağlık, bereket ve huzurun sembolü. Bu nedenle evlerin görülür yerine Şahmaran resmi asılıyor. Gelinler için önemli. Şahmaran’lı yorganlar, yastıklar, nakışlar... ( Ben de bu seyahatte ufak bir süs alıyorum, üzerine Şahmaran motifi işlenmiş. O vakittir mutfağıma misafir. Bereket, sağlık, ağız tadı sponsorumuz. 🙏 )

Ceyhan'ın eski adı Misis ve burada Misis Şöleni yapılır Şahmaran anısına. Zira efsaneye göre Şahmaran’ı görenlerin derisi su ile temas edince pul pul olacağı için insanlar zorla derelere, hamamlara götürülür.

Kimilerine göre Cansab, Lokman Hekim’dir. Ölümsüzlük reçetesini Ceyhan'a düşürür. 

Şahmaran'ın başı ölümsüzlük, kuyruğu ise zehirdir. Cansab, Şahmaran'ın başını alarak ölümsüzlüğe kavuşur.

Bu bölgede göçer yaşayan insanlar hala bulunur. Taze otları takip ederek hayvanları ile birlikte nisan ayında Adana'dan başlayarak Van'a kadar ilerler ve vakit haziran ayını bulur. Buna Zozan adı verilir. Ne yazık ki yol yapımları nedeniyle artık sürülere yol kalmadı. Bu nedenle zaman zaman karayolu üzerinde Zozan sürülerine rastlanabiliyor. 

Son 10-20 yıl zarfında bile hala Zozan şeklinde yaşayan, çocuklarını okula göndermeyen ve hatta kimliği, haliyle de nüfus kaydı bile olmayan vatandaşların olduğu tespit edilmiş. 

Yol boyunca narenciye ağaçları mis kokulu çiçekleri ile etrafı süslüyor. Ayrıca zeytin ağacı var. Roma tarihini yansıtıyor. Antep, Urfa'da da zeytin ağacı göreceğimizi söylüyor rehberimiz. Roma medeniyetinin izi olarak...

İskenderun'a yaklaştığımızda uzun bacaları ile İsdemir beliriyor. İlk Demir Çelik Fabrikası, 1932 yılında İngilizlerin yardımıyla Karabük'te inşa edilen Kardemir. O dönemde Kardemir için “fabrika yapan fabrika” deyimi kullanılıyor. 

Sonra Ereğli'de Erdemir ve Rusların yapımı olan İskenderun İsdemir. Tüm bu fabrikalar zarar ettiği gerekçesi ile Tansu Çiller döneminde özelleştirildi. Aynı fabrikalar 1 sene sonra bire üç yüz kar etmiş. 

Payas uzerinden Dörtyol’a ilerliyoruz. Dörtyol, Osmanlı döneminde çok önemli bir liman şehriymiş. Sonra eski önemini kaybetmiş. Şimdi Dörtyol’u Amanos'tan bir tünel ile Antep'e bağlayacak ve 4 saatlik yolu 1.5 saate düşürecek bir proje hazırlanmış. 

Antep'te 6 tane Organize Sanayi Bölgesi var. Dünyanın en hızlı büyüyen 9. şehri olmuş. Bu sayede bu liman da daha etkin bir dış liman olarak kullanılabilinecek.

İskenderun, Hatay'ın bir ilçesi olmasına rağmen daha gelişmiş ve modern. Amanos 180 km. uzunluğunda ve en fazla rüzgar alan yer. Belen Geçidi'ne yaklaşırken rüzgar türbinlerini görüyoruz. Assos'la birlikte en fazla rüzgar türbini noktalarından birisi. İskenderun'da artık Çukurova'yı ardımızda bırakacağız. 

İskender, doğu seferi esnasında İskenderun'da duraklamış; burada bir şehir kurulmuş ve İskenderun adı verilmiş. Tıpkı İskenderiye gibi burası da adını İskender'den alıyor. İskender, yaptığı doğu seferi esnasında Persleri yener, Kral Darius mağlup olur. 

Belen Geçidi ile Çukurova ardımızda kalıyor ve Amik Ovası'na geçiyoruz.

Adanalılar, Nisan ayının ardından bastıran sıcakla birlikte Tekir Yaylası’na kaçarmış. 

Akdeniz'in en önemli iki limanı Mersin ve İskenderun. İskenderun'lular kirlilik nedeniyle deniz için Samandağ'a gelirlermiş. Adanalılar da Yumurtalık'a. 

Bu bölgede denizden ziyade yayla alışkanlığı var. İskenderunlular Amanos'a Adanalılar Tekir Yaylası’na gidermiş. Burada yazın çok sıcak olduğundan, sokaklarda kar, buz satan satıcılar olduğundan bahsediyor rehberimiz. 

Yol üzerinde sağımızda bir dönemlerin garsoniyer mekanı Soğukoluk var. 

Eskiden Amik Ovası'nda 10 kilometrekarelik bir göl varmış. Yağışların az olduğu dönemde sular çekilip bataklık haline gelen ve sivrisineklere mekan olan gölü ıslah edip geri kazanmak yerine kurutmayı tercih etmiş Devlet Su İşleri. 1955'li yıllarda DSİ'nin ilk icraatlarından birisi olmuş gölün kurutulması. Artık Amik Ovası'nda hiç göl kalmamış durumda. Bu bölgeye sonradan Antakya Havalimanı kurulmuş. Fakat hesap kitap eksik yapılınca her aşırı yağışta havaalanını su basıyor ve seferler iptal ediliyormuş. 

Bu seyahat boyunca sıkça ismini duyacağımız kişiler İskender’in komutanlarından birisi olan Selekyos ve oğlu 1. Nikotor. Buraya yerleşir; Samandağ'ı başkent yapar ve ardından Nikotor'un oğlu Antikiyos zaman içinde başkenti şimdiki Antakya'ya taşır ve kendi adı şehrin adı olur. O dönemde Antakya dünyanın en büyük 4. şehri haline gelir, öyleki olimpiyat oyunları düzenlenir. Dünyanın aydınlatma yapılan ilk caddesi Antakya'dadır. (Kurtuluş Caddesi). Sanatçı, aristokrat, filozof, seyyah... O dönemde akın akın Antakya'ya gelir. Nüfus yüzbinlere ulaşır. Fakat 470'lerde yaşadığı büyük deprem ile şehrin neredeyse yarısı toprak altında kalır. Şu anda şehrin içinde inşaatı süren Hilton Oteli’nin temel kazısı esnasında çok sayıda tarihi eser, mozaik bulunmuş. Bu nedenle şimdi alt katı müze olacak şekile otelin inşaatı devam ediyormuş. İsmi de Hilton Mozaik Otel olacakmış. 

Arapların bölgeye girişi ise 7. yüzyılda Hazreti Ömer dönemine tekabül eder. 

O dönemde Zeugma (Antep) ve Samsat (Adıyaman) uygarlığı vardır. Arap yerleşimi ile birlikte gerileme de başlar. 

1071'de ile Selçuklu adımı atılır. Kısa bir süre sonra tekrar Doğu Roma bölgeyi ele geçirir. Adana Ermeni Krallığı üzerinden haraca bağlanır. Ardından Roma, Memluklular’la anlaşır ve Antakya Memluklulara bırakılır.

O dönem Ramazanoğulları Beyliği dönemidir. Şehir, Yavuz Sultan Selim döneminde Osmanlı topraklarına katılır, fakat evvelinde zaten vergiye bağlandığı bir dönem yaşanır. Osmanlı dönemi 1918 yılına kadar devam eder. Savaş sonrası bölge Musul ve Kerkük ile birlikte önce İngilizlerin olur, ardından da masa diplomasisi sonucu Fransızlara devredilir. 

Atatürk'ün Misak-ı Milli sınırları içerisine 12 Adalar, Hatay ve Musul-Kerkük de vardır. Antakya 1938 yılına kadar Fransız sömürgesi olarak kalır. 1938 yılında Antakya 8 ay süresince bağımsız bir cumhuriyet olur ve ardından da referandum ile 1939 yılında Türkiye'ye bağlanır. Atatürk o günü göremese de dileği yerine gelmiş olur. 

Antakya, Türkiye'ye bağlandığında çok sayıda Ermeni köyü vardır. Bağlanma sonrası 1 köy hariç diğer Ermeniler Suriye'ye geçer. Samandağ'ına yakın Vakıflı Köyü ülkemizin tek Ermeni köyüdür. Organik tarım ve narenciyesi ile meşhurdur. İçinde küçük bir kilisesi var. Düğün ve cenaze olduğunda İstanbul'dan papaz gelirmiş. 

Hatay içinde genelde şehir dili Arapça. Araplar da Türkçe'yi şiveli konuşur. Araplar; Alevi, Sünni, Nusayr olabiliyorlar. 

Harbiye, Armutlu Arap Alevileri kapalı değil, kadınlar çok süslü ve makyajlı, düğünleri de çok şaşalı. Kapalı Sünniler ile pek bağları yok. 

Aleviler için Hz. Ali, Allah'ın yeryüzündeki yüzü olarak kabul edilir. Muhammed'in Ali  için "Eğer peygamberlik bana gelmeseydi ben ona inanırdım." dediği söylenir. Kabe’de dünyaya gelen ilk odur.

Antakya'da tüm dinlerin ibadet mekanları var. Hıristiyanlık söz konusu olunca en fazla Ortodoks kilisesi var; bunu Katolik ve en az sayıda da Protestan Kilisesi takip ediyor. 

Şu anda Hatay'da yaklaşık 2000-2500 Ortodoks var. Bir dönem Hatay'ın %80’i Hıristiyanmış. 

Antakya'da az da olsa Yahudi ve sinagog bulunuyor. 

Burayı özel kılan zaten aynı fotoğraf karesi içine kilise çanı, cami minaresi ve sinagogun girebilmesi. Bu kare adeta Hatay'ın simgesi. Davut yıldızı, haç ve hilal Hatay'ın simgesi.

Antakya'ya vardığımızda eski bir Hatay evi olan Katolik Kilisesini geziyor ve çan kulesinin hemen ardından görünen minareyi çanla birlikte aynı kareye sığdırdığımız meşhur Antakya karesini biz de çekiyoruz. Kilisenin bahçesinde portakal ağaçları var ve çiçekleri mis gibi kokuyor. 

Protestan Kilisesi ise geçmişte bir karakol binasıymış. 

Rehberimiz, Hatay'da Karadeniz'den göç eden de epey bir nüfus olduğundan bahsediyor. Buradaki farklı din ve inanıştaki insanların birbirlerine çok hoşgörülü ve dost olduğu ve fakat buna rağmen birbirinden kız alıp verme konusunda katı olduklarını, bu noktada keskin bir çizgi çizildiğini de (kırmızı çizgileri😊) belirtmeden edemiyor. Aynı durumun Mardin için de geçerli olduğunu söylüyor. 

💒 Antakya'daki St Pierre Kilisesi, Hıristiyanlık adının ilk kullanıldığı kilise. Bu nedenle yarı hac merkezi konumunda. İsa'ya ilk inananlara İsevi adı verilmiş. 

Rehberimiz son yemek ve Yahuda'dan bahsediyor. İsa, olacakları belliki evvelinden bilmiş ama hayatı akışına bırakmış:) Zira son yemekte "Biri beni ele verecekse eğer bu kişi eli masa üzerinde olandır" demiş ve o kişi de Yahuda'ymış. Yahuda, Romalılara "Pazarda kimi öpersem bilin ki o İsa'dır" demiş. İsa da bu olay gerçekleştikten sonra "Beni bir öpücükle mi ele verecektin ?" demiş. 

Aslında ilk başlarda İsa'ya inananlara eziyet eden St Paul, İsa öldükten sonra onun görüntüsü ile karşı karşıya kalmış ve ona inanmış. İsa'ya fazla inanan grubunu da esasında St Paul yaratmış. İtalya'ya kadar giderek misyonerlik yapmış ve nihayetine de orada çarmıha gerilmiş, St Pierre de o dönemde onunla birlikte çalışmış. O dönemde “karışmış” yani kutsal yağ ile kutlanmış anlamında inanan grubunu tarif etmişler ve bu isim Hıristiyanlık isminin ilk kullanımı olmuş.

Ziyaret noktalarımızdan birisine Habib-i Neccar yani sevgili marangoz. Bu kişi din uğruna hayatını veren şehitlerin sembolü olmuş. Hem Hıristiyanlık hem de Müslümanlık tarafından kutsal bilinmiş.  

Bölgedeki Şafii’lerden de biraz bahsetti rehberimiz. Kadına dokunulduğunda abdestin kaçtığına inanırlarmış. Mardin ve Diyarbakır'da daha yoğun nüfusta yaşadıklarını söyledi. 

Şüphesiz Antakya denince ilk akla gelen ziyaret noktalarının başında dünya sıralamasında ikinci şurada her alan Mozaik Müzesi gelir. Biz de rehberimizin keyifli anlatımı eşliğinde mozaiklerin esin kaynağı olan mitolojin hikaye ve efsaneleri dinleyerek müzeyi gezdik. 

Bu arada seçimlerin yakın tarihi nedeniyle bir miktar siyasi bilgi de veriliyor. Örneğin Antakya’da CHP adayı seçilmiş. Bu aday evvelinde SHP'de olup CHP'ye transfer olmuş. 

Müze gezisinin ardından Harbiye Şelaleleri’ne gidip yörenin etnik lezzetlerini tattık ve künefe ile de yemeğimizi noktaladık. Mezelerimiz arasında abugannuş, humus, taratur, cevizi biber ve zahter salatası vardı.

Dönüşte de insana zamanda yolculuk yaptıran ve şehrin modern halini unutturan Uzun Çarşı ve ardından da meydanı gezdik. Rüzgarlı havalarda tersine akıyormuş hissi veren Orantes yani Asi Nehri kıyısında yürüdük. 

Kebap Diyet Düşmanı adında bir restoran gördüm.😊

Buranın defne sabunu meşhur. Ayrıca ağaç  ve sedef işleri ve dokumaları da önemli hediyelikler arasında. 

27 GAZİANTEP

Antakya gezimizi tamamlayıp Antep'e doğru yola çıktık. Yol üzerindeki ilginç yerlerden birisi de Kırıkhan. Burada takma diş yapan ve diş hekimi olmayan kişiler yaşarmış. Bu kişiler eline çantasını alıp il il, köy köy dolaşır, diş yaparlarmış. Altın, tahta😊... Kişinin gelir durumuna göre ne uygunsa. Ya da bazen diş yaptırmaya buraya birkaç günlüğüne gelenler olurmuş eskiden...

🇹🇷 Antep'e yaklaşırken kendisi de bir Antepli olan rehberimiz Hüseyin Bey bize Antep'i ve Antep'e gazi payesini veren mücadelesini o kadar büyüleyici bir kurgu ile anlattı ve finalde de o kadar büyüleyici bir tonlama ile Nazım Hikmet’in Kuvai Milliye'sinden Karayılan pasajı okudu ki nefesimiz kesildi! Adeta koca otobüs olarak hepimiz hipnotize olduk. 

🏨 Poyraz, tam Dedeman Oteli’nin önüne durduğumuzda "Hayatımın en bilgilendirici 16 dakikasını yaşadım" deyince 16'nın nereden geldiğini sordum. Meğerse Hüseyin Bey Antep hikayesini anlatmaya başladığında saate bakmış ve tam 18:00'miş. Hikaye bitip de otele geldiğimizde ise 18:16. Bunu duyduğuma çok memnun oldum. Memnuniyeti ifade etmenin ilginç bir yolu. Poyraz, Antakya çarşıda dolaşırken de günün çok güzel geçtiğini ve bu şekilde dolaşmayı sevdiğini söylemişti. Üstüne bir de bu iltifatı alınca çok mutlu oldum. Ayrıca Hüseyin Bey’in ne kadar muazzam bir rehber olduğu 12 yaşındaki bir çocuk tarafından da onaylanmış oldu. 

Hüseyin Bey’in Antep’in Gazi’lik hikayesi sayesinde, Atatürk’ün nüfus cüzdanında doğum yerini Gaziantep olarak değiştirdiğini, bunun Antep halkına bir teşekkür ve kendisi açısından da bir onur olduğunu belirterek şehrin hemşerisi olduğunu öğrendim. Atatürk’ün büyüklüğünü bir kez daha gösteren, 10 numara davranış.  

2.GÜN: GAZİANTEP – Zeugma Müzesi - ADIYAMAN –Kahta - Cendere Köprüsü – Nemrut Dağı – Karakuş Tümülüsü – Arsemia Tapınağı - Günbatımı

6 Nisan 2014 Pazar

Sabah önce çarşıyı gezdik. Bu arada, sokaklarda her taraftan dumanlar yükseliyor. Malum burada da tıpkı Adana gibi kahvaltıda ciğer yemeyi çok seviyorlar. Dolayısıyla etrafta mangal kokusu hakim ve dumanlar arasında dizi dizi ciğer satıcıları görülüyor.

☕️ Meşhur Tahmis Kahvesi’nde menengiç kahvesi içtik. İki katlı ahşap binası ile burası çok göz alıcı. Kahve sunumu da çok güzel. Normalde şekerli kahveyi bile yüzünü buruşturarak içen annem, menengiç kahvesini çok sevdi. Oldum olası sıcak süt içine Türk kahvesi karıştırıp içmeyi çok sevmişimdir. Menengiç kahvesinin aynen onu andıran, son derece lezzetli ve içimi kolay bir duygusu var. 

Ardından Mevlevihane’yi gezdik. Şehrin merkezini oluşturan Kale’yi, Antep’in en eski evlerini, tarihi han ve camileri görerek Bakırcılar Çarşısı’na ulaştık. 

Antep’e gelip de baklava yememek olmaz. Bazı misafirler Antep’e gidemediğimizde Antep bize gelsin😊 diyerek kilolarca kuru baklava aldı. İstenirse kargo ile de gönderilebiliyor. 

🏤 Muhteşem Zeugma Müzesi'ni ziyaret ettik. Müzelere özel ilgisi olan ve bugüne kadar gerek memleketimizde gerekse de dünyanın dört bir köşesinde yüzlerce müze gezmiş biri olarak rahatlıkla söyleyebilirim ki burası dünya klasmanında bir müze. Olağanüstü eserler ve olağanüstü bir sergilenme yöntemi mevcut. Bayıldım; hayran kaldım. 

Müzede, Roma İmparatorluğunun en doğudaki, en önemli kenti olan Zeugma’dan son 15 yılda çıkartılan zengin mozaik koleksiyonu ve çok sayıdaki arkeolojik eser sergileniyor. En ünlü mozaik olan Çingene Kızı’nın tıpkı Louvre Müzesi’ndeki  Mona Lisa gibi sergilenmesi çok etkileyici olmuş. Kaldıki bence Louvre’dan da daha güzel olmuş. Mona Lisa’yı ilk kez gördüğümde, yıllardır oluşmuş beklentimin aksine not defteri kadar minik bir tablo ile karşılaşınca “Bu muymuş” demekten kendimi alıkoyamamıştım. Oysa Çingene Kızı’na, misafirine vereceği duyguyu yüksekte tutacak bir ambians hazırlanmış. Kesinlikle 10 numara. 

🎵 Yol üzerinde Karadağ'dan geçiyoruz ve hemen rehberimiz konuyu Karadağ'ın boz yılanı türküsüne bağlıyor. Türküde adı geçen Kazım, tıpkı Hekimoğlu gibi düzene baş kaldırmış bir genç yiğit. 

🌳 Etrafta fıstık ağaçları gözümüze çarpıyor. Aşılanırsa Antep fıstığı aşılanmazsa Tahmis’te kahvesini içtiğimiz menengiç oluyor. Dalındayken ucu açılıp ağacın altına düşen fıstıklara ağaç altı deniyor ve çok kıymetliler. Fıstık çok gevrek bir ağaç. O nedenle asla dalına çıkıp toplanmıyor; yere çarşaflar seriliyor. Gövdeye dayanan merdivenle ve ince sopalarda vurularak alta dökülen fıstıklar toplanıyor. 

Baklavacılara verilen, rengi beyaza yakın olan bir tür var ve o da çok kıymetli, pahalı bir fıstık. Fıstık, çıtlatılması için evlere gönderilir ve alınırken de tartılır. Eğer eksik gelirse bir daha o eve çıtlatılması üzere fıstık verilmez. 

Fıstığın % 40'ı Urfa, çokçası da Antep'te yetişir.

Yol üzerinde, uzaktan da olsa Dolmen Mezarları’nı görüyoruz.  

Derken rehberimiz Hüseyin'in memleketi Araban'dan geçiyoruz. Kuraklık nedeniyle borç içinde yüzen köylülerden, geçim sıkıntısından ve göçmenlikten bahsediyor. Ailesi de bu sebeple göç etmiş. Yakındaki, inşaatı devam eden GAP kapsamındaki barajlar devreye girdiğinde, yılda 2 kez mahsul alınabileceğinden bahsediyor. 

02 ADIYAMAN

Öğle yemeğinde Adıyaman'dayız. İskender 85 isimli bir kebapçıda yemeğimizi yedik. 

Adıyaman’dan laf açılacak olursa en ünlü noktalarından birisi Menzil'deki Nakşibendi Şeyhi. Nakşibendi; “kendi içinde, kalbinde” anlamına geliyor. Nakşibendiler buraya tövbe vermeye gelir. Birinin tövbe vermesi yeterlidir. Tövbe verenin elini tutacağı herkes o tövbeyi vermiş sayılır. Her yıl burayı yüzlerce otobüsle tövbe vermeye gelen Nakşibendiler ziyaret edermiş.

Günbatımını izlemek için Nemrut’a gideceğiz, heyecanlıyım. Annem için günün temposu yeterli. Dev heykellere benim kadar ilgi duymuyor. 😊 Bu nedenle otelde kaldı; onun gibi yaşıtı bir kaç kişi daha aynı tercihte bulundu. 

2000 yıl öncesinin çılgın ve idealist kralı Antiokhos’un Torosların zirvesine yaptırdığı anıt mezarına ulaşmadan önce göreceğimiz başka antik eserler de var. Sırasıyla; Kommagene kraliyet ailesinin kadınlarının anıtmezarı olan Karakuş Tümülüsü, Roma askeri mimarisinin dünyadaki en iyi köprü örneklerinden olan Cendere Köprüsü ve Kommagene krallarının yazlık başkenti olan Arsemia kalıntılarını görerek 2150 mt. yükseklikteki Nemrut Dağı’na ulaşıyoruz. 

Arsemia ve Kommagene deyince, neden bu kadar çok çiğköftecinin adı Arsemia ve Kommagene şimdi anlıyorum. Bu isimler bir tür Adıyamanlı anlamına gelen sözcükler. 

Burada Doğu ve Batı Terasları, Zeus-Oramastes, Apollon-Mithras, Herakles-Artaganes, tanrıça Kommagene, kral Antiochos ve koruyucu Aslan-Kartal heykellerini görüp bir yandan da muhteşem günbatımını izleyerek günümüzü muhteşem bir finalle sonlandırıyoruz. Apollo ismini hem fonetik bulduğum hem de uzayla ilgili çağrışımı nedeniyle çok sevmişimdir. Dolayısıyla heykeller içinde de görmeyi en çok istediğim Apollo idi. 

🏨 Bu akşam Adıyaman’da kalıyoruz. Arsames Otel’deyiz. Oda numaramız 103

3.GÜN: Atatürk Barajı – Harran Üniversitesi(Ulu Cami), Kale, Kervansaray ve Konik Harran Evleri - ŞANLIURFA 

7 Nisan 2014 Pazartesi

Saat 07:00'de Atatürk Barajı için yola koyulduk. Sonra da Güneydoğu'nun Bodrum'u olan Halfeti'ye gideceğiz. Dubaların üzerinde, yüzer restoranda yemek yiyecekmişiz. Poyraz "Midemiz bulanmaz degil mi?” diye sorup bizi güldürdü.

Ayrılmak üzere olduğumuz Adıyaman'ın üzüm ve narı meşhur. Bir de petrol. Nemrut civarında petrol çıkan alanlar var. Bir de Nakşibendi tarikatı ünlü. 

Adıyaman'da tütün ekimi de yapılıyor. Bir müddet tütüne kota getirildiği ve bu nedenle yeterli gelir getirmediği için çok kişi ekimi bırakmış. Şimdi tütün fiyatları yükselince tekrar tarım başlamış. 

Yol boyu ilerlerken Kahtalı Mıçı dinliyoruz. Nemrut'a çıkalım güneşin doğuşunu izlemeye, diyor. Nemrut Dağı’na gelsinler güzelliği görsünler...diye de devam ediyor.

Kısa bir süre sonra Atatürk Barajı' nın göletini görmeye başlıyoruz. Ahlat'tan Siverek'e kadar uzunan bu alan Van Gölü'nden sonra 2. büyük gölet. 1992-95 arasında da Suriye ile sulama krizi nedeniyle savaşın eşiğine gelmişiz.

Etrafta buğday, arpa ekimi var. Adıyaman civarında çok fazla sulama kanalı yok. Bu nedenle barajın dibinde olmasina rağmen eskisi kadar son senelerde yağmur yağmıyor ve kar çok az olduğu icin de su debisi epey cılız. 

Yol üzerinde dün Gaziantep’te gördüğümüz gibi bir Suriyeli Mülteci Kampı var. 

Fırat'ın uzerinden geçip Mezopotamya'ya ve Urfa'ya geliyoruz. Köprünün üzerinde dileğimizi diliyor ve çok güzel bir Urfa türküsü dinliyoruz. Eşkiya filminin meşhur ettiği bir türkü. .... 🎵 yaram derindir nasıl gülem oyyy kör olası zalim... 🎵 Muhtesem bir an...

Kutsal kitaplarda yer alan, kıyamet alametlerinden biri Fırat ile ilgili... Cenneti sulayan 4 ırmaktan biri Fırat, diğerleri Dicle, Giyas ve Ciyas...

Fırat akar Türk bakar, diye bir laf varmış meğerse. 

Malatya, Elazığ sınırı, Adıyaman ile Urfa sınırını Fırat çizer. 1970 km toplam uzunluğu var ve bunun 1263 km.si bizim sınırlarımıza bahşedilmiştir. 

63 ŞANLIURFA 

Settül Arap,  Arap Suyu anlamına gelir. Fırat ile Dicle birleşip denize dökülür.

Atatürk Barajı’nın1983'te inşaatına başlanır, 1993'te de biter. 30 km.lik, içinden bir otobüsün geçebileceği genişlikte sulama tünelleri vardır. Barajdaki dolgunun büyüklüğünü anlatmak için tüm memleketi 1 metrelik beton ile cevrelediğimizde ortaya çıkacak beton hacmini düşünebilirmişiz. Burayı Ata İnşaat tamamen Türk mühendisleri ile yapmış. O mühendislerinden birini tanıyorum: Doğan Hatipoğlu, hem Toyota hem de Nissan’da birlikte çalışma şansına eriştiğim çok iyi bir mühendis ve değer sahibi, kadir kıymet bilen çok iyi bir arkadaş. 🙏 

Gölet alanı 817 kilometrekare ile Avrupa'nın en büyük barajı. 1644 m. uzunluğa sahip. Bu bölgede tüm erkeklerin adı Fırat, kızların adı da Dicle'dir.

Baraj bendi içine izinsiz girilmiyor. Burada bir sorun olması Suriye'nin büyük kısmını sular altında bırakırmış. Aşağıda da Kargamış Barajı var, tam sınırda. Eskiden Suriye'ye de elektrik verirmişiz.

Bozova, Atatürk Barajı’na en yakın yerleşim, ilk sulanacak ova burası. Boz adı, eski kurak yapısı nedeniyleymiş. 

Barajlar, nehirlerin en dar ve derin yerine kurulur. Zira elektrik enerjisi min. 133 m. su derinliği ile üretilebilirmiş. 

Sol tarafta Siverek yolu gider. Devamında da Urfa vardır. Fakat biz Urfa’dan önce Birecik ve Harran'a gidiyoruz. Bu nedenle Suruç yönünde ilerliyoruz. Birecik’te kelaynak kuşlarını, ardından Halfeti’yi göreceğiz. 

Urfa il olarak İstanbul'un 2 katı büyüklükte. İlçe olarak da çok ilçesi var.

Saat 10:00 civarı Birecik'teyiz. Kalker evleri var; yazın serin kışın sıcak tutan. MÖ. 2000 yıllarda yerleşim, gelişim ise Asurlularla başlar. Birecik Burto'dan gelir. Kale anlamı taşır. Urfa'nın Antep ile aradaki ilçesi Birecik'tir. Solumuzda 800 m uzunluğunda Menderes’in başbakanlık dönemine yapılmış, memleketin en uzun köprüsü var Birecik'te. Eskiden ulaşım salla sağlanırmış. Burada eskiden Basra'ya kadar Fırat kanalıyla ticaret yapılırmış. 1100' lü yıllarda Haçlı seferleri ile bölgeye Franklar geliyor; sonra da bölgeyi Artuklular’a bırakıp terkediyorlar. A laburç, eski kale kalıntısı.     

Beyaz kalkerden yapıldığı için kalenin Araplar tarafından ismi Kale-i beyaz olmuş. 

Birecik'i dünyaya tanıtan ise kelaynaklarıdır. 12.000 yıldır yeryüzünde olduklarını Göbeklitepe’deki kaynaklardan öğreniyoruz. Kutsal kitaplarda da adı geçer. Nuh Tufanı’nda gemiye alınan hayvanlardan biri olduğu yazılır.  Baharı müjdeler ve ürüne zarar veren haşereyi yer. Ne yazık ki 1950’li yıllarda haşere mücadelesinde DDT kullanımı ile birlikte kelaynaklar da beraberinde ölür. 1958’de bunun farkına varıldığında geriye sadece 11 tane kalmıştır. Kuşlar, buraya 14 Şubat'ta gelirler. Gelme nedeni buradaki kalsiyum fazlalığıdır. 5 yaşında başındaki tüyler dökülünce o dönemde eş seçer. Ölene kadar eşini aldatmaz. Bu bölgede olduklarında ortamdaki tüm haşereleri temizler. 1950 yıllardaki DDT katliamının ardından koruma altına alınınca sayıları 162’ye yükselmiş. 28 günlük kuluçka süresi var ve yumurtaların rengi de turuncu.

Nehir derinliği değişken. Birecik’in patlıcanı meşhur. 30 çeşit yemek yapılır. Sabahları taş fırında patlıcan, biber közlenir ve ayran ile tüketilir. 

Nohut, kemik suyu ile haşlanır. Ekmeğin üzerine konur. Baharat karışımı, ekşi limon, tuz.... ve bu şekilde nohut dürümü yapılır. İstanbul'da Güngören'de Cezayirli'nin Yeri'nde nohut dürümü tadabilirmişiz. 

Fıstık ve zeytin bahçeleri arasından geçiyoruz. Yeşil zeytin olarak tüketilir. Toplanınca içi çıkarılır, salamura edilir, salça ve biber ile karıştırılacak kahvaltı için hazırlanır. Zeytinyağı sadece patlıcan dolmasında kullanılır. 

Burada fıstık ağaçları artık yeşermiş. Fırat'ın yanıbaşında olması ve yaşları önemli... 

Yarın Mardin’de patlıcan biber dolması yiyeceğimizin müjdesini aldık. Bugün öğlen Halfeti’de yüzen restoranda ise kebap yiyoruz. 

Halfeti'ye yaklaşırken sağ tarafımızdaki yeni köy yerleşimini görüyoruz. 32 köy su altında kalmış. Köylüler evlerini, bağ bahçelerini bırakarak göç etmişler. Bu bağ bahçe karşılığında alınan para farklı işlere aktarılmış. 8500 nüfuslu bir ilçe Halfeti. 

İnsanlar suyun bu kadar çabuk yükseleceğini beklemiyorlarmış. Sular yükselince apar topar bölgeyi terk etmişler. Bu da haliyle bölgeye farklı bir hava katmış. Barajla birlikte bölgenin tanınmasını da sağlayıp turizm noktası haline getirmiş. 

Halfeti, bu bölgede okuryazarlığın en yüksek olduğu yer. Melih Gökçek aslen Antep’liymiş Bu bölgede uzun süre yaşamış. Müslüm Gürses ise Halfeti’li Eski Halfeti içinde sadece Kürtler değil Türkmenler de yaşıyor. Cumhuriyet öncesi de pek çok Ermeni köyü varmış. Ermeniler göç edince dağlarda hayvancılık yapan kişiler bu evlere gelip yerleşmiş, bu bölgede de evlerin dışına pek özen yok, sıvasız. Evlerin içi daha önemli. Güneş enerjisi kullanılıyor. Artık elinde kova insanları da görmüyoruz, evlerde su var, elektrik var. 

Halfeti'de çıkınca Fırat'ı göremeyeceğiz.Bu bölgede yetişen gül siyah renge bürünüyor. TV’deki Karagül filmi de bu bölgede çekiliyor. 

4 Nisan'da Öcalan'ın doğum günü kutlanır, binlerce insan bu bölgeye gelirmiş. 

Buradaki nehir gezimiz, suyun harika rengi ile birleşince sanki bir fiyord gezisiymiş gibi hissettiriyor. 

Savunma amaçlı yapılmış Rumkale'yi solumuzda tüm ihtişamıyla görüyoruz. Hıristiyanlığın yayıldığı önemli noktalardan birisi. Kilise, manastır var. İslamiyetin gelişmesi için de camiler inşa edilmiş. Burası Antep sınırında. Biz sınırdayız. Solumuz Antep sağımız Urfa. Rumkale'nin etrafında çok sayıda kalıntı var. Etrafta yaşayan köylüler buraları şimdilerde ahır olarak kullanıyor. 

Sağımızda Savaşhan Köyü’nü ve sular altında kalan caminin minaresini görüyoruz. Köyün ilkokulu da sular altında. Bir kısmı suların üstüne kalmış ama ulaşım olmaması nedeniyle tamamı boşaltılmış. Şimdi geriden bir yol açılacak, birçok firma buranın otel olması için talip olmuş. Öyle olunca köylüler o zaman biz evimize dönelim diyorlarmış ama buradan gitmek durumunda kaldıklarında da evlerin karşılığında para aldıkları için de geri dönmeleri zor oluyormuş. 

Öğle yemeğimizi suyun kenarında dubalar üzerinde konuşlanmış birçok restorandan birinin üzerinde aldık. Gabuş isimli büyük bir balık yedik. Menü fiyatı 22.5 TL. 

Yemeğin ardından Harran'a doğru yola koyulduk. Uzunca bir süre etraftaki sisi hava sıcaklığından zannediyorduk. Meğerse Suriye tarafından çölden gelen kum esintisiymiş. “Yolların kesiştiği yer” anlamına gelen Harran'a ulaşıp otobüsten çıktığımızda gözümüze kum dolunca olayı anladık. Harran'daki üniversitenin büyüklüğünü ve Yunan uygarlığına bile etkisini rehberimizden dinleyince İbrahim Tatlıses’in "Urfa'da Oxford vardı da mı gitmedik" sözünün aslında doğru olmadığını, o dönemde Oxford'tan bile ala bir eğitim kurumu olduğunu öğrendik.😊 Burası 5000 yıllık bir geçmişe sahip ve ilk İslam Üniversitesi’ne de ev sahipliği yapıyor. 

Üniversite (Ulu Cami), Kale ve Kervansaray kalıntılarını gezdikten sonra konik formda yapılmış bir evi ziyaret ettik. İçi, dekoru, avlusu, etrafı çok güzel. Gruptan bazıları yerel kıyafet seçip giydiler ve fotoğraf çekindiler. 

🏨 Urfa'ya saat 17:30 gibi geldik. Otelimiz Dedeman. 607 no.lu oda. Saat 18:00 gibi o sıralar Urfa’da hekimlik yapan kayınvalidem de bizi ziyaret için otele geldi. Önce otelde akşam yemeğimizi yedik. Ardından da Poyraz'ı odada bırakıp iki dünürle😊 birlikte sıra gecesine katıldık. Gittiğimiz yerin adı Urfa'nın 2 adına birden sahip olan Ur-Edessa. Çok güzel, iç avlulu taş bir yapı. İçerisi epey kalabalıktı. Yaklaşık olarak 3 saat kadar kaldık. Çip köfte yedik, mırra içtik, şıllık tatlısından tattık. Davulcuya ve mırra ikram eden ve çip köfteyi de yoğurmuş olan epey esmer tenli ve laflarının yarısından fazlasını anlayamadığım amcaya bahşiş verdik. Bir de sembolik kına gecesi kutlandı. Bu vesile ile biz de ilk defa ben, kayınvalidem ve annem birlikte oynadık. Malum Kadıköy Evlendirme Dairesi nikahı ile evlendiğim için böyle bir imkan olmamıştı. Kısmet, nikahımın 18 yıl sonrasınaymış.😊

4.GÜN: ŞANLIURFA Balıklı Göl, Ayn-el Zeliha Gölü, Hz. İbrahim Makamı - Gümrükhan - Göbeklitepe- Viranşehir - Kızıltepe - MARDİN – Deyrülzafaran Manastırı - Kasımiye Medresesi – Abbaralar – Tarihi Sokaklar – Çarşılar - Camiler – Kiliseler – PTT Evi (Şahtana Evi)

8 Nisan 2014 Salı

Sabah çıkış saati 08:00.

Balıklı Göl, İbrahim Peygamber’in mağarası, çarşı pazar ve meşhur Gümrükhan'ı ziyaret ettik. Bu sefer süt ile yapılmış menengiç kahvesi içtik ve onu da çok beğendik. Başımı buralılar gibi bağladım ve pek hoş oldu doğrusu.

Urfa'da ev fiyatları İstanbul ile yarışıyor, 300 milyon ile 1 trilyon arasında değişiyormuş. Neden derseniz, evler metrekare olarak çok büyük yapıldığı için bu fiyatlar söz konusu. Gelir uçurumu da çok fazla. Bir tarafta 1 trilyonluk birkaç evi olan insanlar, diğer tarafta ise mevsimlik işçi olarak başka illere çalışmaya gidenler...

Uzun yıllar Urfa'da, bir hekim olan Fakıbaba belediye başkanıymış; hatta rivayet odur ki taşa bile onun ceketini giydirseniz taşı başkan seçerler denirmiş. O derece hürmet edilen, sevilen ve rakipsiz görülen biriymiş. Fakat son seçimlerde Fakıbaba seçilememiş. ( Hikayenin devamında milletvekili ve Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı görevi var.) 

Buranın eskiden çok ağası varmış ama artık bu yapı azar azar değişiyormuş. 

Harran Ovası'nı sulayan kanalın üzerinden geçiyoruz. Göbeklitepe yolundayız. 

(Galiba Göbeklitepe’yi ilk ziyaret eden şanslı grup arasındayız. Zira kamuoyuyla ilk paylaşıldığı dönemlerdi o vakitler. Hatta Jolly Tur’un kıvrak davranıp hemen burayı da rotaya katmasına hayranlık duymuştum. Normalde programı satın aldığım tarihte gezilecek yerler listesinde adını görmemiştim. Bu nedenle Göbeklitepe’yi ziyaret etmek benim için gerçek bir bonus oldu.)   T şeklinde taşlar ve üzerinde kabartmalar var. Bakıldığında kelaynak dahil bölgede yaşayan bir çok hayvanın kabartma resmi görülüyor. Kazılar esnasında birçok hayvan ve insan kemiği de bulunmuş. İnsanların güneşin altında öldükten sonra dışa gömü şekline bırakıldığı düşünülüyor. Akbabalar, yırtıcı kuşlar etleri kemiğinden ayırıyor ve insanın ruhu bu şekilde güneşe ve doğaya kavuşuyor. Burada, tepede bulunan kemikler, bir taraftan da güneşe kurban edilen insanlar savını da akla getiriyor.

1995'li yıllarda Alman arkeolog Schmith buraya gelir, 20 yıl boyunca kazı yapar ve Göbeklitepe’yi ortaya çıkarıp dünyaya tanıtır. Hikayenin başı ise bir köylünün taşları bulmasıyla başlıyor. 

Ben bir taraftan dünya tarihini değiştiren kazı alanında olmanın şaşkınlık ve mutluluğunu yaşarken “mutluluğa giden yol mideden geçer” düsturunda olanlar, rehberimize öğlen ne yiyeceğimizi soruyor.😊 Mardin tabağı; içinde biber, dolma,... Nefis bir yemek bizi bekliyormuş. 

Göbeklitepe’de 29 sene önce ilk taşı bulan Mahmut Yıldız ile tanıştık.

Gezdiğimiz yerlerden biri de Viranşehir; Moğol istilasına uğradığında yerle bir edilmiş, yakılıp yıkılmış. Dumanlarının Urfa'dan görüldüğünden bahsedilir. 

Yezidilik bu bölgede bir inanış. Aslında yalan yanlış bilinen bir sürü şey nedeniyle çok kez zulüm ve katliam görmüşler. Yezidiliğin yüzyıllara dayanan bir geçmişi var. Bundan  50 yıl önce 50 bin Yezidi varmış ve hayvancılıkla uğraşıyorlarmış. Şu anda çoğu Almanya’da yaşıyor. Avrupa'da doğup büyüse de kendi ırkından, dininden birisi dışında evlenmezlermiş. Yezidilerin bir ibadethanesi yok, bir Yezidi ibadet için günde 3 defa yüzünü güneşe döner. Gerçi güneş de şart değil, doğanın bir parçası olan her şey olabilir. Allah'a Hude derler. Zerdüştçülüğün temeli Hz. İbrahim'e kadar gider. Zerdüştlük, dinden çok bir felsefedir. Zıtlıklarda ilgilidir. Auro Marda, iyilik tanrısıdır. Perslerin resmi dini Zerdüştlüktür. Gülerek dünyaya gelen çocuk deccal ve kıyametin habercisi olacaktır., inanışı var. Onlara göre ateş kutsaldır, kutsanır. Hıdırellez, Nevruz ateşleri bu kutsal ateşin bir parçasını, geleceğini taşır. Ocak, ateş kavramı bu nedenle müthiş önemli. Ocağım sönsün ki, şeklinde yeminler bu önemi temsil eder. 

Yezidiler, Zerdüştlüğün bir versiyonu gibidir. Onlara göre Melek Taos’un ( bizim şeytan dediğimiz ve bu yüzden Yezidiler şeytana tapmayla suçlanır. Oysa onlar şeytan diye görmez Taos’u. Aksine Tanrı’nın yeryüzündeki meleğidir sadece. Tanrı, Taos’u yeryüzünü ve insanı yaratmakla görevlendirmiştir.) tavus kuşunun yelpazesinin gözeneklerinden su damlaları şeklinde dünyayı yarattığına inanırlar. Taos’u da Tanrı kendi ateşinden yaratmıştır. (Düzgün not tutamamışım. Yer her kopukluklar var. Yine de bu kısmı silmeye kıyamadım. Artık olduğu kadarıyla. 😊)Yaratılış zamanı tam 80 çocuk doğar. Düşüncelerinizi bir küpe koyun ve 40 gün bekleyin, denir. Erkek çocuğun küpünden erkek çocuğu Cevahir kadınınkinden ise kötülükler, yılanlar çıkar. Kadın buna çok kızar. Diğer çocuğa cephe alır. Babayı ve çocuğu ortadan kaldırmak için çocukları ile plan yapar. Melek Taos bunları görür, uyurken çocukları farklı dil konuşacak şekilde düzenler. Bu 80 çocuk dünyaya yayılır. Yezidiler Ezidi'nin soyundan geliyoruz derler. Yezidi olamazsınız, doğmanız gerekir. Yahudilik gibi tıpkı. Bu nedenle farklı dinden evliliklere izin vermezler. 5500 yıldan beridir bu topraklarda yaşıyorlar. Yezidiler, Kürtlerin İslam öncesindeki dini. 

Hıristiyan Kürt yok denecek kadar az. İslamiyet gelince islamiyeti kabul etmişler. Yezidi kalan Kürtlerle de "Siz şeytana tapıyorsunuz" diye çatışmaya başlamışlar. Bu nedenle Yezidilerin çoğu Kuzey Irak'a, Şengal'e göçmüş. Orası bir tür hac merkezi. (Livaneli’nin tam da bu konuyu işlediği bir kitabı var. Adı, Huzursuzluk

Buradakiler eğer pasaport sorunu yoksa orayı her sene ziyaret ediyorlarmış. Geleceğe göre, türbe eşiği mutlaka öpülür, beyaz giyilir, ayaklar çıplaktır. Bir tür günah çıkarma, vaftiz gibidir. Ellerini sarı, kırmızı, yeşil kumaşlarda silerler. Sonradan bu renkler siyasileştirilmeye çalışıldı. Gelinlere, cenazelere de bu renk kumaşlar asılır. Biri öldüğünde en güzel kıyafetleri, çorabına kadar giydirilir, en sevdiği yemek ve bir de sopa konurmuş. Sorgu zamanı geldiğinde, işler iyi giderse onunla yemek pişir, kötü giderse de sopa ile korunulsun diye konurmuş. 

Bir Yezidinin etrafına daire çizersen çok korkarmış. Şeytana yönelik laflara da çok kızarlarmış çünkü onlar melek Taos'u şeytan olarak görmüyorlar. Müridler kendi aralarında evleniyor. Bir tür kast sistemi var. 

Yezidiler için namus konusu çok önemli. Yaşlılara hürmet çok. Perşembe gecesi yaşlılara yemek verilirmiş. Yezidilikte kutsal gün Çarşamba. Tırnak kesilmez, saç yıkanmaz, tarlada çalışılmaz. Saçlarını, tırnaklarını kesinlikle yere atmazlar, marul yemezler. Tanrı isimlerinden birisine yakınmış bu isim. Her Yezidi köyünde mutlaka Tavus kuşu vardır. Ermenistan'da 60.000 kadar Yezidi var. Gürcistan'da ise 15.000 civarı. Ermenistan sınırındaki köylerimizin tamamı Yezidi köyleri olarak geçiyormuş. Dış evlilik yapmamaları nedeniyle akrabalık çok fazla. 

Viranşehir'de Milan aşireti en güçlü aşiret. Türk'ün ailesi demekmiş. 1820'li yıllarda bir ağa vardır: İbrahim Ağa, genç ve güçlüdür. Zira Yezidilerinin ağası onun destekçisidir. Yezidiler çok iyi savaşçıdırlar, at biner, kılıç kullanırlar. Yezidilerin bunu yapmalarının nedeni kendi ağaları olan Avde’nin İbrahim Ağa'nın kızkardeşi Malha'ya aşık olmasıdır. Geleneklerinde olmamasına rağmenAvde direnir ve annesini İbrahim Ağa'ya Malha'yı istemeye gönderir. İbrahim Ağa "Bizde şeytana verecek kız yok" der ve ferman çıkartır. Bunun üzerine Avde Şengal'e gider. Orada, Ayşe'yi görür evlenir. Çocukları, Derveş ve Sadullah dünyaya gelir. Malha ise kimseyle evlenmez ve veremden ölür, Ceylanpınar'a gömülür. İbrahim Ağa yaşlanır, oğlu olmaz. Ağanın küçük kızı Adüle çok güzeldir, herkes ona talip olur. Ağa, Avde'yi tekrar bu bölgeye çekmeye karar verir. Türkmenlere karşı koyabilmek için bir plan yapar. Avde, Malha'yı son kez görmek için geri gelir. Bu esnada oğlu Derveş de Adüle'ye aşık olur. Ağa, civara haber gönderir. Adüle'ye talip olanlar çadırıma gelsin, der. Kızımı alacak olan düşmanımla da baş edecek, yenecek, ardından kızımı alacaktır, der. Derveş bunu duyunca koşa koşa gider çadıra. Yezidiler çok güvenilir insanlardır. Bir şey emanet et git elli yıl sonra al, denir. Sadullah da abisi ile birlikte savaşa gider. Bu savaş 12 saat kadar sürer. Tüm arkadaşlarını ve kardeşini kaybeder. Karşı tarafın askerleri Derveş'i atından indiremezler. Fareli tarlaya giren atın ayağı takılır. Derveş yaralanır... İşte benim böyle yarım yamalak not ettiğim hikaye, bu bölgede Ay delal yani kına gecelerinde kısa bir şekli söylenirmiş. Bu arada hikayenin sonunu merak edenler için söyleyeyim; savaşı İbrahim Ağa ve Yezidiler kazanır. 

🥘 Bu uzuuuuuun Viranşehir Yezidi hikayesinin ardından yemeğimizi Yenişehir’de cennet kapısı anlamına gelen Ebrar'da yedik. Irok yani içli köftesi çok güzeldi. 

47 MARDİN

Mardin iki anlama geliyor. Kale Şehri ya da Yılanlı ( deli) Diyar.

En eski manastır Midyat'ta Mor Gabriel Manastırı. Mor sözcüğü, süryanilerde Aziz anlamına gelir. 

Biz ise bir dönem dünyadaki tüm Süryanilerin merkezi sayılan Deyrul Zaferan Manastırı’nı ziyaret edeceğiz. Manastırın duvarları safran renginde, zaten kilisenin adı da bu anlama geliyor: Safran Kilisesi. 

Beriye Ovası’nı görüyoruz. Buraya Mardin Denizi deniyor, yeşilliği nedeniyle. 

Mardin'de bütün evler komşusunun çatısını avlu olarak kullanır.

Mardin'in tepeden manzarasına "gece gerdanlık gündüz seyranlık" denmesi boşuna değildir. 

Kapalı Cezaevi'nin müthiş manzarasını çok ironik buluyoruz.

Süryaniler, kökeni Asurlular olan bir ırktır. Aramice konuşurlar. 

Arapça gibi sağdan sola yazılır, biraz daha çizgileri keskindir. 52 lehçesi vardır. İbranice'yi anlalayabiliyorlar. Eskiden Aramice, İngilizce gibi ortak dilmiş.

Manastırın 3000 badem ağacı vardır. Gelir getirsin diye dikilmiş zamanında. Sadece kendi cemaatleri içinde ve kendi yağları ile kavruluyorlar. Bademleri ürün haline getirmişler, çeşit çeşit. Şekerli tarçınlısı, kakülelisi güzelmiş. Çayı da güzelmiş. Aroması, tarçınlı, zencefilli. Mardin'e gelen herkes bu manastıra mutlaka uğrar. Telkari de önemli. Süryani ustalar burada gelir çalışır. 

Mor Gabriel'de 12.000 din adamı naaşı varmış. Deyrul Zafaran'da ise 52 tane. 

Metropolit şu anda Şam'da. ( tekke ve zaviyelerde ilgili kanundan sonra taşınmak durumunda kalmış)

Burada bir süryani, bir müslümanın kirvesi olabilir ama kız alıp vermez. 

Kilise, Tıp Okulu, Sin Tapınağı, Vaftizhane ve “Kutsalların Kutsalı” anlamına gelen Kuduşkudşin (Patriklerin Mezarlığı) bölümünü de gördükten sonra Artuklu mimarisinin başyapıtlarından Kasımiye Medresesi'ne gidiyoruz. Odaları alçak yapılmıştır. Mecburi saygıyı temsilen. Cemil İpekçi defilesi yapılmış burada. Mezopotamya Ovası’nın görüntüsü büyüleyici. Artuk Bey mezarı da yakınlarda. 

Sokakları turlamaya devam ediyoruz. Mardin Ulu Cami’yi görüyoruz. Ardından bir menengiç kahvesi molası veriyoruz Mezopotamya Kafe’de. Manzara müthiş. 

Mardin'de evlerin arasından diğer sokaklara geçişi kestirme kılmak için Abbara adı verilen geçitler yapılmış. Buralar aynı zamanda da buluşma noktaları. 

İlgimizi çeken bir nokta da üzerinde Taziye Evi yazan binalar. Burada, düğünler de ölümler de çok kalabalık olurmuş. Bu nedenle de cenazeler için her mahallede taziye evleri var. Cenaze olunca 40 gün sakal kesilmez 1 sene düğün dernek olmaz.

🥘 Öğlen yemeğinde bölge mutfağının, kaburga dolması, sembusek, ırok gibi en gözde yemeklerinden yeme şansımız oldu. Yemekten sonra Mardin sokaklarında gezmeye başlıyoruz. Ulu Cami Mahallesi, Abbaralar, Şehidiye Cami, PTT Evi (şahtana evi) gezileri sırasında kendimizi gerçekten de başka bir dünyada buluyoruz. Bizim şehir yapımızda böyle bir mimari olmadığı için Mardin sokakları gerçekten de bize kendi memleketimizde çok farklı duygular yaşatıyor. 

🏨 Geceyi Yay Grand Otel’de geçireceğiz. Otelde odamız 4014. Bina çok gösterişli. Bir düğün var, havai fişek bile atıldı. Yemeğin ardından biz de bir müddet düğüne eşlik ettik. 

5.GÜN: Midyat - Telkariciler Çarşısı - Konuk Evi – Hasan Keyf – El Rızk Cami – Dicle – BATMANDİYARBAKIR - Mardin Kapı – Cahit Sıtkı Tarancı Evi – Ulu Cami

9 Nisan 2014 Çarşamba

1980 sonrası bu bölgede koruculuk sistemi başlar. Aslında insanlar taraf olmamak için korucu olmak istemez. Bir dönem burada bir kilodan fazla şeker eve götüremez. 2 çift ayakkabı alamazmışsınız. Zira hemen teröristlere yardım ettiğiniz düşünülürmüş. Sonra bölgede kutuplaşmalar başlamış. Korucular kendini devletin bir personeli olarak görüyor. Hatta kimi korucular arasından, mirasını elde etmek için akrabalarını (Bilge Köyü) terörist yaftası yapıştırarak öldürenler bile olmuş. Babası korucu olan çocuklar arasından ise bu gücü kullanmaya çalışanlar olmuş. Buralarda kavgalar çok tehlikeli, kan davasına uzanan sonuçlara ulaşabiliyor. 50 sene sürebiliyor. 

Berdel olayı... Ben sana kızımı verdim sen de bana ver. 

Kirvelik burada çok önemli. Genelde farklı kültürden birisi kirve seçilir. Masrafların büyük kısmını kirve karşılar. Kirve ile 7 kuşak mümkün değil evlilik olmaz. 

Burada gelin kaynana aynı evde yaşadığı için çocuklar anne babasına isimleri ile seslenir, dede ve babaanneye anne baba derler.

Ahiret kardeşliği de burada özellikle kadınlar arasında çok önemli. Gönül bağı ile kurulan bir şeydir ve sizin işlediğiniz günah ve sevaplardan O da sorumludur. Dolayısıyla ne olursa olsun, her olayda, her koşulda size destek olması beklenir. 

Buralarda çocuklar annelerine babalarından daha çok önem verir, annelerin sözünü daha çok dinler ve taraf tutmak gerekirse de annelerinin tarafında olurlar. 

Üzerine kuma geldi denmez üzerine ölü toprağı gömüldü denir. Fakat başka çare yok. Kadın kuma gelirse nereye gidecek? Gelinin yolu mezardan geçer. Evlenir ve orada kalır. 

Sabah 08:00'de Otelimizden çıkıp Midyat'a doğru yola çıktık.1 saat sonra Midyat'tayız. Burası Süryanilerin merkezi konumunda. Midyat’ın anlamı mağaralar şehrinden gelir. Hükümet Kadın filmini izlememizi tavsiye ediyor rehberimiz. Olayın gerçek olduğunu söylüyor. 1955’li yıllarda eşini kaybeden bir kadının belediye başkanı olma hikayesi... Hem de ilk kadın belediye başkanı... Sermiyan Midyat'ın ailesi de burada. Bu bölgede eğitim olanakları iyi. Örneğin Cahit Sıtkı Tarancı Midyat'lı ve Paris'te eğitim almış. 

Şimdi kırsal şehirli birbirine karıştı, hepsi bir arada.

Midyat'ta meydanda çok güzel bir saat kulesi bulunuyor. Dört köşe saat kulesinin etrafında kabartma olarak Türkiye haritası, cami var, tavuskuşu ve kilise var. 

Otel Nevrozoğlu Türkiye'nin en güzel butik oteli olarak görülebilir. Midyat, Mardin'den daha organize bir yerleşim.

En yüksek kız çocuk okuma oranı da bu bölgeymiş.

Midyat'a pirince giderken, lafındaki yer aslında Dimyat'mış. Burada içmeye su yokken pirinç tarımı yapmak zaten ne mümkün, diyor rehberimiz. 

Bu bölgede çekilen dizilerin çoğu Midyat'ta çekiliyor. Sıla, Bir Bulut Olsam, Hükümet Kadın. 

72 BATMAN

Sırada Hasankeyf var. 11.000 yıllık tarih, 5000 mağara ile Göbeklitepe’den sonra en eski yer. Tur Abdin yani Süryani bölgesinin en önemli bölgesidir. Burası yol geçen hanı mı lafı Hasankeyf’ten çıkar. 

Bölgedeki 7 medeniyetten bugüne kalanlar Artuklu'lara ait. Tamamen Türk hakimiyetine geçiş Alparslan'ladır. Alparslan'ın sağ kolu Artuk Bey’dir. Oğlu İlgazi; Van, Erzincan, Sivas, Konya ve İznik'e ulaşır. Ardından Selahattin Eyyübi ve ardından da Akkoyunlular ve hükümdarı Uzun Hasan devreye girer. 

Hasankeyf bir dönem en büyük iken şu anda en küçük yerleşim. Ülkemizde mağara yaşamının en uzun devam ettiği yer burası. 1995'e kadar sürmüş. Bölgeye gelen gezginler fotoğraf çekip yayınlayınca, ülkeyi kötü tanıtmasın diye mağaralarda yaşayanlar ev sahibi yapmaya çalışılır ve böylece de buradaki yerleşim sona erer. 

Ilısu Barajı yaklaşık 10 yıldır devam ediyor ve bitmek üzere. Dicle kıyısında ve Atatürk Barajı’ndan sonra en büyük gölet olacak. Hasankeyf'i kurtarmak için uluslararası bankalar, baraj inşaatı için sağladıkları krediyi geri çekmiş. Son7ç olarak da iç kaynaklarla inşaat devam etmiş. Hasankeyf’i hem tarihi hem de ekonomisi ile kurtarmanın yolları aranmalı.

GAP, 50 yıllık bir geçmişe sahip ve ilk çıktığında dünyanın en önemli projelerinden biri olarak kabul edilmiş.

Hasankeyf'teki baraj çalışması ile birlikte kazı ve restorasyon çalışmaları yapılır ve kaleye giriş yasaklanır. Bir gün kalker taşları kopmaya başlar ve Boş Beşik Mağarası’nın üzerinden dükkanların üzerine devrilir. Allahtan gece vakti olduğu için sadece bir kişi hayatını kaybeder.

Hasankeyf, “Kaya Doruğu” anlamına gelir; Aramicedir. Keyifli Hasan hikayesi ise kelime benzerliği nedeniyle halk yakıştırmasıdır. 

Bu arada eskiden Yezidi olan bir köyden geçiyoruz. Yezidi Köyü'nde cami yoktur, kilise yoktur. O zaman oranın Yezidi Köyü olduğunu anlarsınız. Yezidiler, evlerinden çıkıp sabah, öğle, akşam güneşe bakarak ibadetlerini yaparlar. Yezidilikte mavi renk gökyüzünün rengi diye giyim olarak kullanılmaz. 

Karşıda gördüğümüz dağlar Raman Dağı ve Türkiye'de en fazla petrolün çıkarıldığı yer. 

Dicle, Elazığ'da Maden Dağları’ndan doğar ve Basra Körfezi'ne kadar devam eder; Körfez'e 89 km kadar yaklaştığında Fırat ile birleşerek Şettül Arap'a dökülür. 

Artuklu devletinin darphanesini görüyoruz ileride. 

☕️ Hasankeyf'te Yol Geçen Hanı isimli bir kafede dinlendik.

Batman'ı il yapan unsur, petrol. Cumhuriyet döneminde burası bir köymüş. Aktif olan bir kuyudapetrol azaldığında yeni bir kuyu sondajlanarak üretime devam ediliyor. Yaklaşık olarak 1 milyon 700 bin varil petrol çıkartılıyor. Çok kaliteli değil. Sanayi ürünleri yapımında, yol yapımında zift olarak ve tabii ki yakıt olarak da kullanılıyor. Burada Batman'ı geliştiren lokomotif, rafineridir. Etraftan buraya rafinerine çalışmak için gelirler. En küçük şehirlerden biri Şırnak. Siirt de küçük bir il. Batman yeni, modern bir şehir. Karabük, Bartın ise Ordu gibi son dönemde şehir olarak geliştiği için moderndir. Ahmet Güneştekin dünyanın en değerli ressamları arasında ve Batman'lı. Rafinerinin işçi kampında dünyaya geliyor. Mimar Sinan'ı kazanıyor ama tamamlamıyor. Çok aykırı resimleri var ve şu anda dünya çapında meşhur. Cennetin kapısı! Savaşın kapısı! Şahmaran... Resimleri, hikayeleriyle birlikte anlatıyor. Köy köy gezerek çocuklara resim dersi vermiş, öğretmenlik yapmış. 

Raman dağlarının üzeri petrol kuyularıyla dolu. 

Eurodizel 4.47 TL yazan bir petrol istasyonundan geçtik az önce. İstanbul'da 5 TL'yi devirmiş durumdayız. 

Batman, dini açıdan çok uç tarikatların (Örneğin Hizbullah) yerlerinden birisi. 

🥘 Öğle yemeğimizi Batman'da Kazım Usta'da yedik. Ahçı tabağı aldık.

21 DİYARBAKIR

Diyarbakır il sınırları içindeyiz. Geçtiğimiz Bismil'in buğday ve bulguru meşhurmuş.

Diyarbakır'da damların üzerine mavi renk tahtlar vardır. Burada hayat sabah avluda başlar ve gece damda bu tahtlar üzerinde son bulur. Yılan ve sivrisineğin bu mavi renge gelmediğine inanılır. 

Yol boyunca elektrik direkleri üzerinde çok sayıda leylek yuvası var. Yeryüzündeki en iyi mimarlar kuşlardır. Leyleğin yuvasını yıkanın yuvası olmaz inanışı yaygındır ve bu nedenle bu yuvalara zarar verilmez. 

Diyarbakır Kalesi, Çin’deki Çin Seddi’nden sonra dünyada ayakta kalmış en uzun 2. surdur; 5.5 km.dir. Nedeni ise bazalt taşından yapılmış olmasıdır. Asurlular döneminde yapıldığı düşünülüyor. Bu bölgeye o dönemde kalenin rengi nedeniyle Kara Amir denirmiş. Diyarbakır Kalesi’nin fethi ile İslam Anadolu'ya girer. Bu nedenle buradaki Ulu Cami, 5. Haremdir. 

Bölgedeki Arap aşiretinin adı Bekir. Bu nedenle de şehrin adı Diyar -ı Bekir. Atatürk bu ismi Diyarbakır olarak değiştirir. 

Güneydoğu bölgesinin 1980’li yıllara kadar Paris'idir burası. O dönemde 4. büyük şehirdir. Geçmişte de İbrahim Paşa burada bir dönem burada görev yapar. 

Diyarbakır'daaltın çok önemli. Hatta hali vakti yerinde olmayanlar bile kuyumculardan emanet altın alır. Düğünden sonra geri verir.

Diyarbakır kültürel olarak geçmişte çok zengin bir şehirmiş. Şimdi ise bu renklilik azaldı deniyor. Nüfus şu anda 2 milyon. Nüfusu 2-3 yıl içinde 3 katına çıkmış. Bu göçün şehri altüst ettiği söyleniyor. Bu nedenle varlıklı kişiler İstanbul'a ya da Avrupa'ya kaçmış. Atatürk, zamanında şehri ziyaret ettiğinde, o dönem kadınlar pantolonla karşılamışlar. Şehrin önemli isimleri arasında Ziya Gökalp, Cahit Sıtkı Tarancı var. 

Diyarbakır girişinde 10 gözlü köprüyü geziyoruz. Burada kızlar gelinin ayakkabısının altına isimlerini yazmazlar onun yerine köprünün altından mum bırakırmış ve gece çok güzel bir görüntü oluşurmuş. 

Sağımızda Dicle Havzasını görüyoruz ve Mardin kapısından şehre giriyoruz. 

Öğleden sonra vardığımız Diyarbakır'da adı üzerinde bakır işi yaygın.

Kalesi muhteşem. Büyülendim. Seyahatin en muhteşem manzarası ve ambiansı bence surların tepesinde saklı. Az önce duran yağmurun ardından çıkan güneş ve toprak kokusu ile burası bana Kudüs'te hissettiğim duyguyu yaşattı. 

📚 Hasan Paşa Han muhteşem bir yer. İçinde Ensar adında bugüne kadar gördüğüm en güzel kitapçı var. 

Cahit Sıtkı Tarancı evi müthiş. 4 köşesi mevsimleri temsil ediyor. Kuzeye bakan kısım yazlık, batı sonbahar...

Ahmed Arif, tek bir şiir kitabı ile dünyada en fazla baskı yapan şair. Hasretinden Prangalar Eskittim... 

Edebiyat Müzesi çok güzel. Okuma odası ve bir kitapçı var içinde. 

Diyarbakır surlarının 7 kapısı var. Eskiden astroloji ile ilişkilendirilirdi. Haftanın 7 günü, 7 gezegen gibi. Bir dönem şehri hastalık sarınca surlar nedeniyle havasızlıktan olduğu iddia edilmiş ve surların 300 metrelik bir kısmı yıkılmış. Sonra sanatçılar konuyla ilgili karşı çıkınca surların yıkımını kurtarmışlar. 

Diyarbakır’a gidip de Bakırcılar Çarşısı’na uğramamak olmazdı tabii ki! Bu dünyada tek gıda ile beslenecek olsam kesinlikle yumurtayı seçerdim. Ben de bir yumurta tavası aldım. 🥰


Benim güzel hatır anneciğimde bu seyahatin hatırası olması için bana diğer çok sevdiğim bir şeyi hediye olarak aldı. Kahve takımı, hem de dört yapraklı yoncalı. 🍀 


 🏨 Otelimiz Prestige Oda No

6.GÜN: Malabadi Köprüsü - Veysel Karani Türbesi - Ahlat Selçuklu Mezarlığı - Van Kalesi – Kaya Mezarları - VAN

10 Nisan 2014 Perşembe

Saat 07:00'de otelden ayrılıyoruz. Bugün önce Silvan'da Malabadi Köprüsü’nü fotoğraflayacağız. Diyarbakır - Van arası normalde 5,5 saat sürüyor; biz duraklayarak ve gezerek yaklaşık 7-8 saatte gideceğiz.   

Malabadi, Badi'nin Evi anlamına gelir. Yapıldığı dönemde en geniş ayaklara sahiptir. “Ayasofya’nın kubbesini getirseniz Malabadi’nin altına sığar”, demiş seyyahlar. 1147 yıllarında Artuklu Timurtaş tarafından inşa edilmiş. Ayaklarında bulunan han, konaklama alanı ile eşsiz bir yapısı var ve o dönemde büyük hayranlık uyandırmış. Köprüler o dönemde de ücretliymiş.😊 Malabadi Köprüsü’nü sadece şarkılardan tanıyorum. Bu derece etkileyici bir yapı olduğu konusunda en ufak bir fikrim yoktu. Memleketimde bihaber olduğum güzelliklerden birisi daha. 

Tam karşımızda Batman Çayı ve barajı var. Karşı taraf Batman ve bu taraf Diyarbakır. Köprü, Diyarbakır tarihi eserleri kapsamında. 

Bir de aşk hikayesi vardır. Köprü, sevenleri kavuşturmak için yapıldı denir.

56 SİİRT

Solumuzda hala zirvesi karlı Sason Dağları. Sıradaki ziyaret durağımız ise Veysel Karani. Veysel Karani'nin 3 yerde ziyaret yeri vardır: Şam, Yemen ve Siirt'te. 

Veysel Karani, Yemen'li bir deve çobanıdır. Anne sevgisinin timsalidir. Sağ elinin içinde gümüş rengi bir leke vardır. Yatalak ve gözleri görmeyen annesini bırakamadığı için Hz Muhammed'in aşkıyla tutuşmasına rağmen onu görmeye gidemez fakat haber gönderir. Hz. Muhammed hırkasını Veysel Karani'ye, Hz Ömer ve İbrahim vasıtasıyla gönderir. Sahabiler Veysel'i aramaya geldiklerinde insanlar şaşırır. Bu derece kıymetli kişilerin bir deve çobanını aramalarına anlam veremez, mutlaka bir yanlışlık olmalı, derler. Nihayetinde bulduklarında Hz. Ömer elini uzat der, işareti görür ve hırkayı ona verir, Veysel Karani hırkayı görünce çok şaşırır, sevinir ve insanların günahları affedilirse ben bu hırkayı giyerim der. Fakat etraftaki diğer kişilerin yarattığı durum nedeniyle Hz. Ömer daha fazla beklemez ve ayrılır. Hz. Ömer ayrıldıktan sonra diğer kişiler yaptıklarına pişman olur ve Veysel Karani'ye saygı ve itibar duymaya, onu kutsal bir kişilik olarak görmeye başlarlar. 

Buradan şeker almak adetmiş. Annem de bir paket şeker ve hurma aldı. İçerideki türbeyi ziyaret ederken oğlumun sağlığı ve hayatla uyum içinde, her daim mutluluk anahtarı ile yaşaması için dua ettim.  

Siirt'in Baykan ilçesinden geçiyoruz. Anayol bitince artık bu yol kullanılamayacakmış. Rehberimiz Baykan'lı Şeyhmus fıkrası anlattı. Şeyhmus'un  gözü mor. Öğretmen sorar neden gözün mor. Uyurken Babam vurdu der. Öğretmen, ses etme uyumaya devam et, der. Başka gün Şeyhmus'un diğer göz de mor. Ne oldu diye sorar öğretmen. Anam gelirem dedi babam da gelirem dedi. Ben siz nereye gidersiniz dedim. Ikinci göz de gitti. Başka gün ayak kırık. Babam anama Ali’den ses yok Maho’dan ses yok, ben çocuk isterem dedi ben de fırsat bu fırsat deyip ben de bisiklet isterem dedim babam da ayağımı kırdı. 😊

Rehberimiz bu fıkranın ardından bir de bu yörenin bir aşk hikayesini anlattı. Siyabend ve Hace'nin hikayesi... Hatta bir dönem Yeşilçam tarafından filme alınmış bu hikaye. Tarık Akan, Tuncel Kurtiz oynamış. Bu hikayede 11 abisi olan Hace'ye aşık olan Siyabend var. Hace amcaoğlu ile evlendirilmek üzeredir. Siyabend yaşlı bir komşudan yardım ister. Bir eşini Hace'ye verdiği yüzüğü yaşlı kadına verir O da yüzükle birlikte Hace'ye gider. Elinde ayran tası ile gider ve ona ayranı verir. Ayran içecek halim mi var der Hace. Tasa vurur, tas devrilir, içinden yüzük görünür. Yüzüğün sahibi seni benim çadırımda şafak vakti bekliyor, der yaşlı kadın.  Hace şafak vakti Siyabend'e kaçar. Birlikte Botan Dağları’na çıkarlar. Siyabend Hace'yi güvenli bir yere bırakıp ağabeyleri ile mücadele eder, onları öldürmez, yener. Dönünce de Hace ile nikah kıyacaklardır. Sabah uyarınca Hace'yi kahvaltı hazırlar ve dağ keçilerini izler bulur. Keçilerde de bir mücadele vardır. Hace "Bak onlar da sevdiği için mücadele ediyor" der, Siyabend aşkının bir keçininki ile benzeştirilmesine kızar ve o keçiyi avlamaya karar verir. Dağ keçisini boynuzlarından yakalayıp bıçağı ile kellesini tam keseceği zaman Hace seslenir ve o anda da keçi boynuzu ile onu uçuruma düşürür. Hace ip bulup onu çıkarmaya çalışır ama ip yetişmez, sadece gölgesi Siyabend'in yüzüne düşer. Siyabend Hace'ye gitmesini söyler. "Sen kendine yuva kur, mutlu ol" dese de Hace kabul etmez. Yazmasını gözüne bağlar ve O da aynı uçuruma atlar. Siyabend, “ipin gölgesi” anlamına gelir. 

Bu arada sol tarafımızda tepelerde ufak bir bina görüyoruz. Karakol binasıymış. Eskiden düzlük yerdeymiş karakollar. Bu kadar çok ölüm olmasının bir nedeninin de saldırıya açık ve savunması zor düzlüklerdeki karakollar olduğunu söyledi rehberimiz. Şimdilerde karakollar tepelerde, zirvelerde inşa ediliyormuş. 

Yol üzerinde Pamukkale benzeri travertenler görüyoruz. 

Van havzasına girdiğimizde çevredeki tüm dağların zirvesi karla kaplı.

Ziyaretimizin ardından Van yolumuza devam ediyoruz.

13 BİTLİS

Bitlis'e giriyoruz. Doğruluğu teyid edilmemiş olmakla birlikte Bitlis’in Büyük İskender ile anılan bir hikayesi var. İskender Anadolu’ya 4. yüzyılda geldiğinde Diyarbakır'dan sonra Botan üzerine buraya gelir. Bölgeyi çok beğenir ve bir kale yapılması için komutanlarından Badlis’e altın bırakır. Benim bile alamayacağım bir kale inşa edilsin der. Böylelikle kalenin adı Bitlis olur. Döndüğünde İskender kaleyi 40 gün kuşatır ama alamaz. Bunu üzerine İskender elçi gönderir. Bitlis'i İskender'in askerliği öldürmeye çalışır. Bunun üzerine Badlis, binlerce eşek arısı salar İskender’in askerlerinin üzerine. Ardından da der ki ben sizin isteğinizi yerine getirdim. İskender de Bitlis'i buraya vali atar. 

🎶 Bitlis’te Beş Minare

Ruslar döneminde burası yerle bir edilir. Bir baba oğlunu şehre gönderir, yaşam izi var mı diye. Çocuk dönüp babasına "Sadece beş minare ayakta” der. Bunun üzerine bu sözle türkü yakılır. Bu hikayeyi rehberimizden dinliyor ve ardından da türküye kulak veriyoruz. Bu seyahatin belki de en büyülü anları bulunduğumuz bölgeyi anlatan türkülerin, hikayelerin, şiirlerin tam da o hikayenin kalbindeyken anlatılması. 🙏 

Bitlis'in minarelerini ve kalesini görerek yolumuza devam ediyoruz. Rehberimiz burada eski evlerin çok güzel olduğunu söylüyor. En kıymetli taşlardan biri olan ahlat taşı ile yapılmış bu evler, üzerine güneş vurduğunda ayrı yağmur yağdığında ayrı bir renk yansıtırlarmış. Bitlis, geçmişteki ihtişamına sahip değil. 

Yol üzerinde Ahlat'a uğrayıp Ahlat'ın Selçuklu Mezar Taşlarını fotoğraflayacağız. Ardından durağımız öğle yemeğimizi yiyeceğimiz Tatvan. Batıdan Van Gölüne yaklaşıyoruz. Batıdan doğusuna yaklaşık 130 km genişliği olan göle burada Deniz denirmiş. 

🌋 Solumuzda  Süphan ve Nemrut Dağı’nı görüyoruz. Nemrut en son Van Depreminin de hareketliliği nedeniyle sebebi. Yarı sönmüş bir volkan ve bu açıdan ülkemizdeki tek yarı sönmüş volkandır. 

Dünyanın 2. büyüklükteki krater gölü Nemrut’tur. Burada krater ziyareti yapılabiliyor. Bir de çok popüler olmasa bile bir kayak merkezi var. 

30-40 km. kadar Ahlat'a yolumuz var. Sonra tekrar geri dönüp Tatvan'a gideceğiz. İleride Van Denizi'ni görmeye başlıyoruz. 

🌅 Güneşin doğuşu ve batışı esas buradaki Nemrut’tan seyredilmeli diyor rehberimiz. Bu bölgenin memleketin en güzel yeri olduğunu da ekliyor. Özellikle Mayıs, Haziran çiçeklerde birlikte, 

Suyu sodalı olduğu için burada sadece inci kefali yaşar. Göl üzerinde 4 ada var ve biz bunlardan en büyüğü ve ünlüsü olan Akdamar'ı ziyaret edeceğiz. 

Her yerleşim yeri bir koya kurulmuştur, güneş vurduğunda soda nedeniyle ışıl ışıl parlar. 

Ahlat, Van Gölü'nün kuzey tarafında yer alan ve bölgenin en eski yerleşimlerinden birisidir. Asya - Avrupa geçişine önemli bir yer, bu nedenle çok sayıda kuşatma ve istila yaşamıştır. Artuklular'ın ardından arada birçok uygarlık gelir. Sonra 1400 yılında Çaldıran Savaşı ile Osmanlı'ya katılır. Malazgirt girişi Ahlat'a yakındır. Erciş de önemlidir. 

Burada nüfus yarı yarıya Türk ve Kürttür. Şehirlisi burada Kürtçe pek bilmez. Van, turistler tarafından Doğu'da en fazla ziyaret edilen ildir. Van Kalesi’ni ve Urartu tarihini araştırmak için gelen var. Deprem bunu kesintiye uğrattı. Jolly de 2 yıldır ilk defa bu turla tekrara Van’a adım atmış. 

Akdamar Adası’ndaki gafil kilisesi ahlat taşından yapılmıştır.

Ahlat, güzelliklerini yeterince duyuramamış, Bitlis'e bağlı bir ilçe. 

Mezar taşları o kadar sık ve dik ki eskiden onlara zırh konularak asker gibi görünmesi  sağlanarak savaşın seyri değiştirilmiş. 

Mimar Ahlatlı Şah Sultan tüm hayatını Sivas Divriği Medresesi'ne adamış.  Burası Unesco tarafından koruma altına alınmış olup dünyanın en güzel kapısı olarak seçilmiştir. 

Ahlat Selçuklu Mezarlığı gerçekten de çok etkileyici. Taşların rengi, boyutu, üzerindeki yazı ve işlemler uhrevi bir boyut katıyor. İşte bu seyahatte bihaber olduğum ve belki derbi yüzden büyülendiğini mekanlarından birisi. Varlığını bile bilmediğim bir yerdeyim ve o kadar etkileyici ki! Bilgisayarla yaratılmış gibi duran bir yerdeyim. Game of Thrones çekilebilecek ambiansta bir mekan. Çok gizemli, etkileyici. Burası bir mezarlık ama bugüne kadar bildiğiniz mezarlıklardan çok farklı. Mezarlık olduğu söylenmese o şekilde düşünmezsiniz. Sanki uzaylılar gelip yapıp gitmiş gibi duruyor. Ben öyle bir taş rengi hiç görmemiştim. Hele üzerindeki yazılar. Gerçekten büyüleyici. 

65 VAN

🎶 Tatvan'a doğru yolumuza devam ediyoruz ve bir türkü dinliyoruz “Ahlat'ın kara taşı.... Sensin benim  dermanım, gel otur canım...”

🥘 Öğle yemeğini Adabağ AVM ( Tatvan) içindeki restoranda yedik. Ortaya ikram olarak o kadar çok şey getiriyorlar ki adeta bir dağ oluşuyor. Biz annemle yine bir Ahçı tabağı alıp paylaştık. Poyraz'a seyahatin başından beri yediği yemeklerin farklı baharatları ve et yoğunluğu sanırım ağır geldi. Midesini dinlendiriyor. Muz ve leblebi dışında bir şey yemiyor.

🎬 Van yoluna devam ederken rehberimiz, Sermiyan Midyat'ın Ay Lav Yu filmini koydu ve bu yolculuğa da gerçekten çok yakıştı. Ne yazık ki filmi bitiremedik çünkü epey hızlı ilerlediğimiz için yarın geçilmesi planlanan Akdamar Adası’nı bugün gezmeyi önerdi rehberimiz. Böylelikle yarın 40 km git 40 km gel yok yere 80 km yol katetmekten kurtulacağız. Hava hafif çiseliyor ama feribot geçişi için müsait bir hava varmış. 

Akdamar Adası’nın da bir aşk hikayesi var. Bir çoban, papazın kızı Tamara'ya aşık olur. Tamara her gece çocuk için fener yakmaktadır, çocuk da yüzerek karşıya geçip kızı ziyaret eder. Baba bunu keşfedince yanlış yönlerden fener tutarak genci şaşırtır, yorar ve boğulmasına sebep olur. Genç de boğulmak üzereyken “Ah Tamara!” der ve son nefesini verir. 

Adaya ulaştığımızda badem ağaçlarının çiçeklenmesi nedeniyle adeta bir cennet bahçesi bizi bekliyordu. 

Urartular tarihte ilk su kanallarını kullanan ve ilk tuvaleti yapanlardan. Tarihteki ilk tuvalet kullanım örneklerinden birine sahiptir. Ayrıca Urartular eti şişe ilk takanlardır. Burada yaylacılık kültürü de çok gelişmiştir. Burada aşiretlerin kendine özel sembolleri vardır kilimlerinde kullanılan. İran'a yakın olması nedeniyle oradan da etkilenmiştir. 

Yarın Sıdes'in desteklediği Urartu halı kilim merkezini ziyaret edeceğiz. Bahçesinde duruyorsa eğer Van kedileri varmış, belki görebiliriz. Van kedileri yüksekte yaşar ve hatta bu kedilerin dağa çıkıp avladığı bilinir. 3 farklı türü var: kehribar, mavi ve biri kehribar diğeri mavi göz. 

Van depremi nedeniyle özellikle de başka illerde akrabası olanlar göç etmiş. Yardımların dağıtılmasında sıkıntı yaşanmış, akrabalık, yakınlık işin içine girmiş.

Burada semaver çayı çok önemlidir. Herkes semaverini kurar ve sürekli çay hazır tutulur. Restoran ve otellerin dev semazenleri olur. 

Tabii ki bir de Van'ın kahvaltısı ünlüdür. Otlu peyniri meşhurdur. 

Yarın kale, kilim merkezi ile çarşıda savat gümüşü görecekmişiz. Eskitilmiş Urartu kolyeleri sanki toprak altından çıkmış gibi durur. Buradaki gümüş işlemeler çok özelmiş ve başka yere bulunamazmış. 

Van şehir merkezinde yaşayanlar Türkçe konuşur. 

Van'ın antik dönemdeki ismi Tuşpa’dır ve Urartuların başkentidir. 


Yarın kahvaltı 07:30’da ve 1 saat sonra hareket edeceğiz. 

🏨 Konaklama: Akdamar Otel

7.GÜN: Akdamar Adası ve Kilisesi - Halı-Kilim Kooperatifi - Dönüş

11 Nisan 2014 Cuma

Van kahvaltısına vakit bırakmak için bugün diğer günlere kıyasla 1 saat daha erken uyandık ve bu yarım saat bize meşhur Van kahvaltısının keyfini sürme imkanı tanıdı. Bol bol otlu peynir yedim ve olan tüm peynirlerden tattım. 

Kahvaltının ardından önce Doğu bölgesini kalkındırmaya yönelik proje kapsamında AB desteği alan Urartu Halıcılık mağazasını ziyaret ettik. Halı ve kilimler o kadar güzel ki. Ben özellikle Ermeni işi olduğu söylenen gül motifi kilimleri beğendim ve rekor sayıda fotoğraf çektim.




Halıcının ardından Tuşpa Kalesi’ni gezdik. 

🐈 Ardından da kedi evini ve savur gümüşlerinin yapıldığı, kedi evinin yanıbaşındaki atölyeyi gezdik. Annem kendisine buradan bir yüzük aldı. Ben de yüzlerce tasarım içerisinden dekor gibi duran bir parçayı seçtim. Meğerse 150 yıllık bir gümüşmüş. Tarihi bir parça olduğu için kolye ucu yapabileceğim bir ilave koymak istemediler. Bunun üzerine Kaan’ın annesi Fidan, Kapalıçarşı'da bu işi yaptırabileceğim ustalar olduğunu söyledi. 



🥘 Öğle yemeğimizi Aşiyan isimli ev yemekleri ile meşhur bir yerde yedik. Keledoş isimli et, keşkek ve ak pancar kullanılarak yapılan bir menü seçtim. Güveç, plere pilavı ve mantı da nefisti. 

Uçağımız 1 saat rötar yapıp 17:15'e ötelenince, biz de fırsattan istifade Edremit yakını Van Gölü kıyısı bir kafede semaver çayı keyif zamanı yaptık. Tabii ki Van Gölü’ne gelip Van Gölü Canavarı’nı görmemek olmaz. 


Normalde GAP programları içine Van dahil değildir. Bu programın benim açımdan bir artısı da Van’ı da kapsama alanına almasıydı. Kaldı ki Diyarbakır-Van aras8bda bu vesileyle Siirt ve Bitlis’i de görmüş olduk. 

Sözün kısası, yıllardır “bir gitsem, görsem” dediğim yerlere şükür ki kavuştum. Aklımdan geçenden daha çok yer gördüm. Bildiğimden daha çok güzellikle tanıştım. Zaten meftunu olduğum memleketime bir değil bin kez daha aşık oldum. Üstelik bu güzellikleri canım annem ve evladımla birlikte paylaştım. Daha ne olsun. 🙏