Friday 29 November 2019

BELÇİKA 🇧🇪 2005

Deniz, kum...güneş? Birçoğunuz için Belçika denince akla gelen bir dolu çağrışım 

içinde, muhtemelen bunlar yoktur. Tamam kabul güneş o kadar da parlak değildi.☼ 

Oysa oğlumun 3. yaşını kutladığımız seyahatimizde bizim için Belçika, şahane 

bir bilim parkı, göz alıcı bir su parkı ve oynamaya doyamadığımız bir kumsal; özetle çoluk çocuk geçirilen harika anlar demek... 

Çekya-Prag ve Fransa-Lille yazılarımı okuyanlar bilir. Toyota'dan arkadaşım Alp, 

işi gereği Toyota Avrupa'da çalışmaya başlayınca en yakın yerleşim yeri olarak Lille'e taşındı. Biz de onları ziyaret edeceğimiz seyahatin başına Çekya'nın başkenti Prag sonuna Belçika'dan Oostende'yi (Türkçesi Ostend) dahil edince ortaya 9 günlük, normalde akla gelmeyecek bir rota çıktı. 

26 Ağustos 2005 Cuma Prag'tan başlayan ve 4 Eylül Pazar günü Brüksel'den 

İstanbul'a dönmemizle sonlanan seyahatin sadece 1.5 günü Belçika topraklarındaydı. 

Günü birlik ve yarım günü birlik 😊 seyahatlerimizin detaylarına geçmeden önce 

Avrupa kıtasında Kuzey Denizi'ne kıyı olan ülkeyi biraz daha yakından tanıyalım. 

Seyahatimizde ana hedef noktası olan Lille, Brüksel'e Paris'ten daha yakın olduğu için uçuşlarımızda Brüksel havaalanını kullandık. 29 Ağustosta Prag'tan Brüksel'e uçup oradan da trenle Lille şehrine ulaştık. 

Belçika Brifingi:
Belçika’nın kısa tarihi:
Belçika’nın yapısını anlamak için kısa bir tarihçesine bakmak gerek.
1815’te Napolyon, birleşik Hollanda, İngiliz ve Prusya kuvvetlerine yenilince, istila ettiği toprakların bu üçlü arasında bölüşümü sorun olmuş. Onlar da işin içinden “Bari buraya yeni bir ülke kuralım.” diyerek çıkmışlar. Böylece 1831’de Belçika kurulmuş. Hal böyle olunca da bir kıyısı Hollandaca yani Flamanca, bir tarafı Fransızca, az bir tarafı Almanca konuşulan bir ülke oluşmuş.
Şu anda ise Belçika’da resmî olarak tanınan ve özerk yapıda 3 bölge var ki bunlar Flaman, Valon ve Brüksel. Geçmişte kuzeydeki Flamanlar ve güneydeki Fransızlar arasında epey siyasi gerilim yaşanınca “ayrılsak da beraberiz” tadında bu çözüm bulunmuş.
Başkent: Brüksel
Yönetim Biçimi:
İşte bu kısım epey karışık. Zaten tarihini o yüzden önce yazdım ki bu kısım daha iyi anlaşılsın. Resmî kayıtlarda adı Belçika Krallığı olarak geçen ülke, federal, anayasal monarşiye sahip ve her biri ayrı yasama organınca denetlenen 6 hükümet bulunuyor. Karışık olduğunu söylemiştim.😏
Yüzölçümü ve Nüfus:
Belçika mini minnacık bir ilke. Türkiye ile kıyaslandığında alan olarak %4’ü, nüfus olarak da %15’i kadar. Yani Belçika’yı cebimizden çıkarırız. Fakat kişi başı gelir olarak bakarsak Almanya’yı bile sollayan ve bizden kat be kat zengin olan Belçikalı da bizi cebinden çıkarır.😉
Dil:
Flamanca, Almanca ve Fransızca olmak üzere 3 resmi dil var.
Din:
Ülkenin yarıdan az fazlası Katolik Hıristiyan, neredeyse %35 oranında ise ateist var. %5’e yakın Müslüman nüfusun yarısını Türkler oluşturuyor.
Etnik yapı olarak da nüfusun sadece %75’i Belçika vatandaşı. %2 oranında Türk nüfus var.
Para: Euro
Vize: Shengen
Ulaşım:
Belki şaşıracaksınız ama Türkiye’nin birçok ilinden sadece başkent Brüksel’e değil Ostend ve Liege şehirlerine de direkt uçuş var. Hangi şehirler derseniz doğal olarak başta İstanbul ve devamında Antalya, Bodrum, Ankara, İzmir, Adana ve belki şaşıracaksınız ama Eskişehir😊 Seferler özellikle tatil dönemlerine göre farklılık göstermekle birlikte ilk başta akla gelmeyecek uçuş noktaları olduğunu kabul etmek gerek. Brüksel-Eskişehir arası uçuş olduğunu ilk gördüğümde şok olmuş; bunun üzerine bir de listeye Ostend eklenince “Yok artık!” demiştim. İşte insan bilmeyince ayrı şaşırıyor bilince ayrı. Sonuçta bu minicik ülkenin Türk nüfusunun yoğun olduğu şehirlerinden hem anavatana ziyareti hem de yine memleketimizdeki tatil adreslerine trafiğine göre uçuş rotaları oluşmuş. Özetle, talep arzını doğurmuş.  
Gezilecek Yerler:
En başta gelen şehirler Brüj (Bruges ya da Brugge olarak da yazılıyor), Brüksel, Gent ve Antwerp.
Belçika küçük bir ülke. Brüj ya da Brüksel’i baz alarak diğer şehirlere tren, otobüs ya da kiralık araç ile en fazla 1 saatte ulaşıp şehir içlerinde de yaya olarak kolayca gezebilir ya da bisiklet kullanabilirsiniz. Brüksel’den Brüj’e neredeyse her yarım saatte bir tren var.
Bizim gezi noktamız,bu şehirler içinde en popüleri olan Brüj’e en yakın havaalanına sahip Ostend şehriydi. Ostend-Brüj arası 27, Brüksel-Brüj arası ise 100 km. Ostend deniz kenarında. Dolayısıyla yazın giderseniz aynı zamanda deniz tatili yapabilir ve bizim gibi Earth Explorer ve Sea Life’ı gezebilirsiniz.
Brüj, içinde yer alan kanalları ile Kuzeyin Venedik’i olarak anılan gerçekten de çok sevimli,  gezmesi rahat bir şehir. Aşk Gölü isimli bir yeri var. Özetle romantik bir adres arayanlar için akılda bulunsun. Şehrin, yaz aylarında çiçek festivali kışın ise buzdan heykeller ve buz pateni ringinin kurulduğu festivalleri var. Fakat son yıllarda küresel ısınma nedeniyle buzların muhafazası için çok enerji harcanması gerektiğinden, turizm uğruna çevreyi harcamamayı daha mantıklı bulan ( 10 numara 5 yıldız hareket) Brüj Belediyesi bu etkinlikleri yapmama kararı almış. Yani ne çıkarsa bahtınıza. Bir hevesle gidip bulamazsanız da nedenini bilip mazur görürsünüz artık.
Yeme-İçme:
Bir Belçikalının en sevdiği yemek patates,özellikle de patates kızartması. Dolayısıyla en basitinden en lüksüne kadar restoranlarda envai çeşit patates yemeği bulabilirsiniz.
Tatlı olarak ise waffle Belçika seyahatinde tadılacak lezzetler arasında.
Bu ikisini sokakta da bulabilirsiniz.
Ben tatmadım ama midyeleri de denemeye değermiş diye duydum.
İçki olarak bira ve özellikle de Dünyaca tanınırlığa sahip Stella Artois.
Lafa patates ve waffle ile başlamış olsam da Belçika Mutfağı Fransız mutfağına benziyor diyorlar. Nedeni ise şarap ve peynire verilen önem. Buna şaşmadım zira bu seyahatten çok uzun yıllar önce eşimle birlikte Hollanda, Belçika ve Lüksemburg yani Benelüks seyahati yaptığımızda, kaldığımız otellerde kahvaltıda peynir olmamasından muzdaripken sadece Belçika’ya geldiğimizde bir değil birkaç çeşit peynire kavuşunca pek mutlu olduğum dün gibi aklımda. Hatta konakladığımız oteli seçerken “kahvaltıda ne var?” soruma “peynir” diye sayarak başlamaları ve “ne çeşit peynir” diye inanmayıp sorduğumda ise birkaç çeşidi rahatlıkla söylemeleri etkili olmuştur diyebilirim.😊 Adı geçmişken Benelüks nedir onu da açıklayayım. Bu isim Belçika (Belgium), Hollanda (Nederland) ve Lüksemburg (Luxemburg) ülke isimlerinin bir bileşimi olup bu ülkeler arasındaki coğrafi, politik ve ekonomik işbirliğini de temsil etmektedir.
Neleri Ünlü:
*Tabii ki Belçika çikolatası,
* Dante( bizim gibi el emeği göz nuruyla dolu bir ülke için çok farketmese de ) 
* Antwerp’in kuyumcuları özellikle de pırlantası. Belçika ve pırlanta ne alaka derseniz, Belçika'nın geçmişte Afrika'da sömürge sahibi ülkelerden biri olduğunu söylesem ve bir de "Kanlı Elmas" filmi desem o zaman alakayı kurarsınız gibime geliyor.  
* Bir de çizgi roman dünyasından tanıdığınız Ten Ten, karakter olarak genç bir Belçikalı'dır.
Bundan sonrasında günlük notlarıma emanetsiniz. 
SEYAHAT GÜNLÜĞÜ 
2 Eylül 2005 Cuma ( Lille - 
Bugün oğlum arkadaşsız kaldı, çünkü küçük Deniz okulda; Alp ise işte. Başta bugün için günübirlik Parise gitme planımız vardı. Vazgeçtik ve onun yerine öğlene kadar şehir merkezini gezip hayatımızın belki de ilk ve son yoğun yurt dışı alışverişini yaptık. ( O dönemde Euro şimdikinin dörtte biri olunca ve henüz o tarihlerde Türkiye'de açılmamış olan H&M'de harika ve müthiş ekonomik çocuk kıyafetleri bulunca tamamen mantıklı bir eylem olarak alışveriş yapmıştık. Ne tesadüf ki cuma günüymüş. Efsane Cuma olmuş 😊)
Alışverişimiz sonrası eve dönüp elimizdekileri bıraktık ve hep birlikte arabaya binip Belçikaya geçtik. Dile kolay! Sabah alışveriş, öğlen Belçika! Lille konum itibariyle Belçikaya çok yakın. Neredeyse Taksimden havaalanına gitme mesafesi kadar bir yol katedince yeni bir ülkedesiniz. İkisi de AB üyesi olduğu için geçişler sorunsuz; durmuyorsunuz bile. Burada Slots isimli çok güzel bir dekorasyon mağazasına gittik. Flaman anlayışında bir mağazaymış. Belçikada kredi kartı makinesinin bir örneği kasada, diğeri müşteri tarafında. ( Görüyorsunuz ki şu an çok sıradan olup kanıksadığımız bir teknolojik uygulama o dönemde ilk kez Belçika'da görünce günlüğüme yazacak kadar dikkatimi çekmiş. ) Kasiyer rakamı giriyor, müşteri de kendi tarafındaki cihazda rakamı onaylayıp OK tuşuna basıyor. Bu sistem bizim şimdiki şifreli kullanıma benziyor. Mağazadan iki tane kurbağa şeklinde döküm mumluk aldık. ( Evimizdeki en sevdiğim dekoratif objelerden.) Elif, buraya taşınmadan önce uzun yıllar Marie Claire Maison ev dekorasyon dergisinde stilist olarak çalışmıştı. Sonrasında ise bağımsız olarak çalışmaya devam etti. Benim zevkli ve yetenekli arkadaşım Fransa'da yaşadığı dönemde de oranın en ünlü stüdyolarından birisinde stil editörü olarak birçok projede yer aldı.Dolayısıyla Sevgili Elif ile birlikteyken biz de en son dekorasyon trendleri konusunda güncellenmiş
olduk.   
3 Eylül 2005 Cumartesi
Elif, dekorasyon trendlerini takip için bugün erkenden kalkıp Paris'teki Maison Object Fuarı'na gitti.
Hal böyle olunca evsahipliği tacı tek başına Alp'e geçmiş oldu ve Sevgili Alp de bize nefis pancake pişirdi. Bunlar hakikaten ailecek alafranga olmuşlar!
Kahvaltıdan sonra Belçikaya doğru yola çıktık. Blankenberge isimli Ostend'in ötesinde bir sahil kentindeki Sea Life su parkına gittik. Çok etkileyici bir yer.  Fok balıkları, penguenler, köpekbalıkları, Nemo, Dori ve bir sürü başka balık gördük. İnsanı kendine hayran bırakan bu  güzelliklerin ardından en az akvaryum kadar güzel düzenlenmiş mağazasını da ziyaret edip alışveriş yaptık.

Sea Life gerçekten de "İyi ki gördük; gezdik." denecek bir adres. Tadı damağımızda kaldı. Bir sonraki gezi noktamız ise Der Haan üzerinden geçip ulaştığımız Ostend'deki Earth Explorer. Sea Life'tan dimağımızda kalan lezzete zirve yaptıran bir keşif parkı burası. Çok ama çok güzel bir yer. Hem yetişkin hem de çocuklar için yaşadığımız dünyanın olaylarını, bilimini deneylerle, düzeneklerle gösteren harikulade, etkileyici, eğitsel ve eğlenceli bir yer. Çok güzel bir yanardağ simülasyonuna katıldık. Yerçekimini anlatmak için konulan boru kaydırağa ise bayıldım. Arkan ve Poyraz kaydılar. Çok, çok, çok eğlendik. Şimdiki gençlerin deyimiyle "manyak eğlendik"! Deprem simülatörüne girdik. Burada yer alan dökümanlarda İzmit Depremine de değinilmiş ve özellikle kötü yapılaşmadan bahsedilmiş. Ne acı!

Earth Explorer'ın kafesinde çocuklara hem Poyraz hem de benim çok hayranı olduğumuz nger Bob çıkartmaları veriyorlardı. Hepimizin kolunda şimdi nger Bob ve Patrick çıkartmaları var.😏
Earth Explorer denize çok yakın bir alana kurulmuş. Arkası geniş bir kumsal. Gezimizin ardından tema parkının yanında kurulmuş Deloitte firması sponsorluğundaki organizasyona dahil olduk. Çocuklar şişme oyuncaklarla kendilerinden geçercesine oynadı. Festival tadında olan organizasyonun sahil kenarında bulunan aktivitelerini de seyrettik; ikramlarından nasiplendik.

En güzeli ise doya doya kum keyfi yaptık. Poyraz çok coşkulu, keyiften kudurmuş gibi; adeta kumda yüzüyor. Hepimizin kum detoksu yaptığı harikulade bir gün oldu. Açıkçası bu seyahati planlarken
içinde deniz, kum ( güneş vardı diyemem)  olan bir gün hayal etmemiştim. Hayal ettiğimin 1000 katı güzel bir gün yaşadık. 
( Poyraz'a yaklaşık 5-6 yaşlarındayken bu seyahate ait bazı fotoğraflar gösterip o vakti hatırlayıp hatırlamadığını sorduğumda, tüm detaylarıyla ve hatta Earth Explorer'ın kafesinde ne yediğine kadar söyleyip beni şok etmişti. Bu çocuklar evreni yutup mu Dünyaya geliyorlar acep! ) 
Düne yarım bugüne tam gün yerleşen Belçika, seyahatimize renk kattı. Stil editörü olan Elif'in bizi
ünlü bir dekorasyon mağazasına götürmesi ile Belçika'ya "artistik ve estetik" bir bakış atmış olduk.
Bugün ise otomotivde çalışan Alp'in seçimiyle geldiğimiz bölgede, bilim ve açık hava ağırlıklı "teknik" ve "dinamik" bir gün geçirmiş olduk.
Daha önce Earth Explorer tarzı interaktif bilim merkezi hiç görmedim. Ben bir yetişkin olarak bile mest olmuşken Deniz ve Poyraz zaten kendilerinden geçtiler. Umarım ülkemizde de böyle yerler açılır. ( Ne mutlu ki memleketim Eskişehir'de Sazova Parkı içinde harika bir Bilim Merkezi var. Yanı başında Hayvanat Bahçesi, Akvaryum ve daha neler neler... Bir deniz eksik. O da Kent Park'ta😊)    
4 Eylül 2005 Pazar
Tatile ve arkadaşlarımıza veda günü geldi. Elifler bizi Brüksele, havaalanına kadar getirdiler. Ne ilginç değil mi! Fransada yaşamalarına rağmen uluslararası uçuşlar için Belçikaya gitmek... İşte sınırlar kalkınca böyle bir imkanı da kullanmak mümkün oluyor.
4. kez gitmeme rağmen Fransa bu sefer bana bambaşka bir deneyim yaşattı. Orada yaşayan birisinin yanında kalarak bir ülkeyi tanımak hakikaten çok farklı. Daha bir Fransız gözüyle günlük yaşamı izleme ve tanıma fırsatımız oldu. Ayrıca çocukla yapılan bir seyahatte çocuğu olan birinin yanında kalmak bir lütuf. Bildiğiniz ülkelere bir de eşinizin dostunuzun yanında kalarak tekrar gidin derim. Eminim daha çok keyif alacaksınız.



...

Thursday 21 November 2019

FRANSA-LILLE 🇫🇷 2005


Fransa denince akla ilk Paris, Paris denince de Eyfel gelir. Peki ya Lille bunun neresinde? 

Çok sevgili arkadaşlarımız Alp, Elif ve oğulları Deniz orada yaşamıyor olsa herhalde Lille'e gitmeyi pek de pek aklımıza getirmezdik. 

İnsanın normalde listesinde olmayan bir yere gitmesinin ayrı bir güzelliği var. Muhtemelen o vakte kadar farkında olmadığınız için dikkatinizi de vermediğiniz ve dolayısıyla da sizi manipüle edecek ya da beklentiye sokacak hiçbir bilgi ile beyninizin yıkanmadığı bir yere gidiyorsunuz. Ne görürseniz ne yaşarsanız yanınıza kar kalacak bir deneyim. 

Fransa'ya bu seyahat öncesinde 3 kez gitmiştim. Üçünde de adres Paris'ti. İlk ikisinde arkadaşlarım üçüncüsünde ise eşimle gittim. Bu sefer adresimiz Dünyanın en popüler, en klişe, en romantik 

destinasyonunun aksine, pek çok kişinin belki bugüne kadar adını bile duymadığı Lille. Nereden çıktı şimdi bu Lille? 

Toyota'dan arkadaşım Alp, işi gereği Toyota Avrupa'da çalışmaya başlayınca en yakın yerleşim yeri olarak Lille'e yerleşti. Biz de onları ziyaret edeceğimiz seyahati, başına Çekya'nın başkenti Prag sonuna Belçika'dan Oostende'yi dahil ettiğimiz, 9 günlük, normalde akla gelmeyecek bir rotanın 

merkezine yerleştiriverdik. 

Lille, Belçika'nın başkenti Brüksel'e kendi başkenti Paris'ten daha yakın. Dolayısıyla Lille'e ulaşım için baz istasyonumuz Brüksel oldu. Seyahatin İstanbul-Prag aşamasını geçen hafta Cuma, Çekya 

notlarında paylaşmıştım. Şimdi seyahatin ikinci ayağındayız. 

Oğlumun 3. yaş gününü arkadaşlarımızla kutlamamıza vesile olan Lille seyahatimize geçmeden önce...
Kısa bir FRANSA brifingi :









Başkent: Paris

Nerede: Avrupa kıtasının güney batı bölgesinde yer alan, kuzey ve batı kıyılarında Atlas Okyanusu güneyinde Akdeniz’e kucak açan bir ülke. 

5 kara sınırını, güneyinden İspanya; kuzey ve doğu cenahından ise Belçika, Lüksemburg, İsviçre ve İtalya ile paylaşıyor. 

Fransa, Türkiye’nin yaklaşık %70’i kadar bir yüzölçümüne sahip. Nüfusu ise 70 milyona dayanmış durumda. 

Dil, Din : 

Dünyanın en fonetik ve en romantik dili olarak bilinen Fransızcanın vatanı olan ülke, laik bir yapıya sahip olup nüfus ağırlıklı olarak Katolik Hıristiyan. 

Yönetim Biçimi: 

Fransa deyip de zihinlerde Fransız Devrimi, eşitlik-özgürlük-kardeşlik kelimelerinin çağrışmamasına 

mümkün mü! Ve tabii ki cumhuriyet. Ülkede yarı Başkanlık esasına dayanan bir Cumhuriyet rejimi hüküm sürüyor.

Para: Euro

Vize: Shengen

Ekonomi: Dünyanın en gelişmiş ve refah sahibi ülkeleri arasında ilk sıralarda yer alan Fransa, hem sanayisi hem de tarımı ile güçlü bir ülke. Aynı zamanda Dünyada ABD ve İspanya’nın ardından en yüksek turizm gelirine sahip ülkesi. 

Yeme -İçme:

Dünyanın en önemli mutfakları kulübünün daimi üyesi olan Fransız mutfağını iki satırda özetlemek zor. 

Fransız mutfağı hakkında hiçbir şey bilmeyen bile şu 4 şeyi mutlaka duymuştur: Fransız şarabı, peyniri, kruvasan ve makaron.

Fransız mutfağı aparatifi, ana yemeği, tatlısı, salatası,peyniri ile adeta bölünmez bir bütün. Şarap ise bu sıradaki yemeklerin her biri için farklılaşan türlerde sofrada yerini alıyor. Aparatif denince herhalde kulağımıza en aşina olanı, aşçı olmak isteyen bir farenin maceralarını anlatan filme adını veren; sebzelerle yapılan Ratatouille.

Çorba denince ilk aklıma gelen ise soğan çorbası.

Boeuf Bourguignon, etin kırmızı şarap ve et suyu ile pişirildiği ünlü yemeklerin başında geliyor. 

Ördek bacağı confit de canard ve bilumum salyangoz, kurbağa bacağı, deniz ürünleri... et ve türevleri olarak arz-ı endam ediyor.

Salata menülerinden aşina olduğumuz haşlanmış yumurta ve balık içeren nisuaz salatası da Fransız Mutfağı çıkışlı. 

Tatlı deyince elmalı tart Tarte Tatin’i bir elmalı tart aşığı olarak hemen listenin başına yerleştirebilirim. 

Ulaşım: 

Sayısız seçenek arasında şimdilik sadece THY’nin Paris, Lyon, Nice, Marseille, Toulouse şehirlerine direkt uçuşlarını olduğunu belirtmekle yetineceğim. 

Konaklama: 

Fransa, yeme içme ve konaklama açısından pahalı bir ülke. Özellikle Paris ve yaz aylarında denize kıyı bölgeler uzaysal rakamlara ulaşıyor. Bu nedenle hostes ve ev konaklamasını tercih edin derim. 

Nesi meşhur?

İşte yaz yaz bitmeyecek konulardan birisi daha. 

Fragman tadında birkaç isim vermek gerekirse: 

* Paris, Eyfel Kulesi, şarap

* Kozmetik markaları ve ünlü modaevleri (Louis Vuitton, Chanel, Hermes, L’oreal, Lancome, Garnier, 

Dior, Decathlon, Givenchy, Sephora, La Roche Posey, Claris, Vichy, L’occitane) 

* Mücevher ve saat markası olan Cartier, 

* Otomotivde Renault, Peugeot, Citroen ve lastik markası Michelin, 

* Finans ve sigortada BNP Paribas, Axa, 

* Enerji sektöründe Total, 

* Turizmde Air France, 

* Gıda sektöründe Carrefour, Evian, Carte D’or

* Mutfak ürünlerinde Tefal

Haliyle Fransa gibi kültürü ve tarihiyle engin bir ülke söz konusu olunca kısa denen bilgi bile pek kısa olamıyor. 

Bundan sonrasında günlük notlarıma emanetsiniz. Yol bizi bekler! 

SEYAHAT GÜNLÜĞÜ

29 Ağustos 2005 Pazartesi 

Sabah Prag'da güne başlamıştık. Şimdi öğlen oldu; saat 13:30 ve Belçika'nın başkenti Brüksel’deyiz.

Akşam yemeğini ise Fransa'nın kuzeyindeki Lille şehrinde arkadaşlarımızla birlikte yiyeceğiz. 

3 öğün, 3 ülke, 3 şehir. İnsan kuş misali.

Havaalanından bindiğimiz tren yarım saat sonra Brüksel Midi’ye geldi. Trenin tuvaletleri kapalı olduğu için kullanamamıştık. Hal böyle olunca, iner inmez platformda acilen Poyraz için tuvalet arayışına girdik ki bu da ucu ucuna yakalama şansımız olan 15:17’deki Lille trenini kaçırmamıza neden 

oldu. Saat 17:00’deki Eurostar’ı beklerken biz de Quick isimli bir restoranda yemek yedik.  

Seçtiğimiz menünün hediyesi bir vatoz. Poyraz oldum olası hayvanları, özellikle deniz canlılarını ve onların içinde de vatozları çok seviyor. Kalan vakti değerlendirmek için etrafı dolaşırken bir de eşek şeklinde bir magnet aldık. 

Eurostar, Paris’ten yola çıkıp Londra’ya giden bir hızlı tren ve bizi Fransa’nın kuzeyinde neredeyse Belçika sınırındaki Lille kentine götürecek. İneceğimiz durağın adı Lille Europe. Poyraz yolda uyudu. 

Arkadaşımız Elif, Alp ve oğulları Deniz ile birlikte Lille’de yaşıyor. Tren istasyonda durduğunda Poyraz hemen uyandı ve “Deniz, Deniz!” diye var gücüyle, coşku içinde çığlık atarak arkadaşına sarıldı. Bir taraftan da “Ben sana oyuncaklarımı göstereyim. Vatos, yunus, eşek...” diye heyecanla ganimetlerini sıralamaya başladı.  

Lille'deki evimize ulaşır ulaşmaz çocuklar hemen oyuna daldı. Poyraz cennete düşmüş gibi; Deniz’in odasında onda olmayan bir dolu oyuncak var. 

Nefis bir akşam yemeği yedik. Ardından Poyraz’ı uyuturken ben de uyuyakalmışım. 

Burası Prag'a kıyasla daha serince. Sonuçta daha kuzeydeyiz. 

30 Ağustos 2005 Salı
Hayatımın en anlamlı gününün 3. yıldönümü.
Kahvaltının ardından müzeye gittik ama Salı günleri kapalıymış.
Bunun üzerine Lille’in merkezini gezmeye karar verdik.
Sanat Müzesi -ki cephesi Sanat Tarihi derslerinde okutulurmuş- önünden yürüyerek belediye binası, opera, eski borsa binası derken mağazalar, kafeler... Elif'in güzel rehberliği eşliğinde kısa bir süre içinde şehir merkezine hakim olacak kadar etrafı keşfettik.


Ve Paul Kafe’de turumuza kısa bir mola verdik; kendimiz için tart ve çay, Poyraz için meyve suyu sipariş ettik. Oğlum da benim gibi böğürtlen ailesininin tüm fertlerini seviyor. Dolayısıyla tartların hepsinin çileklerini Poyraz yedi. Kafede yan masada oturan bir kadın Poyraz için  Arkan’a İngilizce “He is a beatiful boy!” yani “Çok güzel bir çocuk!“ dedi. Sonra da beni işaret edip ve o esnada bana 

bakarak “from a beatiful woman!” yani “Güzel bir kadından!” diye gülümsedi. Acaba bu teyzeyi Fransa Turizm Bakanlığı mı tuttu? Görevi ise sokakta gördüğü her turiste iltifat etmek olabilir mi😊 

Allah razı olsun senden teyzeciğim. Anneliğimin 3. yılını kutladığım böyle bir günde daha güzel bir iltifat düşünemiyorum. Çok coşkulandım sayende ve birazdan "Yaşasın Fransa" diye haykıracağım. 

Bizi hiç tanımayan ve o günün anlamını bilmeyen birinden böyle tatlı sözler duymak harikulade. 

Eşim de “Bir Fransız hanımefendisinden bu lafları duymak... “ diyerek iltifatına ailemiz ve Türk Milletini temsilen yanıt verirken O da haliyle epey keyiflendi. Al işte sana Fransız zerafeti! 

Ve iki ülke arasında oluşan zerafet diplomasisi. Fransa'nın neden diplomasinin beşiği ve Fransızcanın da uluslarası ilişkilerin dili olduğunu insan şıp diye anlayıveriyor.  













Paul'deki bu güzel anların arkasından Poyraz ile Disneyland’in mağazasına gidip doğum günü alışverişi yaptık. Kelimenin tam anlamıyla oğlum ne istediyse aldım. Poyraz, doğum günü paketi olarak bir Buzz Işık Yılı desenli havlu (o gece banyodan sonra o havluyla kurulandık), minik bir eşek Iyor (bütün gün yanında taşıdı), Ayı Winnie Puzzle (oynadık bile), Ayı Winnie Yüzdönüm Ormanı Seti ve 

Donald Duck’lı okul çantası seçti. Hepside tam Poyraz’a göre. 

Bugün ayrıca öğlen hep birlikte oturduğumuz Quick’ten de menü hediyesi olarak bir denizci çantası ve bandana aldık. 

Akşam eve dönmeden önce artık kalbimizde daimi bir konuta yerleşmiş olan Paul’e bir kez daha uğrayıp Poyraz için doğum günü pastası aldık. Hem de çilekli. 



Evde Poyraz için kutlamamıza yaptık. Elif, çocuklar için eğlenceli olacağını düşünerek hayvan figürlü bir makarna pişirmiş. Güle oynaya yemek yerken derken bir anda bir oyuncak üzerine başlayan koşuşturmaca birden fırtınaya dönüştü. Ortama tekrar sulh getirmek için Poyraz’ı alıp odadan çıkardım.

Sonuç olarak çok istediği bir çizgi filmi seyretmekten mahrum kaldı. Her isteğinin gerçekleştiği bir gün için “İşte Hayat”la özdeş bir final. 3 yaş olmak böyle bir şey olsa gerek! 











Fransa’da olduğumuzu fazlasıyla hissettiren şeyler gözlemledim gün boyunca. 

Şık şapka dükkanları, şarap mağazaları, tıraş malzemelerini sergileyen şık mağazalar ve dönem filmlerinde kullanılanlara benzer kadife ve dantel yoğun kıyafetlerin satıldığı butikler... 

Kızlar ama özellikle kadınlar çok şık ve bakımlı, alımlı. Çok yaşlı kadınlar bile! Hatta onlar daha bile zarifler diyebilirim. Şişman kadın neredeyse yok gibi. 

Her taraf kafe. Etraf nefis pasta, tart, ekmek ve kruvasan çeşitleriyle dolu. 

Bu benim Fransa’ya 4. gelişim. Hepsinde de sadece Paris'i ziyaret ettim. 

İlk gezimi İsviçreli arkadaşım Sandra ve İspanyol arkadaşım Maria ile yapmıştım. 

İkincisinde uçağın rötarı nedeniyle plan dışı 24 saat geçirdim ve tüm masraflar havayolu şirketi tarafından karşılandı. 😊 Ne tesadüf ki o seyahatte Deniz’in annesi Elif ve onun işyerinden bir arkadaşı ile birlikteydim. 

Üçüncü ziyareti eşimle yapmıştım. Dördüncüsüne oğlum da dahil oldu. 

İnşallah ileriki yıllarda torunlarım ile de gelirim. 

31 Ağustos 2005 Çarşamba

Bugün çok yoğun bir günün sabahındayız. Elif kahvaltı için pain au chocolat ve pain aux raisins pişirdi.

İkiside bir tür milföy böreği; içinde birinin çikolata diğerinin de üzüm var. 

Le Clos de la Reine ( arkadaşımızın oturduğu sitenin adı) çıkıp Villeneuve D’ascq isimli bir bölgeye gittik.


Burası nefis çayır çimenlik bir bölge ve ortasında da Modern Sanatlar Müzesi var. 

Bu alanın içinde ayrıca nefis bir göl yer alıyor. Poyraz, mekanı Ayı Winniekarakterinin 

Yüzdönüm Ormanı  ve gezimizi de Heffelump Avı olarak değerlendiriyor. 

Bölgede bir de yel değirmenleri yer alıyor.  

Poyraz yel değirmenini ilk etapta son günlerde seyrettiği “Fearless Four- Korkusuz Dörtlü” filmindeki eşek Fred’in kötü kalpli sahibinin yaşadığı yere benzetip biraz tedirgin oldu ama sonra yatıştı; keyfi gelince de bol bol fotoğraf çektirdi. Bahsettiğim film Bremen Mızıkacıları’na benzer bir öyküye sahip. 

Eşek yaşlanınca sahibi onu sucuk yapması için kasaba verir, karşılığında da eşekvari bir robot alır. 

Eşeğin yaşadığı ve nihayetinde kasaba teslim edildiği mekan gerçekten de yel değirmenlerini gezdiğimiz yeri hatırlatıyor. 

Etrafın yeşilliği o kadar keyifli ki! Poyraz ayakkabılarını atıp dolaştı, koşturdu, yuvarlandı. Çok güzel vakit geçirdik.

Sonra hep birlikte Mc Donalds turu yaptık. Burada Mc Donald’s gibi yerlerde çocuk menüsünde, bildiğimiz şeylere ilave olarak hüptrik tarzı yoğurt ya da süt veriyorlar. Poyraz hem yoğurtları hem de 

sütleri çok sevdi.  Yemeğin ardından da Hayvanat Bahçesi’ne gittik. Orada bize Deniz’in okuldan arkadaşı kendisi gibi 4 yaşında olan Paul Hanry ile annesi Christina ve büyük kızı Matilde (10 yaşında) ile ortanca çocuğu Andre (6.5 yaşında) katılınca biz 4 ebeveyn ve 5 çocuktan oluşan cıvıl cıvıl bir grup haline geldik. Fransızlar genelde çok çocuk yapmayı seven bir millet. 3 çocuk

onlar için gayet sıradan bir rakam.


Hayvanat bahçesi çok güzeldi. Poyraz alana yerleştirilen ve kiloların karşısında da hayvan figürleri olan tartıyı görünce tartılmak istedi. Adımını atmadan önce “Ben filim” dedi ve tartıya çıktığında bir fil kadarolduğunu gördük. Gerçekten de kilosu olan 19’un karşısında fil resmi vardı. Çok şaşırdım. Araya sıkıştırdığımız kısa bir molanın ardından Lunaparka geçtik ve tüm oyuncaklara bindik. 



Gezdiğimiz bölge içinde bir Modern Sanat Müzesi'nin olduğunu belirtmiştim. Açık alanda sergilenen eserler çok göz alıcı. Bazıları çocuklar için oyun alanı vazifesi de görüyor. Özellikle yukarıdaki fotoğraflarda yer dev eser bizim iki haylazın epey enerjisi harcamasına neden oldu. Sanatla yoğrulmak ve yorulmak 😊 böyle olsa gerek. 

Çocuklar eve dönüş yolunda saat 19:00 gibi uyudular. 

Eve vardığımızda Alp de işten dönmüştü. 

Akşam yemeği olarak sevgili Elif bize nefis bir çorba eşliğinde escargot de bourgogne (nam-ı diğer salyangoz) ve flaminyon et hazırladı. Alp de bizim şerefimize sofraya özel şarap kadehlerinden koymuş. Çocuklarımız güzel bir günün tatlı yorgunluğu ile odalarında mışıl mışıl uyurken leziz yemekler eşliğinde dostlarla bir arada olmanın keyfi tarifsiz! 

Elif oldum olası alafranga mutfağa düşkün ve yatkındır. Geldiğimiz ilk gün akşam yemeğinde milföy hamuru arasına sote edilmiş pırasa ve somon balığından hazırlanan bir tart pişirmişti. Bu çok tipik bir Fransız yemeğiymiş. Dolayısıyla dün ve bu akşam tipik Fransız yemekleri yedik. Keza sabahki kahvaltımız da tipik Fransız ağız tadını yansıtıyor.

Fransa'da evlerde mutlaka 4 kap yemek hazırlanırmış. Örneğin önce başlangıç olarak eskargo, sonra ana yemek, sonra tatlı, salata ve peynir yemekten sonra geliyor. Antre için ayrı, ana yemek için ayrı, tatlı için ayrı şarap açılıyor. Mini minnacıkken bile çocuklar sofrada bu sıralama ile yemek yiyorlar. 

Tevekkeli büyüdüklerinde boşuna gurme ve şarap uzmanı olmuyorlar. Gurme olacak çocuk...

Burada iç çamaşırı da apayrı ve çok büyük bir sektör. Şu sıralar, giyilen blüz ile aynı renk ya da ton farkıyla sutyen giyip onu da göstermek çok moda. O kadar güzeller ki onu da giysinin bir parçası gibi algılıyorsunuz. Kesinlikle bayağı ve rahatsız edici durmuyor. 

Bugün o koşuşturma esnasında küçük arkadaşımız Deniz’in okulunu da gördük. Bu bir kilise okulu. 

Burada bu okullar haftada 1 gün hafta içi tatil. O gün de çocuklar bakıcılara gönderiliyor. Tabii ki bir bakıcı 1 günlüğüne birçok çocuğa bakıyor; tam balık istifi gibi. Elif, çocukların bu şekilde büyüdükleriiçin mini minnacıktan kendilerine yetmeyi öğrendiklerini söylüyor. 

Burada bizdeki gibi bakıcı tutup çocuğuna baktırmak, tam gün temizliğe gündelikçi almak ancak gelir düzeyi çok ama gerçekten çok çok yüksek olanların harcıymış. İlk geldiklerinde Elif haftada en azından yarım günlük yani 4 saatliğine birini tutmayı istediğini söyleyince ağızları açık kalmış. O da zaten 

fiyatları öğrenince durumu kavramış. “Biz ülkemizde yatıp kalkıp dua edelim. Burada her şey çok pahalı, her şeye kendim koşturmak zorunda kalıyorum. Üstelik parasıyla bile adam bulmak çok zor” diyor. Alp, ilk taşındıklarında sıhhi tesisatçı bulmada, bulduğu zaman adamı getirtmekte 

zorlanınca kolları sıvayıp işe kendisi koyulmuş. Üstelik gelse alacağı para da bizim memleketimizde ödemeye alışık olduklarımızdan kat be kat fazla. 

İlgililere duyurulur!

1 Eylül 2005 Perşembe 

Dün gece 19:00 gibi uyuyan oğluşum günde max. 12 saat uyku kuralı çerçevesinde saat sabahın 07:00’sinde uyandı. Alp çoktan uyanıp işe gitmişti. Diğerleri uyanıncaya kadar Poyraz’a kahvaltı hazırladım. Derken Elif uyandı ve markete gitti. Ben de çocuklarla ilgilenip ( Deniz de bu arada uyandı)kahvaltıyı hazırladım. Oğlum çikolatalı milföy ve biraz portakal suyu ile bizle birlikte ikinci bir kahvaltı daha yaptı. 

Sonrasında toparlanıp müzeye gittik. Burada dinazor ve balina iskeletleri, doldurulmuş bir sürü hayvan ve ayrıca canlı hayvanlar vardı. İlginç bir müze. 

Müze sonrası çocuklara atıştırmalık -buranın tabiriyle snack-  verdik. Poyraz kıtır çubuk ve krem oluşan snack setindeki peyniri mayonez olarak algılayıp bir güzel yedi. Garipsedim; zira Poyraz normalde hiç mayonez yemez; soframızda da mayonez hiç yer almaz. 


Karnımız tok, sırtımız pek olduktan sonra hep beraber Old Town’a gittik. Daha turun en başında Petit Batou mağazasına girip Poyraz ve Deniz için çok güzel kıyafetler aldık. Ardından Terrace isimli 

güzel bir restoran gösterdi Elif  bize. Interiors ise ince zevke sahip bir dekorasyon mağazası. Çok gözalıcı peyzaj mağazaları var. Çiçekçiler muhteşem. Eski bir hastane binası kalıntısı alanı gezdik. 

Estelasyon sergileri yapılıyormuş ve bugüne kadar gördüğümüz en modern tasarımlı bir kiliseyi ziyaret ettik. 

Ana meydandaki havuzun etrafına oturup hep beraber öğle yemeği yedik. Poyraz nuggets çoksevmişti. Bu nedenle Ona bugün nuggets aldım. Yemeğin ardından Etam mağazasına uğradık. Amacımkendim için pantolon formlu alt üst pijama almak. Ne yazık ki burada da istediğim gibi pijama yok. 

Nihayetinde H&M mağazasında ( o tarihte henüz Türkiye'de yok; pek de bilinmiyor zaten) istediğim gibi, beyaz üzerine çiçekli, Çin-Japon esintili tam istediğim gibi bir pijama buldum. Ayrıca Poyraz’a bir tane beş parmak bir tane de bütün elli eldiven, şapka, çorap, biri Gufi  diğeri Garfield desenli iki 

penye pijama, biri Mickey diğeri düz mavi gömlek, bir mavi renk mont, 1 kısa uzun kollu 2 adet düz beyaz penye (memleketimde beyaz penye bulmak neredeyse imkansız – malum kirlenmek güzeldir 

sadece reklamlarda kaldığı için anneler tercih etmiyor diye düz beyaz kıyafet bulmak çok zor) ve de 1 tane inek oyuncağı olmak üzere “çıldırmış” bir alışveriş yapıp oğlumuzun sonbahar-kış kreasyonunu tamamlamış olduk. 

Normalde Arkan ve ben gezilerimizde sadece bir buzdolabı magneti alırız. Şart olmamak kaydıyla otantik dekoratif bir obje ve yine şart olmamak kaydıyla eğer bulabiliyorsam otantik kolye haricinde alışveriş yapmayız hatta alışveriş mekanlarına bile uğramayız. Fakat burası ve özellikle birkaç mağaza çocuk ürünleri için adeta bir cennet. Hem fiyatları çok ama çok uygun hem de gerçekten zevkli ürünler var. Özellikle benim gibi çocuğunuza üzerinde baskı, motif olmayan düz renk kıyafetler giydirmeyi tercih ediyorsanız burada sınırsız seçenek var. H&M bunların başında geliyor. ( Tabii ki tüm bunlar 

Euro neredeyse 3 hatta 3.5 kat artmadan önce yaşanmıştır) 
Akşam üzeri saat 19:30 gibi eve geldik. Yarın Deniz’in okulu açılacağı için kuaförde randevusu var. Elif, Deniz’i alıp kuaföre gitti. Biz de ailecek eve geldik. Hemen pijamalarımı denedim; nefis oldu. Sonra oğlumun banyosunu yaptırdım. Buzz Işık Yılı havlumuza kurulanıp Gufi pijamamızı giydik.  

Poyraz’a flaminyon pişirdim; O da bir güzel afiyetle yedi. Tam yemeği bitirmek üzereyken önce Alp, ardından da Elif ve Deniz geldi. Poyraz, Elif’in Deniz’e pişirdiği balık kroketinden 1 çubuk yedi. 

Bugün 5 parça tavuk nugget, 1 dilim dana flaminyon ve 1 çubuk balık kroket olmak üzere 3 çeşit et gıdası almış oldu. Zaten geldiğimizden beri Poyraz ve Deniz yemek yeme rekabeti içindeler. 

Daha ilk lokmayı yemeden “En güçlü ben oldum” diye gerim gerim geriniyorlar. Elif bize de Flaman küsche yani Flaman Mutfağından patates, bacon ve peynirle hazırlanan bir yemek pişirdi. 

Şarap eşliğinde bir güzel yedik. Ardından da makaron tatlısı. Makaron, buraya özgü bir tatlı. (Daha o vakit Türkiye'de makaron fırtınası henüz esmeye başlamamış)  Bizim acıbadem kurabiyesini andırıyor. Fakat sadece bej değil, pembe ve çikolata rengi de olduğu için tabakta çok güzel duruyorlar. 

Poyraz saat 21:00 olmadan uyudu. 

Yarın günübirlik Paris’e gitme düşüncemiz vardı ama vazgeçtik. Cumartesi gününü de Alp ile geçirmeye karar verdik. Stilist olan arkadaşım Elif, trendleri takip ediyor ve doğal olarak, Maison Object Fuarı ( Ev Dekorasyon) için o gün Paris’te olacak. 

Hafta sonu Braderie isimli her yıl düzenlenen bir etkinlik nedeniyle her yer şimdiden kalabalık. Her tarafta çadırlar kurulmuş. Bazı mağazaların üzerinde de “Braderie’ye katılıyoruz” duyuruları asılı. Braderie 1500’lü yıllardan günümüze gelen bir gelenek. Asillerin yılda bir kez çalışanlarına evdeki atılık verilik türde eşyaları satma izni verdiği bir etkinlik olarak doğup günümüze kadar gelmiş. Tabii ki günümüzde asiller ve hizmetçiler yok, onun yerine kişilerin eski, antika ne varsa satışa çıkardığı bir mezat haline bürünmüş. Belçika, İngiltere, Fransa’nın diğer bölgelerinden bir sürü meraklı bu tarihlerde Lille’e doluşuyormuş. Geçen yıl 3 milyon ziyaretçi ağırlamış Lille. O gün şehrin içinde araç trafiği ortadan kalkıyor, tüm yollar trafiğe kapatılıyor. Dün Hayvanat Bahçesi’ne gittiğimiz alana şimdiden çadırlar kurulmaya, boş alanlar rezerve edilmeye başlanmıştı. İlginç bir etkinlik ama izlemeyi düşünmüyoruz. Geçen yıl Elif'ler çılgın kalabalığı yarıp da 

hiç bir yere gidemeyip hiç bir şey de göremediklerini söyleyince yavrucaklara da eziyet etmeyelim dedik.

2 Eylül 2005 Cuma

Paris’e gitmekten vazgeçtiğimiz bugün, Deniz’i okula bırakıp eve dönen Elif ile şehir merkezine gittik. Burada önce Snac mağazasına uğradık; magnetli bilyeli oyuncaklardan aldık. Sonra Okaidi Mağazası’nda Deniz’de görüp beğendiğim, büyümüş de küçülmüş tarzı çizgili pijamalara rastlayıp 

Poyraz’a iki farklı desende aldım. Yetmedi; bir sürü harika pantolon ve kazak aldık. Böylece Paris’e gitme masrafımızı olduğu gibi Poyraz’ın gardrobuna yönlendirmiş olduk. 

(Not: Poyraz bu kıyafetleri 2 yıl tepe tepe kullandı. Artık çoğunu eskidiği için değil de küçüldüğü için yeni nesil arkadaşlarına verdik. Gerçekten çok kaliteli ve çok zevkli şeyler aldık; içimize sine sine de oğlumuza giydirdik) 


(Bugün öğleden sonramız Belçika'daydı. Notlar haftaya Belçika dosyasında. )  

Belçika dönüşü Deniz’in Alergologta randevusu vardı. Biz de La Madeleine’deki Botanique Parkı’na gittik; çok keyifli vakit geçirdik. Ardından insanın gözünü bayram ettiren zerafette ve yeşillikte evler arasından yürüyerek eve döndük. 

Poyraz’ı yıkayıp eşyalarımızı toparlamaya başladım. Akşam yemeğinde Saint Jack (istiridye) ve somon füme, Fransız peyniri; rizzling türü nefis bir tatlı, beraberinde beyaz şarap içtik. Bunlar tabii ki hep biz yetişkinlerin yediği. Bizim çocuklarımız Türk olduğu için bu tatlardan doğal olarak Fransız bebeleri kadar haz etmiyor. Onlara her gün ayrı çocuk menüleri hazırlıyor, bizimkileri de gösteriyoruz ama şimdiye kadar yetişkin menülerine pek talepte bulunmadılar. 

3 Eylül 2005 Cumartesi

Bugün günübirlik Belçika Ooestende gezisi yaptık. Detay notlar haftaya Cuma günü.   

4 Eylül 2005 Pazar

Tatile ve arkadaşlarımıza veda günü geldi. Arkadaşlarımız bizi Brüksel’e, havaalanına kadar getirdiler. 

Ne ilginç değil mi! Fransa’da yaşamalarına rağmen uluslararası uçuşlar için Belçika’ya gitmek... 

İşte sınırlar kalkınca böyle bir imkanı da kullanmak mümkün oluyor. 

4. kez gittiğim Fransa bu sefer daha da farklıydı. Orada yaşayan birisinin yanında kalarak bir ülkeyi 

tanımak hakikaten çok farklı. Daha bir Fransız gözüyle günlük yaşamı izleme ve tanıma fırsatımız oldu. 

Ayrıca çocukla yapılan bir seyahatte çocuğu olan birinin yanında kalmak olağanüstü güzel. Bildiğiniz ülkelere bir de eşinizin dostunuzun yanında kalarak tekrar gidin derim. Eminim daha çok keyif alacaksınız. Arkadaşlarınızın mutluluğu ise ayrı bir mutluluk!