Friday 29 May 2020

RUSYA St Petersburg 🇷🇺 2010


Yavaş yavaş bu seyahatimizde de sezon finaline yaklaşıyoruz. 
4 ülkeyi kapsayan 2010 tarihli gezimizde; Letonya, Litvanya ve Estonya’nın ardından şimdi de Rusya’dayız. 
Memleketten yola çıkış tarihimiz 21 Temmuz. 3 kişiyiz: Ben, eşim ve oğlum. Poyraz 8 yaşında; ilkokul 2. sınıfı bitirdiği yaz.
Seyahat rotasını bir kez daha hatırlatayım:
🇱🇻 Letonya-Riga, 21-22-23 Temmuz 
🇱🇹 Litvanya-Vilnius, Curonian Spit, Trakai, 23-24-25 Temmuz 
🇱🇻 Letonya (Litvanya dönüşü) 25-26 Temmuz 
🇪🇪 Estonya, Tallinn, 26-27-28 Temmuz 
🇷🇺 Rusya, St Petersburg ve Moskova, 28 Temmuz - 1 Ağustos
Her seyahatte farkediyorum ki daha çok fotoğraf çekiyoruz. Doğal olarak 2000 yıllarının başlarındaki ilk seyahatlerimizde daha dijital dönem başlamamıştı. Dia çekip ardından fotoğrafçıda işlem yaptırmak hem pahalı hem de zaman alıcıydı. Bu nedenle, ne görürsek çekmiyor, çekemiyorduk; zira bu tam bir lükstü. Ayrıca fotoğraf makinelerimiz ağır ve çok kıymetliydi. 
Zamanla dijital dünya başladığında, üzerimize bunun rahatlığı geldi. Hele Rusya kısmında o kadar çok fotoğraf çekmişiz ki! Baktım işin içinden çıkmanın imkanı yok. Dedim ki, en iyisi hem dünya coğrafyası hem de tarihinde devasa yer kaplayan ülkeyi ben de iki kısma ayırayım. Dolayısıyla Rusya topraklarındaki ilk şehir olan St Petersburg ile açılışı yapıyorum. Haftaya başkent Rusya’da sezon finali yapacağım. 😊

NEREDE:
Rusya, malum  öyle devasa bir coğrafya ki, komşularını saymak bile vakit alır. Dünyanın en geniş ülkesi olan Rusya hem Asya’nın büyük bölümünü hem de Doğu Avrupa’yı kapsıyor. 
Komşuları; kuzeybatıda Norveç, Finlandiya, batıda Polonya, Estonya, Litvanya, Letonya, Beyaz Rusya, güneybatıda Ukrayna, güneyde Gürcistan, Azerbaycan, Kazakistan, Çin, Moğolistan ve Kuzey Kore ile denizden Japonya ve ABD. Yazarken bile nefesim kesildi. Resmen dünya turu yaptık.
Rusya, yüzölçümü olarak Türkiye’nin tam tamına 22 katı. Bununla birlikte nüfus olarak sadece 144 milyon yani bizim 2 katımızın altında. İlk ziyaret noktamız olan St Petersburg’un nüfusu ise 5 milyon. Başkent Moskova ise yaklaşık 12 milyon ile İstanbul’umuza göz kırpıyor. 
BAŞKENT
Moskova. Haftaya daha dip detay tanışacağız kendileriyle.
KISA TARİHÇE:
Rusya’nın nasıl kısa tarihi yazılır ki! En azından tarihin yazıyla başladığı örneğinden hareketle 864 yılında Kiril alfabesinin icadıyla ve Doğu Slavlarla başladığını söyleyerek lafa başlayabilirim. 
İlk devletleri 13. yüzyıldaki Kiev Knezliği olup, bunu 14. yy’da Moskova Knezliği ve peşi sıra 16. yy’da Rus Çarlığı izler. Çarlık mayası tutar ve imparatorluğa dönüşür.
  1. Dünya Savaşı, monarşiden memnun olmayan Bolşeviklere aradıkları fırsatı verir ve 1917 yılındaki Ekim Devrimi ile sosyalizm sayfası açılır ve Sovyetler Birliği dönemi başlar. 
  2. Dünya Savaşı’nı ise Amerika ve Sovyetler arasındaki soğuk savaş yılları izler. Batının NATO, Doğu Bloğunun ise Varşova Paktı çatısında birleştiği Demir Perde yılları 1990 yılında kapanır. 
YÖNETİM ŞEKLİ: 
Resmî adı Rusya Federasyonu olan ülkenin yönetim şekli tarifi altında anayasal  cumhuriyet, federal cumhuriyet ve yarı başkanlık sistemi yazar. Devlet başkanı 6 yılda bir halk tarafından seçilir. Vladimir Putin, 2018 yılı 18 Martında %76’lık oy oranıyla bu göreve seçilmiş. 
Federal cumhuriyet denince de kendi anayasaları ile yasama ve yürütme organlarına sahip 21 cumhuriyet bulunduğunu belirtelim. Bu devletler Rusya Federasyonu içinde özerk devler statüsündedir. Bunlar kim diye merak edenlere hemen kamu hizmetimizi sunalım:😊
Adıgey, Altay, Başkortostan, Buryatya, Dağıstan, İnguşya, Kabardin-Balkar, Kalmikya, Karaçay, Karelya, Kırım, Komi, Mari El (Çirmişistan), Mordovya, Saha (Yakutya), Kuzey Osetya -Alaniya, Tataristan, Tuva, Udmurtya, Hakasya, Çeçenya ve Çuvaşistan.
Bunlardan Başkortostan, Çuvaşistan, Hakasya, Yakut, Kabardino-Balkar, Tuva, Altay, Tataristan,  Rusya sınırları içindeki Türk Cumhuriyetleridir. 
DİL
Rusya’nın resmî dili Rusça olmakla birlikte aynı zamanda yukarıda belirttiğim cumhuriyetlerin de kendi dilleri vardır.
Örneğin Altay ve Başkortostan Türkçe, Buryatya Moğol, Çeçenya Kafkas, Karelya Finno Ugric...
DİN
Rusya, dünyada en fazla etnik nüfus barındıran ülke. Yaklaşık 100 farklı ulus yaşıyor. Nüfusta en fazla paya sahip Ruslar sadece %8’lik bir ağırlık taşıyor. Ruslar, Hıristiyan Ortodoks inancına sahip. Onun dışında çeşit çeşit inanışlar var. Örneğin; Adıgey, Çeçenya ve Başkortostan Sünni Müslüman,  Buryatya ve Kalmikya Tibet Budizmi yani Lamaizm, Yakutistan hem Ortodoks hem Şamanizm... Yani ortada tam bir mozaik mevcut. 
VİZE
Rusya vizesi kalbimde yaradır desem yeridir. Zira hem zahmetli hem de epey tuzlu bir şekilde vize aldıktan sadece birkaç ay sonra Türkiye-Rusya arasında karşılıklı olarak vize uygulaması kalktı. Gerçi o vakitten beri iki ülke arasındaki tansiyonun seviyesine göre de vize bir kalktı bir geri geldi. Bu nedenle Rusya vizesi tıpkı hava durumu gibi seyahat dönemindeki politik hava durumuna göre parçalı bulutlu ya da güneşli. Ne zaman gidersiniz, o vakit kontrol edin derim. 
PARA
RUB olarak gösterilen Rus Rublesinin Mayıs 2020 itibariyle TL ve Dolar karşısındaki değeri şöyle:
1 TL = 10,39 RUB
1USD= 70,71 RUB
SEYAHAT GÜNLÜĞÜ
28 Temmuz 2010 Çarşamba - 30 Temmuz 2010 Cuma 
 
Rusya’nın St Petersburg şehrine, Estonya’nın başkenti Tallinn’den otobüsle gittik. Yol 364 km, yani kabaca İstanbul-Eskişehir arası kadar. Zihnimde ilk Rusya’ya gitme düşüncesi oluştuğu yıllarda, haliyle doğrudan uçakla gideceğimi varsayardım. Bu şekilde gitmek tamamen söz konusu seyahati planlarken aklıma geldi. Kaldı ki, zamanın SSCB ülkelerinden üçünü öncesinde ziyaret edip ardından Rusya’ya geçmek de bence zamanın ruhu açısından çok anlamlıydı. 
 

 
St Petersburg ile ilgili ilk aklıma gelen Güliver’in Devler Ülkesi masalı oldu. Tüm binalar o kadar heybetli ki! Haritada sadece tek bir bina sonrası olarak gördüğümüz sokakların ne kadar git git varılmaz mesafede olduğunu görünce tabanvay ustası, yürü yürü yorulmaz insanlar olmamıza rağmen şaşırdığımızı itiraf etmeliyim.
Sanırsınız ki her bina ortalama 1 km uzunluğunda ve siz gittikçe sanki uzuyor, uzuyor, uzuyor. Açıkcası bu durumun bir süre sonra biraz can sıkıcı hale geldiğini söylemeliyim. Sanki şu bir türlü uyanamadığınız, gidip gidip varamadığınız, kaçacak uçağa yetişemediğiniz kabuslar gibi bir hal alabiliyor. 
Birbirine benzer, sadece renkleri farklı dev duvarlardan oluşan bir labirentin içindeymiş duygusuna kapılmanız an meselesi. Belki böyle hissetmezdik eğer gittiğimiz dönem son 200 yılın en sıcak yazına denk gelmeseydi. Evet, doğru! Kışıyla, soğuğuyla, Sibirya’sı ile meşhur ülkeye sadece Rusya değil Dünya için de rekor sıcakların olduğu bir dönemde gitme başarısı gösterdik. Sonuç; çok piştik, sıcaktan bayılacak gibi olduk. Zira hemen hemen hiç bir yerde klima yoktu. 
 
Soğuk su bulmak da ciddi bir problemdi. Zira bakkallarda da az sayıda soğutucu vardı. Sokaklarda, mobil soğutucu içinde su ve dondurma satan çok sayıda satıcı olmasına rağmen sular daha serinlemeye bile zaman bulamadan satılıyorlardı. Ayrıca da çok pahalıydı. Bildiğiniz en küçük boy suya 2-3 Euro civarı bir rakam ödüyorduk. Hayatımızın en büyük su maliyetini gömdüğümüz ülkedir Rusya. 
Rusya’ya adım attığımızda en çok şaşırdığımız diğer bir konu ise kredi kartı kullanımının yok denecek kadar az ve buna rağmen hayatın çok pahalı olmasıydı. Dolayısıyla Dünyanın çok çok fakir pek çok ülkesinde bile rahatça gezmemize rağmen ilk defa Rusya’da paramızın yetmeme olasılığını görüp huzursuzluk yaşadık.
Kaldığımız otel İstanbul Elmadağ’daki Hilton Oteli gibi oranın en eski ve romantik otellerinden biriydi. Mimari olarak daha çok Çırağan ayarında, haşmetli, epey göz dolduran, insanda “Burada konaklayabildiğime göre epey zenginim de benim mi haberim yok.”😊 dedirtecek bir görünümdeydi. Konaklama maliyeti olarak ise şehrin genel havasına göre ortalama bir ayardaydı. 
 
Fakat göz ardı ettiğimiz bir konu vardı: Klima. Evet, bu görkemli otelde, görkemli odamızda, göz alıcı kahvaltı salonunda piştik, piştik. Ne doğru dürüst uyuyabildik, ne yediğimiz yemeğin keyfini çıkarabildik. Tam bir hamam sıcağı. Baygınlık geçirmek an meselesi. O sıcağı tarif bile edemiyorum. Çölde bile böyle bunalmamıştık. 
Gelelim şimdi 3 gece ve ortalama 2.5 gün geçirdiğimiz St Petersburg günlerimize. 
St Petersburg tıpkı bir çok meşhur Avrupa şehri gibi içinden nehir geçen bir şehir. Neva Nehri kıyısında dolaşmak, akşam gün batımına karşı elinde bira ve her tür içki ile manzara seyretmek her yaştan St Petersburg’lunun ana aktivitesinden birisi. 
 

 

Nehir üzerinde de hem özel hem de turistik tekneler vızır vızır yol alıyor. Kıyı boyunca keyifle yürüyen ya da bir şeyler içerek muhabbet eden Rusları izlemek kendi başına bir turistik aktivite.
Özellikle karşıdan Kışlık Saray’ın manzarası eşliğinde Neva Nehri son derece fotojenik. Fotoğraflardan göreceğiniz üzere, çek çek bitirmemişiz. Farkettiyseniz Kışlık Saray da kıyı boyunca uzanan, yaklaşık 1 km uzunluğunda bir bina. 
 

 

St Petersburg deyince ilk akla gelen yerlerden birisi şüphesiz Dünyaca ünlü Hermitaj (Ermitaj) Müzesi. Binanın boyutunu görünce sizi korkutacağına bahse girerim. 😊 Söylendiğine göre içinde 3 milyon sanat eseri varmış. 
St Petersburg adını Rus Çarı Peter’den alır. Şehir 1703 yılında Çar Petro tarafından kurulur ve 200 yıl Çarlık Rusya’sına başkent olarak hizmet verir. Devrim sonrası ismi bir dönem Leningrad’a çevrilir.
St Petersburg, Rusya’nın ikinci Avrupa’nın ise 4. büyük şehri. UNESCO kapsamındaki Neva Nehri ve 42 ada üzerine kurulu olan şehir tahmin edeceğiniz üzere Kuzeyin Venedik’i olarak tarifleniyor.
 
Yay şeklinde kavisli mimarisi ve turkuaz renkli kubbesi ile Kazan Katedrali göz kamaştırıyor. 

Aziz İsaac Meydanı, Aiz İsaac Meydanı ile Mariinsky Sarayı arasında kalan ve resmen at koşturulacak büyüklükte bir alan. Zaten de meydanı 1. Nikolay’ın at üzerindeki bir heykeli süslüyor. 😊
Peterhof Sarayı, daha önce gezdiyseniz size Paris’teki Versay’ı anımsatacak, zira oradan etkilenmiş. Çeşmeleri, bahçeleri ile bu sucak havada azıcık başımızı serinletecek bir vaha gibi oldu bizim için. 
 

 
Sıçramış Kanlar Kilisesi gibi korkunç bir ada ama masalsı görünüme sahip kilise de yine nehir boyunca yer alıyor. Resmî adı Voskresenia Khristova Kilisesi. 
Rus klasiklerinde bol bol adı geçen Nevski Bulvarı bizim de kaldırımlarını aşındırdıydı zaman yerlerden birisi oldu. Dostoyevski ve tüm o efsane yazarlarla aynı yollarda yürümek ne büyük bir mutluluk.
Rusya deyince bizim için çocukla gezen birisi için bir numaralı alışveriş maddesi haliyle votka😊 değil matruşka oldu. Hem de bir penguen matruşkası. O yıllarda Madagaskar çizgi filmi çok meşhurdu. Bu da Madagaskar penguenleri... Poyraz’ın mutluluğu tarifsiz. Zira 3 yaşında Prag’dayken buna benzer bir matruşkayı bir yerde görmüş, dönüşte uğrar alırız deyip alamamıştık. 7 yıl sonra bu sefer St Petersburg’ta karşımıza çıktı. 🙏
 

 
Rusya’nın iki büyük şehrinin de metrosu çok meşhur. Moskova daha da meşhur. Biz de gelmişken metroyu da ihmal etmedik.
 
Rus kızları o kadar metro merdivenini ve Arnavut kaldırımlı sokakları bana mısın demeden topuklularla yürüyor. Sanırsınız ki altlarındaki topuklu değil spor ayakkabı. Bravo, vallaha bravo! 
Poyraz, bu devler ülkesinin tüm yorucu temposuna rağmen her zamanki neşesi ve coşkusu ile bizi de keyiflendirdi. Eminim ki şimdi tekrar gitsek en başta Rus edebiyatının dev isimlerinin, başta Dostoyevski olmak üzere, mekanlarını ziyaret etmek isterdi. Gerçekten de şehrin havası tıpkı Dublin'de (İrlanda) hissettiğim gibi insana yazma isteği veriyor.

Carle Faberge tarafından 1880'lerde Çar 3. Aleksandr'ın eşi için yapılan paskalya yumurtası ile başlayan, çok popüler olup sonradan seri halde üretimine başlanan yumurtalı mücevherler günümüzde ülkenin önemli hediyelik eşya ikonlarından birisi. Yıllar önce Zuhal arkadaşım seyahat dönüşü hediye olarak getirmişti. Şimdi aynı topraklarda bizzat bulununca daha da kıymetlendi. 

Haftaya Devler Ülkesi'nin başkenti Moskova'da görüşmek üzere!