Saturday 19 October 2019

DANİMARKA 🇩🇰 2003

İş, eş, çocuk ve ekonomi gözeterek başlayan dört dörtlük seyahatlerimizin ilk durağı Danimarka!    Ve her zaman olduğu gibi ilkler unutulmaz! 
Sene  1990. Üniversite sonrası 1 yıllığına Londra'dayım ve bu benim ilk yurt dışı tecrübem. Oradayken Hırvat kökenli Yugoslav bir kızla arkadaş olmuştum ki o tarihlerde hala Yugoslavya diye bir ülke vardı. 1 sene sonra 1991 yazı başlarken Türkiye'ye döndüğümde ise Hırvatistan kurulmuş ve Yugoslavya, sonunda 7 parçaya bölüneceği sıcak bir sürecin içinden geçmekteydi. 
Ve yine 1 sene sonra, 1992 Haziran, UEFA Euro Cup başlamak üzere. Normalde futbol ile buz pateniyle ilgilendiğimin yüzde biri kadar bile ilgilenmiyorum.😊 Fakat ben o sene tüm kupa maçlarını seyrettim. Neden mi? Çünkü kupa öncesi televizyonda şöyle bir haber izlemiştim:   "Yugoslavya savaş nedeniyle kupada temsil edilemeyecek. Onun yerine müsabakalara yedek listesinden Danimarka katılacak." Bu cümleyi duyar duymaz saniyesinde zihnimin ekranında şu düşünce alt bant olarak yanar dönerli bir şekilde aktı: "Bir de şampiyon olurlarsa al sana dört dörtlük 
Disney Filmi !"
Düşünsenize, savaş gibi insanın aklına bile getirmek istemeyeceği ve normalde de asla  gelmeyecek türde bir sebeple ayağınıza bir şans geliyorsa eğer, sizin de bu şansı sonuna kadar kullanmanız gerekir, öyle değil mi!  Haliyle kaderin bu cilvesine tanıklık etme isteğiyle tüm maçları izledim ve bilin bakalım ne oldu? Evet, Danimarka kazandı; film gibi! Hem de Almanya ile final oynayarak... Müthiş, çok müthiş bir kupa oldu! Acaba içimde keşfedilmeyi bekleyen bir kahin mi vardı, yoksa tüm bu şampiyonluk benim yüksek inancım nedeniyle mi kazanıldı😃
Yine aynı tarihler... Gençliğimizin efsane mankeni Cindy Crawford'a klonu kadar benzeyen ve bu sebeple roket hızıyla meşhur olan Tülin Şahin nam-ı diğer Sivaslı Cindy 
neredeyse adım başı her defile ve magazin haberini süslüyor... Tülin, baba tarafından Sivaslı olunca 
bizim gazeteciler eksik olmasın hemen marka çalışması yapıp Sivaslı Cindy demişler ama aslında Tülin Danimarka doğumlu...
İşte bu iki olay 2003 yılına kadar Danimarka'nın hayatımdaki yerini kabaca özetliyor.  
Oğlum Poyraz, 30 Ağustos 2002 doğumlu. Hamileliğim esnasında kendimle feshi mümkün olmayan içsel bir sözleşme😊 imzalamıştım. Amacım, eşimle 1996'da evlendiğimizden beri başladığımız yurt dışı seyahatlerini hiç bir surette aksatmamak ve 
her sene mutlaka bir yurt içi ve en az 2 ülkeyi kapsayan yurt dışı seyahatleri gerçekleştirmekti. İstanbul'u, memleketi ve Dünyayı 
keşfetmek için oğlumuzun büyümesini beklemeyecek ve hemen 
turlara başlayacaktık. Sonuçta bugüne kadar yaptığımız seyahatlerde minicik bebeklerle bile gezen aileler görmüştük. Elin gavuru😊 yapıyorsa biz de pekala yapabilirdik!
İşte böylece, Danimarka'nın UEFA Şampiyonluğundan tam 11 sene sonra, Haziran 2003'te, oğlum 10 aylıkken  ilk yurt dışı seyahatimize, Danimarka'ya doğru yola çıktık. Böylece oğlumun Dünyaya açıldığı kapı Danimarka'nın başkenti Kopenhag oldu. Aslında bu seyahatin ana çıkış noktası seyahatin ikinci durağı olan ülkeye gitmekti. Bu ülkenin adını şimdilik söylemeyeceğim; zaten seyahatin devamı olarak gelecek ikinci yazıda kimliği ortaya çıkacak. 
Ben her zaman olduğu gibi, kıt kaynaklarımız olan zaman ve parayı😁 gözeterek bu kadar mesafe gitmişken görebileceğimiz başka bir yer olabilir mi sorusunu sordum. Bu düşünceyle planlara başlayınca bir de baktım ki Danimarka hem oyuna dahil olmuş hem de rota akışı daha uygun diye 
seyahatin ilk ayağını kapıvermiş. Anlayacağınız ballı Danimarka yine yedekten listeye girdi. 😊
Üstüne üstlük ailecek gittiğimiz seyahatler listesinin birincilik kupasının da ömür boyu sahibi oldu. 
20 Haziran Cuma - 1 Temmuz Salı 2003 tarihleri arasında 2 ülkeyi kapsayan toplamda 12 günlük seyahatimizin ilk ayağını oluşturan Danimarka’da 20-23 Haziran Pazartesi gününe kadar kabaca 3.5 gün geçirdik. Bu süre zarfında Kopenhag ve Helsingor şehirlerini 
gezdik. 
Şimdi ufak bir Danimarka brifingi vermek gerekirse aklıma ilk gelenler...
* Avrupa kıtasında bir İskandinav ülkesi
* Avrupa Birliği üyesi, Shengen vizesi gerekiyor.
* Alan ve nüfus olarak neredeyse Türkiye’nin %5’i kadar
* 1 yarımada ve 443 adadan oluşuyor.
* Sadece Almanya ile minicik bir kara sınırı var. 
* Anayasal monarşi ile yönetiliyor yani hem bir kralı hem de başbakanı var. Şu sıralar genç ve zarif bir kadın başbakanları var. 

*İsveç ile Danimarka arasında deniz üzerinden giden Öresundsbroen isimli, 16 km uzunluğunda ve bir dolu 
tasarım ödülü almış, hem demiryolu hem karayolu olarak kullanılan Kopenhag ve Malmö şehirlerini bağlıyan bir köprü var.
*Resmi dili Danca ve din olarak çoğunluk Hıristiyan.
* AB üyesi olmakla birlikte ülke Euro uygulamasından muafiyet istemiş ve kendi parasını yani Danimarka kronunu kullanmaya devam ediyor. O tarihte  döviz kurunu not almamışım. Şu anda 1 kron 0,85 TL civarı. Yazarken merak ettim ve ufak bir arşiv araştırması yaptım. Tabii ki o vakitler bol sıfırlı eski TL kullanıldığı için rakamları kavramam ilk etapta zaman aldı. Sonuçta o tarihten bugüne kron TL karşısında 3.5 kattan fazla değer kazanmış ama dolar karşısındaki yerini korumuş. Doların da aynı tarihten bugüne TL karşısında artış miktarı 3.5 kattan fazla. Demek ki o vakit gezmekle en az 3.5 kat daha ekonomik bir seyahat yapmışız.😊
Danimarka'nın nesi meşhur denince...
* Aklıma doğal olarak ilk Vikingler geliyor. 
* Sonra Shakespeare'in Hamlet’i yani Danimarka Kralı.  
* Ardından çocuk dünyasının en meşhurlarından  Andersen Masalları'nın yazarı Hans Christian Andersen. 
* Günümüze gelirsek Dünya çapında ünlü markalar olan Lego oyuncakları, 
* Biraseverler için Carlsberg 
* Ve muhtemelen özellikle uçaklarda ve pek çok otelde yemiş olduğunuz Lurpak tereyağı. Adamların tereyağı için 1901 yılında patent almış olmaları gerçekten takdire şayan. 
* Danimarka deyince aklıma gelen diğer isim ise efsanevi Yüzüklerin Efendisi kitap serisinin dev film  prodüksiyonunda Aragorn rolünü oynayan Viggo Mortensen. Adama baktığınızda Danimarka geni ve Viking kanı nasıl bir şey anlıyorsunuz zaten. 
Her kız çocuğu gibi😊 ben de küçükken, özellikle de lise yıllarında günlük tuttum. Fakat bu günlükler gayet düzensiz, bir yazıp bir bıraktığım ya da elime ne geçerse oraya yazdığım, gelişigüzel  karalamalar şeklindeydi. Oğluma hamile kaldığımı öğrendiğimden itibaren ise içinden 
geçtiğim mucizevi sürecin her gününü hatırlamak için aksatmaksızın Poyraz Günlükleri tutmaya başladım. Haliyle seyahatler de günlük kayıtları içinde özel bir koleksiyon olarak yerini aldı. Seyahat Okulu'nda yer alacak kayıtların büyük bir kaynağını işte bu günlük notları oluşturuyor. 
Bundan sonra okuyacağınız kısımları günlüğümden alıntılar şeklinde aşağıda aktarıyorum:
SEYAHAT GÜNLÜĞÜ
20 Haziran 2003 Cuma
Bugün gerçekten de çok özel ve eşsiz bir gün. Hayatımda beni en çok heyecanlandıran şey seyahat ve ben bugün hayatımın en kıymetli hediyesi olan oğlumla seyahate çıkıyorum; haliyle içim içime sığmıyor. Üstelik seyahatlere bir süre ara verip epey özlediğimiz bir dönemdeydik. Eşim Arkan ile Kenya’dan döndüğümüz 1 Ocak 2001 tarihinden bugüne yaklaşık 2.5 yıldan beri yurt dışına gidememiştik. Bu, Poyraz’la birlikte aile olarak ilk yurt dışı, ilk uzun seyahat ve ilk uçuşumuz olacak. Aynı zamanda oğlumun doğumundan beri evimizden uzakta geçirdiğimiz en uzun süre olacak. 
İstikamet önce Danimarka, arkasından da ............(bu ülke ismi bir sonraki yazımda) Üstelik bu tatilde iki Hakan arkadaşımızla birlikte olacağız. Tam dilek tutulası bir seyahat. Doğal olarak sağlık sıhhat içinde bol bol seyahat etmeyi diliyorum. Bugün İstanbul’dan hareketimizde yanımızda Hakan Uçar arkadaşımız olacak. Pazar günü ise Kopenhag’ta bize Hakan Binici katılacak. Ne büyük tesadüf ki eşimle tanışmama (tanıştırma kastı olmadan😊) ilk Hakan, eşimin o Hakan ile tanışmasına da diğer Hakan vesile olmuş. Tam bir kelebek etkisi. Oğlumuzla ilk seyahatimize onlarla gidiyor olmamız tesadüf olamayacak kadar manidar göründü gözüme. 
Uçağımız saat 15:50’de. Lufthansa ile uçuyoruz. Uçuştan önce Atatürk Havalimanı’ndaki HSBC Advantage Lounge alanına uğradık. Sponsorlu😊 ikramlarla seyahate moral ve avantajlı başladık.  (Ne nostalji yaşıyorum şimdi bu satırları okurken. Hem Atatürk Havaalanı hem de HSBC Lounge için... Hey gidi günler! Her ikisi de onlarca yolculuğumuz için bir tür Ayrılık Çeşmesi vazifesi gördü.😊)  Frankfurt’taki aktarmamızın ardından yerel saat ile 18:00’de Kopenhag’daydık. ( Yaklaşık 16 yıl öncesinden bahsettiğim için bırak Dünya'yı Avrupa'nın bile her yerine aktarmasız uçulan ülke sayısı o vakitler sınırlıydı. THY henüz en fazla noktaya uçan havayolu olmamıştı. Sabiha Gökçen Havaalanı ise yeni açılmış ve henüz yurt dışı ayağı şu anki noktanın çok ama çok uzağındaydı. Bir de o tarihlerde yaz-kış saati uygulaması yapılıyordu. Şu anda Türkiye saati Danimarka'dan sadece 1 saat ileri ve İstanbul-Kopenhag arası aktarmasız uçuş süresi ortalama 3 saat 20 dakika.)
Uçağa binişte bizi karşılayan hostes kocaman bir tebessümle "Hoşgeldiniz!" dedi ve Poyraz’a bezden yapılmış bir leylek ve minik bir oyuncak verdi. Uçağa binerken leylek almak bana göre iyiye işaret.😊 Umarım oğlumuzla bol bol gezeriz. Leyleğin hem bebek hem de yolculuk sembolü olması ne hoş bir tesadüf!               
Oğlum uçuş esnasında çok rahattı. Her iki uçuşta, çok kısa olsa da uyudu. Tek kısıtımız ufacık alanda  vakit geçirmeye çalışmaktı. Uçuş esnasında koltuğumuzda dar alanda kısa paslaşmalar şeklinde olsa bile altımızı değiştirdik. 
Kopenhag’a vardığımızda, otelimiz Central Station yani tren istasyonuna çok yakın olduğu için havaalanından otele trenle gitmeye karar verdik. Memleketimin gözünü seveyim. Tren bileti aldığımız dakikadan itibaren buranın çok pahalı bir ülke olduğunun işaretlerini bizzat cebimizde  hissetmeye başladık. 
(Ailecek toplu taşıma kullanmayı tercih ediyoruz ki böylelikle gezdiğimiz ülkeyi hem daha iyi kavrıyor hem de ekonomi sağlıyoruz. Buna, memlekette evimizden havaalanına gitme aşaması dahil. Bu nedenle daha bilet alım aşamasında uçuş saatlerinin toplu taşıma kullanımına uygunluğunu dikkate alıyorum. Otel konusuna gelince, seyahat süresini en etkin şekilde kullanabilmek, gece eğer istersek geç saatlere kadar dolaşabilmek için tercihimiz daima merkezi konumdaki oteller olmuştur. Çok iyi araştırma yaptığım için de her zaman hem konum hem de fiyat/fayda dengesi en güzel otelleri seçebiliyorum. Özellikle ileri ki yıllarda hem bütçesi hem de çok sıcak bir ortam sunması nedeniyle ağırlığı hostel konaklamasına kaydırdık. Farklı bir yazıda bilet ve otel seçimleri hakkında daha detaylı bilgi vereceğim.) 
Hava beklediğimizden serince. Sonuçta burası Kuzey Avrupa. Türkiye'den özellikle de İstanbul ile karşılaştırıldığında daha soğuk olması zaten coğrafi olarak beklenen bir durum. Yine de 6 sene önce arkadaşlarımız Elif ve Alp ile yaptığımız ilk İskandinavya seyahatinde hava beklediğimizden iyi çıkıp, neredeyse tüm seyahat boyunca İstanbul'da yazın ne giyiyorsam aynısını giyebildiğim için ona kıyasla serin geldi. 
Odaya yerleşir yerleşmez vakit kaybetmeden dışarı çıktık. Biraz yürüdük ve civardaki sokakları keşfederek  mekansal oryantasyonumuzu tamamladık. Artık yemek vakti. Seçtiğimiz pizzacının sahibi tesadüfen Türk; 12 Eylül öncesi yurt dışına sürülmüş 68 kuşağı bir solcu. Yemek ve sohbet gayet güzeldi, güzel olmasına ama... Ödediğimiz hesap bu güzelliği gölgeledi. Yemek ne kadar nefasetli olsa da insan sonuç olarak “alt tarafı pizza” demekten kendini alamıyor.
21 Haziran 2003 Cumartesi 
Hakanlardan bir demet: Hakan Uçar 
Kopenhag'da Haziran ortasından Temmuz ilk hafta sonuna kadar Beyaz Geceler dönemi. Güneşin batacakmış gibi hafif gölgelenip ardından kaşla göz arasında tekrar parladığı ve bizim gibi normal gün-gece yaşayan vatandaşları epey heyecanlandıran bir deneyim. 
Kraliyet Muhafızları 
Bu sabahın programı doğal olarak başkent keşfi. Şehri daha rahat kavramak için önce rehberli bir şehir turuna katıldık. Kenti önce otobüs ardından da botla gezdik. Den Gamla By ülkenin kültürünü tanımak için 100 civarı yapının bulunduğu bir açık hava müzesi olarak dikkate değer. Kraliyet Sarayı  çok şık üniformaları içindeki askerleri izlemek açısından gezi ajandamızın başında yer alıyordu. Özellikle askerleri gördüğümüz noktada Poyraz'ın baston pusetinin çapraz bağlı emniyet kemerleri ile askerlerin üniformasındaki çapraz kordonların uyumu çok komikti. Askerler ve Poyraz'ın bu komik benzerliğini fotoğraflamıştım ama o fotoğrafı bulamadım. Bulursam paylaşacağım ve o zaman ne kastettiğim daha iyi anlaşılacak. 

Hans Cristian Andersen, masal dünyasının en ünlü yazarlarından ve bir Danimarkalı. Bana göre televizyonda izlediğimiz en ağlak dizilerle yarışır hüzünde ve açıkcası bir çocuk masalı için dehşet travmatik bulduğum Kibritçi Kız en ünlü masallarından. Çirkin Ördek Yavrusu, "Kral Çıplak" fenomenini barındıran Kralın Yeni Giysileri, Prenses ve Bezelye Tanesi ve tabii ki Little Mermaid yani Küçük Deniz Kızı diğer çok ünlü masallarından sadece birkaçı. Eğer yolunuz Kopenhag'a düşerse, gezilecek yerler listesinin neredeyse 1 numarası işte bu masallardan biri olan Küçük Deniz Kızı'nı temsil eden heykel. Biz de eksik kalmadık ve aynı zamanda merak da ettiğimiz bu heykeli görmeye Langelinie Limanı'na gittik. 1913 yılında yapılıp bir kayanın üzerine yerleştirilmiş olan Deniz Kızı heykeli gerçekten de çok küçüktü.Hatta o kadar küçüktü ki ben ilk başta ısrarla onun sembolik "az sonra" tadında bir heykel olduğunu düşünüp esas olanını😊  bulmak için epey bir etrafı taradım ama yanılmışım. Pazarlama dedikleri bu olsa gerek! Sevimli, sıradan ve çok minik bir heykel. Sonuçta heykele değil de hikayeye odaklanmak gerek sanırım.


Bir şehri 
keşfin en güzel yolu şüphesiz yürümek. Poyraz bu seyahatten sadece 15 gün sonra, yaşına 1 ay varken yürümeye başladı. Ayaklandığı tarihten itibaren de her yere ve her mesafeye bizimle birlikte yürüdü; tırmandı. Sırtına bir de minik bir çanta verdik; ihtiyaten kıyafet, hafif atıştırmalık ve sevdiği  oyuncaklar, boya kalemleri ve resim defteri olan. O vakitten beridir kilometrelerce yürüdüğümüz onlarca seyahat gerçekleştirdik. Bu tür seyahatlerde ister kent merkezi, ister dere tepe olsun günlük ortalama yürüyüş menzilimiz 15-20.000 adım.  

Tivoli Bahçesi 
Deniz Kızı ziyaretinin ardından şehrin en civcivli alışveriş bölgesi olan Stroget'e gittik. Ne alış ne de verişte bulunmadan oradan ayrıldık. Seyahatlerimizin ana odağı keşif olduğu için programızda alışverişe minimum yer veriyoruz. Benim alışveriş deyince en sevdiğim kısım pazarlar ve marketler. Domates, patates, diş macunu, ekmek,... kaç para öğrenmek ve bizden farklı ürünleri var mı araştırmak, rafta, tezgahta nasıl sergilendiğini görmek hoşuma gidiyor. 
Yol üzerinde gördüğümüz Exotic Museum😊 ilgimizi çekti ve ailecek girip gezdik.  Müzenin ardından sabah kahvaltısında hazırladığım sandviçlerin yanına çay alıp açık havada olmanın keyfini çıkararak ve etrafı izleyerek keyifle yedik. Seyahatlerimizde öğle yemeklerine çok vakit ayırmamayı, hava kararmadan, özellikle de saat kısıtlaması olan yerlere yetişebilmek için öğle yemeğini kısa ve pratik tutmayı tercih ediyorum. Zira turistler için en çok ziyaret edilen bölgeler haliyle çok kalabalık oluyor. Çoğu zaman  “dört başı mamur yemek yenecek”  rakamlara “alt tarafı bir sandviç ya da pizza" ancak yenebildiği için hem bütçe kırmızı alarmı ile karşı karşıya kalınabiliyor ve hem de zaten kaybı parayla ölçülemeyecek vakit kaybı yaşanabiliyor. Bana göre Türkiye’de bizim garsonlarımız çok zeki ve süratli. Birçok ülkede Avrupa başta olmak üzere garsonlar genelde çok yavaş. Güya çabuk olsun diye sipariş ettiğimiz bir kulüp sandviç için 45 dakika beklediğimiz vakitleri bilirim. Bu nedenle hem zaman hem de parayı gözeterek tedbirli olmayı tercih ediyorum. Kaldığımız otelde hazırladığım ya da market/pazar keşiflerim esnasında aldığım soğuk sandviçler ve meyveler özellikle de gezginlerin kutsal meyvesi muz gerçekten hayat kurtarıyor. Zaten yemeği bir yere koşturmadan yemek en güzeli. Ben bu keyfi akşam yemeklerine bırakmayı tercih ediyorum.

Pratik ama bizi dinlendiren öğle yemeği molamızın ardından yine Kopenhag'ta Nereleri Gezmeli listesinin önemli maddelerinden birisi olan Tivoli Bahçesi" ne gittik. 1943'te kurulmuş olan bu park sadece Danimarka değil Avrupa'nın gözbebeği noktalardan birisi. Hem yeşilliği hem de içinde yer alan sanat performansları ve lunapark ile her yaştan yerli ve yabancı konuklarına hem huzur hem de eğlence sunan, sabah ayrı gece ayrı ziyaret edilebilecek bir nokta. Burası Dünyanın en eski ikinci eğlence parkıymış. İlk park Bakken ise yine Danimarka'da ve Kopenhag'a çok yakın olan Klampenborg'ta. Her Temmuz Bakken'de Noel Baba Buluşması varmış. Temmuz ayında Danimarka gezisi yapacakların aklında bulunsun. Hal böyle olunca Lego markasının ve onun üzerine kurulan dev Legoland endüstrisinin çıkış yerinin Danimarka olmasına şaşmamak gerek. 
Akşam yemeğini de hem dün geceki hesabı dengelemek hem de "Dünyada gidilmedik Mc Donalds ve Burger King Kalmayacak!" projemiz😊 kapsamında Mc Donald’s ta yedik. 

Bugün sokak yürüyüşümüz esnasında gezdiğimiz bir mağazada normalde yapmadığım türde bir alışveriş yaparak üçgen şeklinde bir peynir tahtası aldım. 

Üzerindeki 
bıçakta da İngilizce “Cheese” yani peynir yazıyor. İskandinav ülkeleri özellikle minimalist tasarımlarıyla öne çıkıyor. Ben de 
özellikle yalın ve estetik tasarım ürünü olan mutfak eşyalarına  bayılıyorum. Evimde hala keyifle kullandığım hem estetik hem de fonksiyonel mutfak eşyalarından birisidir bu peynir tahtası. Poyraz, çevreyle rahatlıkla iletişim kuruyor; çok tatlı. Etrafa büyük bir merakla bakıyor. Uykusu gelince az biraz mızıklanıyor ve emerek rahatlayıp uyuyor. Oğluma hamileyken kendimle yaptığım sözleşme maddelerinden😊 biri de oğlumu ilk 6 ayda sadece anne sütü ile beslemek ve ardından da 2 yaşına kadar emzirmeye devam etmekti. (Her iki hedef de tuttu çok şükür! Ülkemizde her üç anneden sadece bir tanesi bunu yapabiliyormuş.)                                                                                                                  Burası bana Amsterdam’ı hatırlatıyor. Fakat daha temiz ve daha az kozmopolit. İşin ilginç tarafı burada Amsterdam'a kıyasla daha çok bisiklet var. Üstelik de bedava. Bu kadar pahalı ülkede bedava bisiklet bulmaktan sevindirik olduk. Bisikletler adeta karınca sürüsü gibi, etraf onlardan geçilmiyor. (Poyraz büyüdükçe bizim gibi bir bisiklet aşığı oldu ve gittiğimiz birçok yerde ailecek pedal çevirdik.)                  
Tuvaletlerde çöp kutusuna çöp poşeti takmak için çatal şeklinde bir mekanizma var. Bu tür bir şeye daha önce rastlamamıştım. Bebekler için alt değiştirme ünitesi Mc Donalds'larda var, Burger King’te yok ve Mc Donalds şubeleri Burger King'e kıyasla yerleşim ve tasarım açısından daha şık ve rahat. 
İnsanlara gelince... En azından bu 2 gün içinde gözlemim sonucu onları çok zarif bulduğumu söyleyemem. Yaklaşık 6 sene önce gittiğimiz Norveç seyahatimizde Norveçlilere Dünyanın en zarif insanları plaketini gönülden vermiştim oysa. Bunlar için plaket kullanmayı düşünmüyorum. 😏 Özetle İskandinavyalılaşmak benim gözümde eşittir Norveç. 
Ortalıkta inanılmaz çok çocuk var. Burada pusetli bisiklete rastlamak çok olağan. Özellikle çocuklarını yalnız başına gezdiren çok sayıda (cesur) baba dikkatimi çekti. 
Saksıları  - özellikle otel dekorasyonunda – çok ilginç düzenliyorlar. 
Burada porselen, cam eşya, amber, tahta oyuncak (Lego ve Dupla) çok yaygın. 
Ayrıca dantel de yapılıyor. 
Akşam Poyraz’ımla erken uyumaya karar verdik. 
22 Haziran 2003 Pazar 
Bugünün programında Hamlet için Shakespeare’e ilham verdiği söylenen Kronbong Kalesi var. İstikamet 47 km. uzaklığındaki  Helsingor şehri. Kale, Rönesans döneminde yapılmış yani tarihi 1500'lere uzanıyor. İsveç sınırında yer alan kale, tarih boyunca Danimarka'nın korunmasında önemli bir yer üstlenmiş. Hamlet'e gelince. Üstat Shakespeare'in bu bölgenin mitlerinden olan bir hikayeden yola çıkarak Hamlet'i yazdığı söyleniyor. Hamlet, içinde iktidar hırsı, yasak aşk, ihanet, delilik... her türlü gişe😊 malzemesini barındırdığı için Shakespeare'nin en fazla sahnelenen oyunlarının başında geliyor. 

Bugün diğer Hakan'ımıza kavuşma günü. Helsingor dönüşü otelde Hakan Binici ile buluştuk. 
49 Krona yiyebildiğimiz kadar pizza ve salata veren Astar Pizza isimli bir yere gittik. 
Hakanlardan bir hevenk:Hakan Binici 
Akşam olduğunda kendimi epey yorgun hissettim. Oğlum dünyaya geldiğinden beri her gece Ajda Pekkan ile birlikte sahne alıp "Uykusuz her gece" düeti yapıyorum.😊 10 aydır "gece yatıp sabah uyanmak" kavramı hayatımdan çıkmış durumda. Haliyle sistem arada bir stand by'a geçmek istiyor. 
Ben oğlumla otelde kalıp dinlenirken Arkan ve iki Hakan ise hippilerin yaşadığı Cristiania isimli bir bölgeye ardından da 3D sinemaya gitme planıyla Danimarka gecelerine aktılar diyeceğim ama hava kararmayınca gece demeye de dilim varmıyor. Christiania, bilinen namı diğer adıyla "Free State of Christiana" çok ilginç bir yer. 1970'li yıllarda hippiler ve işsiz güçsüz takımı, boş askeri binalara girip yerleşmiş ve hükümet de bir türlü bunları çıkaramayınca "sosyal bir deney😊" olarak onları yerinde bırakmış. Vaktiyle şehrin ortasında özgür ama kendi kuralları olan bir komün yaşamı ortaya çıkmış. Bir vakitler sokak köpeklerinin bile keş olduğu bir yermiş ama artık bu tür kafa yapıcı ürün satışı artık çok da müsaade edilmiyormuş. Bizim oğluşumuzla yatıp uyumamız iyi olmuş.😃
23 Haziran 2003 Pazartesi 
Kahvaltımızı rahatça yapıp  hazırlandık. Son dakikaya bıraktığımız buzdolabı magneti alma işi nedeniyle neredeyse son dakikada uçağa binebildik. Bu da bize ders oldu.😊 Seyahatte bir şeyi gördüğün an almak, "sonra dolanıp geri gelir, alırız." dememek gerek. Danimarka seyahatimizden yanımızda gelen ve yıllardır oğlumun odasında,i kitaplığı koruyan minik bir askerimiz var.
Sadece 3.5 gün olsa da oldukça dolu dolu gezdiğimiz bir gezi oldu. Dizayn ve estetik kısmında çok ince ve nitelikli bir ülke Danimarka. Umarım zaman içinde dekorasyon ve mimari inceliklerini tavırlarına da taşırlar. Danimarka, hafızamızda tartışmasız ailecek seyahatlerimizde "ilk ülke" olması nedeniyle 1 numaralı yerini koruyacak. 
Poyraz bu kadar küçük değilken Danimarka’ya gitmiş olsaydık  o zaman mutlaka Legoland’i de içerecek bir program hazırlardık. Legoland Billund Adası’nda ve Kopenhag’tan karayolu bağlantısı var. Otobüs ya da trenle gidilebiliyor. Uçak da mevcut ama daha masraflı olabilir zira zaman tasarrufu yaratmayacak bir mesafede, 260 km civarı. Bu mesafeye iyi bir planlama ile günübirlik de gidilebilir ama keyfini çıkarmak için 1 gece konaklamalı bir program daha konforlu olur. Mevcut programımızdaki Hamlet Kalesi gününü iptal edip iki gün Kopenhag ve iki gün Legoland şeklinde bir rota hazırlanabilir. Billund, Legoland sayesinde çok yoğun bir turist destinasyonu ve birçok ülkeden  bu şehre direkt seferler var. THY de İstanbul’dan Billund’a direkt uçuş düzenliyor. 
Ve şimdi sıra aslında bu seyahatin esas çıkış noktası olan ülkesinde. Acaba neresi?

2 comments:

  1. Güzel bir yazı olmuş. Uzunluğu gözümü korkutmuştu ama keyifle okudum. Acaba bir sonraki ülke neresi 😆

    ReplyDelete
  2. Harika bir yazı olmuş. Gidip gördüğü yerleri böyle güzel bir dille anlatabilenlere gerçekten hayranım. Eline, kalemine sağlık Tülay Hanım. Sevgiler

    ReplyDelete