Friday 25 October 2019

FİNLANDİYA 🇫🇮 2003


Danimarka yazımı okuyanlar hatırlayacaktır. Oğlumla gittiğimiz ilk seyahatte iki ülke gezdiğimizi ve seyahatin ilk çıkış noktasının aslında rotadaki ikinci ülke olduğundan bahsetmiştim. Başta, bizi yola çıkaran Finlandiya’ydı; yoldan çıkaran ise Danimarka oldu😊                                                
Uzun yıllardır Finlandiya’da Oulu Üniversite’nde çalışan Hakan Binici arkadaşımız o kadar seyahat edip kendisini ziyarete gitmedik diye bize epeydir sitem edip duruyordu. Oğlumun kısmetiymiş demek ki! İşin içinde Hakan’ı ziyaret etmek olunca, üniversiteden beri kankası olan adaşı da bize katılacağını söyledi. İki Hakan da çok yakın arkadaşımız. Onlardan bahsederken karışmasın diye Finlandiya’da olana Hakan The Fini demeye başlamıştık.😊
Seyahat planlaması yaparken Finlandiya'ya kadar gitmişken başka nereleri görebiliriz diye düşünüyordum. Daha önceki yıllarda çok da benzer dönemde oldukça kapsamlı bir Norveç ve İsveç seyahati yapmıştık. Hal böyle olunca İskandinav üçlüsünü tamamlamak adına Danimarka’ya yeşil ışık yaktık. “Bekle, geliyoruz.” dediğimiz tarihlerde Hakan da kısa bir seyahat için Finlandiya’dan Danimarka’ya geçeceğini söyleyince, kader ve rota bizi tatlı tatlı Kopenhag üzerinden başlayan bir yolculuğa çıkarıverdi. Ballı Danimarka bu sayede aynen UEFA kupasında olduğu gibi yedek listeden girip aile tarihimizin 1 nolu seyahat ülkesi kupasını, Finlandiya’yı son düzlükte sollayıp 😊 alıverdi.(UEFA da nereden çıktı diyorsanız ilk yazımı okumadınız demektir. Yakalandınız😊)
20 Haziran Cuma gidiş 1 Temmuz Salı gece yarısı dönüş şeklinde 12 gün süren seyahatin 3 günü Danimarka 9 günü ise Finlandiya topraklarındaydı. Bu diklemesine ince ve uzun ülkenin en güneyinden kuzeyine kadar mesafe yaklaşık 1.160 km ve biz bu mesafenin neredeyse tamamını katettik. Helsinki’den kiraladığımız aracı, dönüp dolaşıp 9 gün sonra teslim ettiğimizde 3.000 km'nin tozunu attırmıştık.
Açıkcası Finlandiya’ya gittiğimiz yıllarda bu ülkenin eğitim alanında Dünyanın 1 numarası olduğundan o kadar da haberdar değildik. Yine de kan çekmiş olmalı ki ilkokul çağı geldiğinde oğlumun gittiği okul Finlandiya eğitim sistemini temel alan bir yerdi. Okulu seçtikten sonra beğenimize temel olan yapının Finlandiya kökenli olduğunu öğrendik. Adamlar gerçekten işi biliyor.
Bunu nasıl yaptıklarının hikayesi ise Rus yazar Grigoriy Petrov’un Beyaz Zambaklar Ülkesinde kitabında. Hatırlayanlarınız olacaktır. Evet, bildiniz! Bu, Atatürk’ün okulların müfredatına konulmasını istediği kitap. Okuyanlar bilir. Cumhuriyet ilan edildikten sonra yaşanan ve ülkemizi muasır medeniyetler seviyesine ışık hızıyla yaklaştıran atılımların temeli de aynen bu kitapta belirtilen adımlardır. Benim bloğumu takip etmeseniz de olur ama bugüne kadar fırsat bulamadıysanız lütfen şimdi bu kitabı okuyun. Zaten sonra kesin dönüp bloğumu da okursunuz.😊
Biliyorum ki blog yazılarım epey uzun. Yaşadığım, öğrendiğim, hissettiğim şeyler bir araya gelince bir bakıyorum ki sayfalar dolmuş. Keyfiniz, mizacınız, ihtiyacınız kadar okuyun. Seyahat Okulu’na giriş de sınavsız, okumak da. "Bunlar sınavda çıkacak!" derdi yok nasılsa. Eğitim de Finlandiya usulü.��
Şimdi, yola çıkmadan önce kısa bir Finlandiya brifingi:
*Avrupa kıtasında bir ülke ama İsveç, Norveç ve Danimarka gibi İskandinav ve dolayısıyla da Viking değil
*Avrupa Birliği üyesi, Shengen vizesi ile gidiliyor.
*Seyahat tarihimizde ülkede euro geçisi yapılmıştı. Geçmişte ise FIM yani Markka kullanıyordu. Euro'ya geçiş öncesi eski TL ile Fin Markkası arasındaki fark çok azmış; az aşağıda olan TL neredeyse benzer değerdeymiş. O dönemdeki Euro/TL'ye baktığımızda şimdiye kıyasla 4 kat daha değerli bir TL varmış. Danimarka’yı anlattığım blog yazımda, 16 yılın ardından TL’nin krona kıyasla 3.5 kat değer kaybettiğinden bahsetmiştim. Bu oran  Euroya geçen Finlandiya söz konusu olduğunda neredeyse 4 katına çıkıyor. Dolayısıyla o zaman yaptığımız seyahat için 4 kere şükretsek yeridir.😊


* Resmi dil olan Fince, Türkçenin dahil olduğu Ural-Altay dil ailesinden. Gerçi son dönemlerde Ural ve Altay’ı ayrı dil grubu olarak değerlendirme yaklaşımı var. Fince Ural, Türkçe ise Altay kolunda kalıyor Yine de Batılı dillere kıyasla Finlilerle aynı dili konuştuğumuzu söyleyebiliriz.😊
* Din, ağırlıklı olarak Hıristiyanlık
* Beyaz Zambaklar Ülkesi aslında bir Göller Ülkesi, hem de bin, yüz bin, hatta iki yüz bin. Rakamı veriyorum: tam tamına 187.888. Bunun 55.000 tanesi 200 metreden uzunmuş.😊 Anlayacağınız ülke gölden geçilmiyor.
*Gölle yarışır diğer bir doğa parçası da ormanlar. Ülkenin üçte ikisini kaplıyor ve bu da Finlandiya’yı Avrupa’nın en yeşil ülkesi yapıyor.
*Finlandiya Türkiye’ye kıyaslandığında, alan olarak %40, nüfus olarak 5.5 milyon ile %7’si kadar.
*Finlandiya cumhuriyetle yönetilen bir ülke. Birkaç yıl önce Finlandiya cumhurbaşkanının
Türkiye’ye yaptığı resmî ziyarete tarifeli uçakla gelmesi😊 haber olmuş, Ak Saray koridorlarında yankılanmıştı.
Finlandiya denince aklımıza ilk gelenler:
-Kulaklarımızda yankılanan o meşhur ring tonuyla Nokia.
-Adı üzerinde Fin Hamamı yani sauna
- Popülaritesi zirve yapan Noel Baba Köyü ile Lapland
- Ve bana göre en önemlisi... İnsanın gözle gördüğünde bile gerçek mi bu diyeceği güzellikteki Kuzey Işıkları.

Gelelim şimdi gün be gün seyahatimize...
Bundan sonrasında günlük notlarıma emanetsiniz.😊


SEYAHAT GÜNLÜĞÜ
23 Haziran 2003 Pazartesi
Hakan The Fini’yi Kopenhag’ta bırakıp İstanbul’dan beri bizimle olan Hakan’ımızla birlikte Helsinki’ye uçtuk. 1 saatlik uçuşun ardından saat 14:00 civarı başkent Helsinki’ye ulaştık. Burada saat ayarı Türkiye ile aynı. Helsinki’den geçip denize ulaşan Vantaa Irmağı’ndan ismini alan havaalanı, bulunduğumuz yerin bir başkent olduğunu düşününce çok ufak. Hava alanındaki bekleme salonundaki yer alan minicik kafenin önünde inanılmaz güzellikte ağaç baskılı masa ve sandalyeler var. Çok göz alıcı; hafif retro tarzda. Hele o açılır kapanır sandalyelere bayıldım; mümkün olsa kapıp Türkiye’ye götürmek isterdim. Arkan ve Hakan, rezervasyonunu Türkiye'den yaptığımız aracın formalitesiyle uğraşırken ben de 2 Euroya “Kahvela Pulla“ aldım.  Kahvela kahve, pulla ise buranın meşhur bir hamur işi. Tarçınlı ve kakuleli çeşitleri var. Bizde çay-simit neyse kahve-pulla da öyle.
Ahşap kupa
Alanın ortasında, binanın ufaklığına tezat dev boyutta iki ahşap heykel bu ülkede en fazla göreceğimiz şeyin sinyalini veriyor:Ağaç. Açıkcası insan yeşil görmekten usanır mı? Belki inanmakta zorlanacaksınız ama Finlandiya’da bu mümkün. Hani şu bizde meşhur, ormanlık alanların civarında bulunan “Yeşil görmeyen gözler renk zevkinden mahrumdur.” tabelaları vardır ya işte burada aşırı derece yeşile maruz kalınca içinizden  “Boşluk da bir mutlulukmuş” cümlesi geçiveriyor. Nedenini birazdan anlatacağım.
Türkiye’den Budget kanalıyla Ford Focus S/W kiralamıştık. Hoş bir sürpriz sonucu talebimiz olan sınıfta ellerinde araç kalmadığı için bir üst sınıftan Honda CRV’yi aynı rakama verdiler. Eşyaları yerleştir, aracı incele derken yola koyulmamız 15:30’u buldu. Poyraz, bir güzellik yapıp tekerlek döner dönmez uyudu. Yola çıkarken planımız Batı sahilini takip ederek önce 170 km uzaklıktaki Tampere’ye ardından da ilave bir 210 km ile Vaasa’ya ulaşmak şeklinde.

Etrafta o kadar çok ağaç var ki! Başta“Ne güzel!” derken, kavak benzeri uzun boylu ve oldukça sık yapraklı ağaçlar nedeniyle bir süre sonra ağaçların gerisini göremediğimizi farkettik. Yol ip gibi uzanırken ağaçlar da adeta yeşilden bir Fin Seddi😊. Hızla ilerlerken bir süre sonra bu birbirini tekrarlayan desen, sizde bir ağaç tünelindeymiş duygusu uyandırıyor ve adeta hipnotize oluyorsunuz. Özetle bize göre sürüş açısından sıkıntı yaratan bir durum. Gözünüz ve algılarınız ufacık farklı bir şey görmek için adeta size yalvarıyor😊 Şimdi memleketimin her an her şey olabilir refleksine alışmış bünyesine, sürücüsüz araç için üretilmiş bu sıfır sürprizli yol hiç uymuyor. Ayrıca gerçekten de dünyayı güzelleştiren şey farklılıklar. Bir şey güzel olsa bile aynısından kilometrelerce görmeye gözünüz, ruhunuz, algınız dayanmıyor. Biz de hipnotize durumundan çıkmak için sırayla şoför koltuğuna geçiyoruz. Poyraz uyuduğunda araç kullanmak hoşuma gidiyor.
Neyseki sonunda haritaya göre Merikarvia isimli bir yerde denize ulaştık ama aması var ...
Fin Tiyatrosu İftiharla Sunar: Mutluluk

Zira yol denize çok yakın gitmesine rağmen ağaçlar nedeniyle deniz görülmüyor. Bu arada Kookan Messi isimli bir yerleşimin “Satüema “ olarak isimlendirilen kıyısında bizi çok hoş bir sürpriz bekliyordu. Yörede yaşayan kişilerin hazırladığı bir oyunun son provası yapılıyormuş: Aural Opera. Deniz manzarası önünde çok güzel şarkılar söylüyorlardı. İkinci Dünya Savaşı yılları kostümleri içinde sergilenen oyunu çok beğendik; yeşil görmekten hipnotize olmuş beyinlerimize hareket geldi; algılarımız açıldı. Poyraz da bizim gibi ilgiyle oyunu izledi. Karşımızdaki deniz manzarası o kadar güzel ki! Oyunu beğenmesen de manzaranın keyfini çıkarırsın. Kesinlikle oturup izlediğine değecek en az bir şey var.😊 Şimdi bu olayı bile analiz etsen adamların eğitim sisteminin vardığı noktaya şaşmamak gerekir.
Bu tatlı molanın ardından Vaasa’ya doğru yola çıktık. Bir Kuzey ülkesindeyseniz yol işaretlerinde ilk dikkatinizi çekecek şey “Geyik Çıkabilir” tabelasıdır. İlk Kuzey ülkemiz olan Norveç’te bir dünya tabelanın ardından ilk geyiğimizi görünceye kadar epey vakit geçmişti. Burada ise hemen gördük. Bu bölgeler ren geyiği haricinde yine bir geyik türü olan Elk (İngilizce deyişiyle Moose) ile tanışma yeriniz.
Yaklaşık 380 km. katedip Vaasa’ya geldiğimizde saat tam gece yarısı yani 24:00’tü ve güneş hala batmamıştı. Beyaz Geceler döneminde bu ülkelerde seyahat etmenin en konforlu tarafı “ hava
kararmadan menzile ulaşma” kaygısının olmaması😊
Tropiclandia isimli bir otelde deniz manzaralı bir oda bulduk. Otelin tam karşısında Vaasalandia adında büyük bir eğlence parkı var. Otelin içinde ise çocuklara yönelik bir yüzme havuzu bulunuyor. Oda numaramız:404
24 Haziran Salı 2003
Sabah 10:00 gibi uyandık. Köprüden önce son çıkış kıvamında ucu ucuna kahvaltıya yetiştik. Otelin içinde olağanüstü güzel ve çocuk dostu bir havuz var.  Tıpkı kumsaldan denize girer gibi yürüyerek giriyorsunuz ve su yavaş yavaş derinleşiyor. Bu düz ayak yapı çok hoşuma gitti. Su arada bir dalga yapıyor; tam anlamıyla deniz kenarı efekti yaratmışlar. Önce uçak yolculuğu, ardından neredeyse 400 km yol katedip gece yarısı otele yerleştiğimiz bir günün yorgunluğu ardından suyun sihirli gücü gerçekten işe yaradı; kendime geldim. Ne yazık ki odamızı 13:30’da boşaltmak durumunda olduğumuz için bu keyfi tadı damağımızda bırakarak ayrılmak zorunda kaldık.
Arşipel Bölgesi 
Bundan sonraki hedefimiz Arşipel Turu yapmak. Arşipel bir ada grubuna verilen ad. Tabii ki burada adalar grubu derken bunun binlerce ada anlamına geldiğini söylemeliyim. 187.888 gölü olan bir ülkede kaç ada olabilir? Sadece Arşipel bölgesinde 40.000 ada varmış.😊 Arşipel turu için gemi hareket saatleri bize uygun olmayınca en yakındaki adaya karayolu ile gidip benzeri bir görüntü yakalayabileceğimizi düşündük ve direksiyonu Replatisimer adındaki adaya kırdık. Öyle güzel bir köprüden geçip gidiliyor ki! Kimi zaman kaçırdığımızı düşündüğümüz bir program bizi farklı güzelliklere, tatlı sürprizlere sürüklüyor. Bu da aynen öyle. Bu nedenle seyahatte ne zaman evdeki hesap çarşıya uymasa karşıma hep "Planlasam böyle güzel olamazdı" dediğim manzaralar, kişiler, deneyimler çıktı. Bu nedenle kaçanı stres etmeyip yola devam etmek en güzeli.
Biz de bu güzel yolun, köprünün bol bol fotoğrafını çektik. Köprünün altındaki dükkandan Poyraz için çocuk bezi, atıştırmalık yiyecek ve “Bob at Work” isimli bir karakterin bezden oyuncağını aldık. İşçi Bob adını taktığım karakter meğerse Bob The Builder adıyla meşhur bir simaymış. Bu oyuncağı hala evimizde ilk seyahatimizin anısı olarak saklıyorum.
Günün geri kalanı için yine iddialı bir yolumuz var. Hakan The Fini’nin yaşadığı ve Vaasa’ya 320 km uzaklıktaki Oulu şehrine gidiyoruz.
Akşam saat 21:30’da Hakan’ın evine vardık. Hava hala aydınlık. Evde çamaşır makinesi yok. Birçok kişinin de yokmuş. Onun yerine sitede çamaşır yıkamak için ortak kullanıma açık bir çamaşırhane yani laundry var. Tek başıma elimde sepet çamaşırhaneye gidip makineye çamaşırları yerleştirirken biraz ürperdim. Hava hala aydınlık olsa da yine de gece yarısına az var ve güneş batmayacak olsa da sanki battı batacakmış gibi hafif gölgesi hissediliyor. Etrafta hiç kimse yok; derin bir sessizlik. Gerçekten kelimenin tam anlamıyla ses icat edilmemiş gibi; çıt yok. Hiç tırsak biri değilimdir ama aklıma Amerikan korku filmleri geldi. Evimin içinde çamaşır makinesi olduğu için şanslı hissettim. 😊 Çamaşır, ardına yemek derken yatma saatimiz yine 01:00’i buldu.
25 Haziran Çarşamba 2003
Gece bu kadar geç yatınca uyanmamız yine saat 10:00’u buldu.
Arkan ve Hakanlar yola çıkmadan önce fotoğraf filmi ve bazı ihtiyaçlar için Oulu’nun merkezine gittiler. (O tarihte fotoğrafları slide filmle çekiyoruz. Hem film hem banyosu bir dünya para. Öyle habire, rastgele fotoğraf çekmek yok.)
Tornio Nehri-Fly fishing 
Bugün yolda ilk durağımız 130 km mesafedeki Lapland Bölgesi içinde yer alan Tornio Nehri. Nehir, Finlandiya ve İsveç arasında doğal sınır oluştuyor. Kukkolankoski'de aracı park ettik. Zira siikaa isimli beyaz balıktan yemeye geldik. Bu, seyahatte yapılacaklar listemin ana maddelerinden. Malum o yıllar sosyal medya daha doğmamış. Seyahat tutkunları için biri yerli diğeri yabancı iki efsane kaynak var. Atlas ve Lonely Planet. Burası tam da Atlas Dergisi’nde okurken hayallediğim gibi bir yer. Önemli bir detay hariç. Balıklar meğerse soğuk yeniyormuş. Teessüf ederim Atlas! İnsan bunu belirtmez mi? Bizim gibi balık-ekmek kültürüyle yoğrulmuş, piknik mastırı yapmış insanlar için sıcak olmayan herhangi bir et türü düşünülebilir mi? Nihayetinde “dumanda mı/ateşte mi” sorusuna karşılık ben “ateşte“, beyler ise “dumanda kurutulmuş”u seçtik. Sonuçta "deneyim soğuk yenen bir yemektir" 😶 diyerek yemeğin keyfini çıkardık ve ardından tekrar yola revan olduk.

Akşam kalacağımız bölgede yemek yiyecek açık bir yer bulamazsak düşüncesiyle ihtiyaten alışveriş yaptık. Saat 18:30 civarı Aavasaksa isimli efsane güzellikte bir yerde dağ evi bulup yerleştik. Burası Lapland’in en eski gezi
destinasyonu. Bu yükseklikte aynı anda hem Finlandiya hem de İsveç’in nefes kesen manzarasını görmek mümkün. Dağ evinin yakınında yer alan bir gözlem kulesine çıkıp seyir terasının keyfini çıkardık. Hemen ardından da bir bale gösterisi izledik. İlk gün tiyatro, bugün bale...    Akşam yemek zamanı, nüfus erkek yoğun olunca, öğlen yenen proteinin rahatlığıyla gönüller makarna çekti.
26 Haziran Perşembe 2003









Bugünün rotasında seyahatin önemli duraklarından birisi var. Arctic Circle yani Kuzey Kutup Çizgisi diğer bir deyişle kuzey kutbundan önceki son enlem. Pello
yakınlarındaki bölgeye geldiğimizde, Dünyanın anlamlı bir coğrafi noktasında olmanın heyecanıyla fotoğraf çektik. Zihnimde Barış Manço’nun Dönence şarkısı 🎶 Sizi bilmem ama benim için coğrafya derslerinde okuduğum noktalara ayak basmak çok heyecan verici. Greenwich boylamı, Ekvator, Kutup Çizgisi...
Yengeç Dönencesi 
Pello, Lapland Bölgesi‘nde yer alıyor ve aynı zamanda Kuzey Işıkları için de ziyaret edilen bir yer. Aurora Borealis yani Kuzey Işıkları en
iyi bahar aylarında gözleniyor. Lapland bölgesinde ise bu tarihler Ağustos ortasından Nisan başına kadar genişleyebiliyor. Yine de bu, gittiğinizde %100 göreceksiniz anlamına gelmiyor. Genelde Ekim, Şubat ve Mart aylarının en yüksek görülme frekansı olan tarihler olduğu söyleniyor.
Lapland, son yıllarda geyik ve huski köpeklerle yapılan Narnia tadındaki gezileri ve özellikle de yılbaşı döneminde Noel Baba Köyü ile çok
popüler. Biz yazın gittiğimiz için bu tür bir program seçeceğimiz zaten yoktu.
Eğer o bölgeye tekrar gidecek olsam bu sefer hem kışın büyüsünü yaşayıp hem de Kuzey Işıklarını göreceğim bir tarih seçerdim. Bu da muhtemelen ilkbahar ayları olurdu. Yılbaşı, özellikle Avrupa’nın diğer ülkelerinden de çok yoğun bir turist akımı olduğu için daha da pahalı ve aşırı kalabalık bir dönem. Böyle bir seyahatte en yakın uçuş noktası Rovaniemi. Kışın gelecek olanların kayağa gittikleri en soğuk günleri gözeterek kıyafet alışverişi ve bavul yapmalarını tavsiye ederim. Sonuçta kutba yakın olacaksınız.
Sıradaki istikamet İnari Gölü. Yol üzerinde Buzul Çağı döneminden bir şeyler görmeyi ümit ederek uğradığımız bölgede sadece geyik sürüsü ve Yedi Göller benzeri bir manzara ile karşılaştık. Sanırım Finlandiya’nın bizim gibi eşşiz güzellikte bir memleketten gelenleri çok etkilemesi bu anlamda biraz güç.🇹🇷❤️
Akşam Inari Gölü’nden yaklaşık 160-170 km.uzaklıktakı Jaris Jarvi (Yaris Yarvi) yakınlarında aynı ismi taşıyan bir otelin 36 no’lu bungalovunu kiraladık. Bungalov dediğime bakmayın; aslında ev demek daha doğru. Zira 4 yetişkin ve 1 çocuk olarak konakladığımız bu yer istersek ömür boyu bile yaşayabileceğimiz genişlik ve fonksiyonellikte tasarlanmış; çok güzel, dubleks ahşap bir yapı. Evvelinde o kadar laf ettim memlekete ama dizayn denince de yiğidi öldür hakkını yeme. Doğruya doğru, adamlar bizim düşünebileceğimizin ötesinde zevkli. Bir de ağaç bu kadar bol olunca en kalitelisini bol bol kullanıp çok keyifli, ferah ve temiz mekanlar yaratmışlar.
Bu gece kaldığımız hut dahil konakladığımız tüm evlerde sauna neredeyse standart. Türk Hamamı ile meşhur bir ülke olarak bizim inşaat ve turizm sektörümüzde saunalı ev o kadar yaygın değil. Ben sıcaktan pek haz etmediğim için sauna ile teşvik-i mesaim olmadı ama beyler tüm seyahat boyunca saunayı yalnız bırakmadılar. Konaklanan yerler hep güzel. Burası da hakikaten çok güzel ama bir eksiği var. Havlu vermiyorlar. İstersen tanesini bilmem kaç euroya alabilirsin. Tabii ki kullanım için, satın almıyorsun. Allahtan biz tedbiri elden bırakmayıp havlu getirmişiz. Yoksa 1 hafta boyunca 3 kişilik bir aile olarak havlu kullanım bedeli adı altında ciddi bir harcama yapmak zorunda kalabilirdik. Bu arada lafı epey böldüm. Jarvi “göl” demek. Yani Yaris Gölü’ndeyiz. Dün gece kaldığımız yer fevkaladeydi. Burası işte onun fevki bir yer. İlk hut tecrübemizde biz üst katta kalmış, Hakan’lar alt katı seçmişti. Bugün ise alt kat bizim. Gerek eşim gerek Hakanlar mutfakta maharetli. Hal böyle olunca kimi zaman ortaklaşa, kimi zaman sırayla birimiz kollarını sıvayıp mutfağa giriyor. Dolayısıyla hem modern hem de epey zevkli beylerle seyahat etmenin konforunu yaşıyorum. Bu akşamın şefi Hakan The Fini. Menüde patates, soğan ve tadını hiç sevmediğimiz balık turşusundan oluşan bir yemek var-mış. Ne pişirmek üzere olduğunu zamanında keşfetseydik 😉güzelim patates ve soğanın ziyan edilmesine kesinlikle izin vermezdik. Arkadaşımızın buralarda uzun süre yaşamaktan mütevellit bir damak tadı değişimine uğradığı açık. (Biz de o tarihlerde farklı damak tatlarına henüz açılmamıştık. Şimdi bakıyorum da ister beğenelim ister beğenmeyelim ama gittiğimiz ülkenin usulüne göre yemek içmek, en azından burun kıvırmadan denemek önemli.)
27 Haziran Cuma 2003
Hakan the Fini dün akşamki yemeğe olan hunharca tepkimize rağmen, bulunduğumuz ülkenin adetlerine göre menü hazırlama inancını kaybetmemiş durumda. Bu nedenledir ki sanki doğduğumuzdan beri pourage’sız kahvaltıya kahvaltı demez, en az 2 tabak yemezsek afyonumuz patlayıp da güne başlayamazmışız gibi bize koca bir tencere, bir tür tahıl bulamacı olan pourage pişirdi. Laf aramızda benim dışımda pourage’ın ne olduğunu ve dolayısıyla da bizim damak tadımızın uzaysal dışında bir gıda ürünü olduğunu kimse bilmiyordu.😊 Hem emeğe saygı hem de bitişe yaklaşmış bir operasyona engel olmanın bir mantığı olmadığı için Hakan’a uğrayacağı hezimet konusunda bir ipucu vermedim. Fakat görünen köy kılavuz istemez. Fakat günün sürprizi olarak Poyraz pourage yedi! Neden derseniz, görünüşü mükemmel bir bebek maması kıvamında. Olan, pourage içine dökülen güzelim yaban mersini sosuna oldu. Ne kadar laf etsem de Finleşen arkadaşımız sayesinde adeta bir Finli ile dolaşırmış gibi buranın huyuna suyuna, yemeğine, içkisine daha çok aşina oluyoruz.
Bugün de yola çıkmamız 12:00'yi buldu.
İnari Gölü’nde de aynı var ama yok denklemi yaşanıyor. Göl yanımızda, biliyor, hissediyor ve fakat göremiyoruz.😉
Norveç sınırına neredeyse 70 km. yaklaşıp ortada ne görülebilecek bir göl ne de kalınacak bir yer bulamayınca İnari’nin merkezine döndük ve Inari Otel’e yerleştik. Oda No: 104. Otelin sürpriz şekilde 24 saat açık “The Grill” isimli restoranında “Beautiful Sea” yani “Güzel Deniz” isimli karides, ton balığı, böğürtlen ve biberden oluşan pizza yerken diğerleri geyik etinden yapılma geleneksel bir Fin yemeği yediler.
Finlandiya’da neredeyse saat 18:00’de hayat duruyor. Dükkanlar ve hatta otel resepsiyonları bile kapanıyor. Dolayısıyla ister evvelinde rezervasyon yaptırmış isterseniz o esnada konaklama bakacak olun, bu erken paydos saatini gözetmekte fayda var. Bungalov tarzı yerlerin resepsiyonları ise hepten kapıya kilit vurup gidiyor. Burası dışarıdan gelen yabancı turisti pek hesaba katmamış. Çarşaf ve havlu daha önce de söylediğim gibi bazı yerlerde standartta yok. Ekstra para verip alabiliyorsunuz. Örneğin bir yerde havlu için 5 Euro isteniyordu. O da kullanım bedeli.
28 Haziran Cumartesi 2003
Sabah hava taksiye binip göl üzerinde turlamayı planlamıştık; saat 16:30’a kadar rezervasyon
Puukko
doluymuş. Akşama kalmadan yola çıkmak istediğimiz için rezervasyon yaptırmadık.
Kahvaltı et, hazırlan derken saat yine 12:00 olunca en azından 14:00’teki göl turuna katılalım dedik.
Öncesinde ise dün akşam uğrayıp bazı hediyelikler aldığımız İnari’ye yaklaşık 10 dk. mesafedeki Vahşi Batı duygusunda bir havası olan, her tarafında Noel Baba desenli odunlar asılı garip mi garip dekorlu bir yere gittik. ( O kadar anlatacağıma fotoğrafını çekseydim ya. Bu slide hakikaten pahalıymış. 😲) Hakan the Fini dün gittiğimizde bir bıçak beğenmişti ve bugün tekrar uğrayıp almak istedi. Arkan da havaya girip O da bir bıçak beğendi. Bunlar sıradan bıçaklar değil. Puukko adı verilen geleneksel avcı bıçağı. El işi olan bıçakların gerek kınları gerekse kendi üzerine istenilen desenler ya da isimler yazdırılabiliyor. Bıçağın Swiss çakısı gibi prestiji ve kıymeti
var. Hakan ve Arkan aldıkları bıçakların üzerine isimlerini yazdırdılar. Aynı yerde ahşap kupalar satılıyordu. Yine isimlerimizi yazdırıp birer tane aldık. Bu kupalar, içine konulan içeceğin rayihasını çekiyor ve içi boş olduğunda bile o kokuyu yayıyor. Bu nedenle içine ilk ne konursa onunla devam etmenizi tavsiye ediyorlar. İçki için kullanacaksanız sadece içki, kahve için kullanacaksanız sadece kahve. Ben kahve için kullanacağım.
İnari 
Beyler Avcı-Toplayıcı dönemine ait genlerini tatmin ederken ben de cruise için kalan 1 saatimi, bileti 7 Euro olan Sami Müzesi’ni gezerek değerlendirdim. Samiler Kuzeyin yerli halkı. Şu anda Norveç, İsveç, Finlandiya ve Rusya'da yaşıyorlar. Geleneklerini muhafaza eden, kendi dillerini konuşan halk, bu ülkeler arasında serbestçe dolaşım yapıyor. Lapland bölgesinin bir kış klasiği olan ren geyiği ve huski köpeklerinin çektikleri arabalar, kökeninde Sami kültürüne dayanıyor.

Katıldığımız göl turunun yegane misafirleri biziz.Yaklaşık 2.5 saat süren turda Samilerin dini tören yaptıkları bir adaya kadar gidip geldik. İnari Gölü üzerinde 3.000 küsür ada var. Buzul Çağında oluşmuş olan göl 85 km uzunluğunda ve 50 km. genişliğinde. Derinliği ise 95m. Etrafı yani kıyı şeridi olarak bakıldığında 3.000 küsur km.
Göl turunun ardından Oulu’yu hedefleyerek yola çıktık. Yolda, kışın kayak merkezi olan bir yere uğradık. İsmi Rüzgarlı Baş anlamına gelen bu yerde çok kısa kaldık. Burası Finlandiya’da karşılaştığımız tek yüksekçe denilebilecek alandı. Rovanemie’de ise akşam yemeği molası verdik. Oulu’ya vardığımızda saat 01:00’di. Yatıncaya kadar saat 02:00 oldu.
29 Haziran Pazar 2003
Bugün tarihi bir gün! Poyraz sabah 08:00’e kadar kesintisiz uyudu. Yani neredeyse 6 saat ve bu bir rekor. Galiba doğumdan bu yana ilk defa geceden sabaha hiç kalkmadan uyudum. Kahvaltı, toparlanmak derken saat yine 12:00’yi buldu.
Hakan the Fini’nin arkadaşı Tugre’yi de alıp önce Oulu Üniversitesi’ne giderek kısa bir kampüs turu ttık. Böylece ne kadar meşhur olduğunu ancak döndükten sonra farkedeceğimiz Finlandiya eğitim sistemini yerinde ziyaret etmiş olduk
Sırada Nallıkari sahili var. Seyahatimiz, o ağacın arkasında olduğunu bildiğimiz ama bir türlü göremediğimiz deniz ve gölün hayaliyle geçince, görebileceğimiz bir denize kavuşmanın ayrı bir anlamı oldu bizim için.  Poyraz ile önce kumda yürüdük sonra da Bothnia Körfezi’nin sularına adım attık.
Oulu meydanının en ikonik yapısı Şişman Polis heykeli. Meydanda, Ortaköy’deki elişi tezgahları benzeri satıcılar var. Tezgahları gezip, biraz alışveriş yaptıktan sonra ismi İstanbul olan çok güzel bir restoranda bu tatilin en güzel yemeğini yedik. Alışverişimiz esnasında oğluma üzerinde
Bogi yazan bir şapka ile tişört- bermuda takımı, kendime Defonseca plaj terliği (tam 5 sene giydim😲) ve bundan sonra onlarca seyahatimizde yanımızda olacak tekerlekli, kumaştan yapılmış büyük bir seyahat çantası aldık. (Aradan 17 yıl geçti ve biz bu çantayı 50’den fazla seyahatimizde tepe tepe kullandık. Bir o kadar daha da kullanır ve hatta Poyraz’a miras bile bırakırız.😊) Açıkcası bu tür çantaları çok tavsiye ederim. Hem çok hafif, darası az ki bu özellik bagaj kısıtı olduğunda önemli hem de keskin kenarları olmadığından içine her formda daha çok eşyayı rahatça alabiliyor. Yıpranması da daha az.
Helsinki’ye dönüş yolunda çanları ile ünlü Vaskikelko isimli bir yere uğradık. Bir dünya çan 🔔  var.
Şu anda oğlum uyuyor. Mine Kırıkkanat’ın Bir Gün Gece isimli kitabını okuyorum. Saat 24:00
olduğunda hem yakıt almak hem de bir şeyler yemek için çok güzel dekorlu bir benzin istasyonunda
durduk. Adı ABC. Turuncu ağırlıklı dekoruyla dikkat çeken bu yer, şimdiye kadar bir restoranda
gördüğüm en güzel ve eğitici oyuncaklara sahip. Duvarlarda maskotu fare olan Disneyland tarzı bir
yerin afişleri var. Poyraz, logo ve puzzle karışımı tahta oyuncaklar ve hayvanların olduğu bir kitaba
bayıldı.
30 Haziran Pazartesi 2003
Helsinki’ye vardığımızda saat neredeyse 03.00 olmak üzereydi. Tesadüf eseri tam anlamıyla şehrin kalbinde bir otel bulduk: Sokos. Geceliği 95 Euro’ya kaldığımız otel tam anlamıyla 5 yıldız kalitesindeydi. (O dönemden bugüne TL'nin Euro karşısında 4 kat değer kaybettiğini düşünürsek rakamı dörde bölerek hesap etmek gerek. ) Bu otele ilk defa Vaasa’da kaldığımız gece rastlamış, deniz görmediği için tercih etmemiştik. Sabah 09:30’da Hakan’ın telefonuyla uyanıp kahvaltıya koştum.
Poyraz hala uyuyor olduğu için ( gece 1 sabah 1 olmak üzere 2 posta uyanmıştı ) Arkan odada nöbetçi kalıp sonra kahvaltıya geldi. Kahvaltının ardından hep beraber kısa bir şehir turu attık.

Besteci Jean Sibelius anısına yapılan ve aynı isimli parkta yeralan Sibelius Anıtı’nı görmeye gittik. Helsinki düzenli, yeşil, güzel bir şehir. İstanbul gibi insanın ruhunu kaplayıp kendine meftun edecek bir şehir ise kesinlikle değil. Gündüz gözüyle beni pek etkilemedi. Oysa dün gece yarısı geldiğimiz alacakaranlık saatte, deniz kıyısından yaptığımız girişte gözüme daha güzel gözükmüştü. “Dünyada Gidilmedik Mc Donalds ve Burger King Kalmayacak👍” projemiz kapsamında öğle yemeğimizi Mc Donalds’ta yedik. İlk defa Poyraz için Happy Meal alıp azıcık hamburger tattırdım. Oyuncağımız ise bir Action Man. Devamında bu kadar gezecek bir bebek için pek anlamlı bir oyuncak olmuş.😃
Seyahatin son günündeyiz.
Bu arada bu güzel seyahatten evimize taşıdığımız, Kuzey ülkelerinin zerafetini taşıyan ürünler var. Biri her sabah kahvaltıda tereyağımıza evsahipliği yapan çok güzel bir kap. Diğerleri ise o vakitten beri oğlumun odasını ve evimizin duvarlarını şenlendiren tablolar. 

Buraya özgü neler var diye düşündüğümde aklıma gelenler...
* Bir tür tatlı ekmek olan Pulla ve avcı bıçağı Puukko’dan daha önce bahsetmiştim.
* Ülkenin gururu olan Littali bizdeki Paşabahçe ya da Kütahya Porselen gibi cam ve türevi sofra ürünleri konusunda uzman bir tasarım markası. Çok dayanıklı ve estetik ürünler sunan marka Finlerin hayatında o kadar önemli ki nesilden nesile aktarılıyor. Anlayacağınız “ Bu çay takımı bana babaannemden yadigar” türünde.
* Bizdeki güllaç ya da aşure gibi yılın belirli zamanı bulunan yiyecekler de var. Yılbaşı zamanı hazırlanan Runeberg turtası ( içinde ahududu reçeli olan romlu bir kek) ve Yılbaşı Yıldızı (içinde erik ya da elma reçeli var) bu türden.
* Karelya bölgesine özgü içine pirinç, patates, havuç konulan börek-tart arası hamur işleri de pek seviliyor.
* Adamların salmiakki adında tuzlu bir şekerlemesi var.😊
* Geyik eti, siikaa ve somon balıkları popüler.
*Lenkkimakkara olarak isimlendirilen özellikle bira eşliğinde yenilen bumerang tipli sosisi de unutmamak gerek.
* Bu kadar dizayn odaklı bir memlekette Marimekko’yu anmamak olmaz. Aklınıza gelebilecek her türde ürüne sahip markanın peçeteden tişörte, fincandan ayakkabıya geniş bir yelpazesi var. Özellikle Finli kadınların gardırobunda bu markanın bir ürünü mutlaka yer alıyor.
* Yukarıdaki yemek listesinde böğürtlenler dikkatinizi çekmiştir. Kuzey ülkeleri tam bir böğürtlen cenneti ve Finlandiya da bu konuda istisna değil. Hal böyle olunca en popüler içeceklerin içeriğinin de böğürtlen kökenli olmasına şaşmamak gerek. Dağ çileğinden yapılmış lakka ile Kutup çizgisinin üzerindeki bölgenin böğürtlenlerinden yapılan mesimarja likörleri en ünlüleri. Özellikle mesimarjada kullanılan böğürtlenlerin hiç batmayan güneşin olduğu yaz döneminde, kutup çizgisi ötesinde yetişmeleri kulağa çok masalsı geliyor.
* Unutmadan listeye içinde kızılcık, üzüm ve cin karışımı bir içecek olan Long Drink’i de ekleyelim. Ülkenin her yerinde bulmak mümkün. Çok popüler.
Hava alanına ulaşıp aracı vermek, vergi iadesi işini halletmek, eşyaları yerleştirmek derken uçağa bindiğimizde hepimiz hizmet denince Kuzey ülkeleri arasında yıldızın hala Norveç olduğuna hem fikirdi. Bizim gibi sıcak ülke insanları için bu kadar soğukkanlılık, söz konusu hizmet olduğunda negatif algı yaratıyor. Özetle, hem Danimarka hem de Finlandiya bizde Norveç ve Norveçliler için hissettiğimiz sıcaklığı uyandırmadı.
Poyraz uçuşa 10 dakika kala uyudu ve uçuşun son 5 dakikasına kadar da uyanmadı. Şu anda Frankfurt’ta İstanbul için yapacağımız aktarma için bekliyoruz. Saat 22:00’de kalkacak ve Türkiye saatiyle 02:00’de İstanbul’da olacak. Yani seyahatin başından beri süren geç uyku geleneği son günde de devam ediyor.
Üzerimizde güneşin hiç batmadığı bu ülkeden ayrılırken azıcık uykuyla, 3.000 km. direksiyon sallanan, bol ağaçlı, göllü, adalı, tasarım ustası ama hizmet konusunda bizce gidilecek yolu olan insanlar arasında geçirilen 9 günün tatlı yorgunluğu kaldı.
Bu seyahatin kolye koleksiyonuma katkılarını da unutmayalım. Soldaki kolye nehir yataklarında altın aranmasını temsil ediyor. Sağdaki ise kemik üzerine etnik desenleri barındırıyor. Aradan neredeyse 17 yıl geçtiği için desenler artık belli olmuyor. 
1 Temmuz Salı 2003
02:00’de Türkiye’de 04:00’te evdeyiz. Poyraz çok büyümüş geldi gözüme. Oysa zaten hep bizimleydi. Gezmek güzel. Eve dönmek ise hep bir başka güzel!🇹🇷❤️




No comments:

Post a Comment