Friday 28 February 2020

Batum - ACARA ÖZERK CUMHURİYETİ 2008

NEDEN BATUM?
Sene 2008, yaz mevsimi ve THY ilk kez İstanbul-Batum uçuşlarını başlatıyor. Aynı yıl, Mayıs ayında yaptığımız Hatay seyahatimiz esnasında fırsattan istifade Suriye’yi de seyahat rotamıza dahil etmiş, bir ayağımız memlekette diğer ayağımız komşu toprağında gezmenin tadını bir kere almıştık. Epeydir aklımızda olan ve bahanesini bekleyen Karadeniz seyahatimizi artık bu yaz yapalım derken, Batum uçuşu aklımızda yepyeni bir ufuk açıverdi. 
İstanbul-Trabzon arası uçak, Trabzon-Rize-Artvin hattı için kiralık araba, aracı Hopa’da teslim ederek Sarp sınır kapısından Batum’a geçiş ve Batum’dan uçakla İstanbul’a dönüş şeklinde 9 günlük bir program hazırladık. Dolu dolu tam 1 hafta. Bu seyahatte 3 kişiyiz: Ben, eşim ve daha 3 gün önce 6 yaşına girmiş, bir sonraki hafta ilkokula başlayacak oğlumuz. 
NEREDE:
Batum yani Batumi, Gürcistan’ın Acara Özerk Cumhuriyeti’nin başkenti. Bizim memleketimizde bu tür özerk bölgeler olmadığı için bize pek bir anlam ifade etmiyor olabilir. Acaristan, Türkiye’nin kuzeydoğusunda, Artvin ve Ardahan illerine komşu. 
KISA TARİHÇE:
Acara ya da Acaristan, Osmanlı’nın 15. yüzyıldan itibaren Kafkaslar’ı fethiyle birlikte, kesintisiz olarak 1878 yılına kadar Osmanlı toprağı olarak kaldı. Bu uzun süre boyunca da 4. Yüzyılda Romalılar aracılığıyla Hıristiyanlığı benimsemiş halkın neredeyse tamamı müslüman oldu. Ne yazık ki tarihten hatırlayacağınız meşhur 93 Harbi yenilgisiyle Batum, Kars ve Ardahan savaş tazminatına karşılık Rusya’ya bırakıldı. Acaristan, 1921 yılında Kars Anlaşması ile kuruldu ve o dönemde Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti olan Gürcistan yönetimine bırakıldı. Kars Anlaşması ile geçmişte hem din hem kültür em de tarihi bağımız olan Acaristan’ın özerkliği Türkiye’nin garantörlüğü altındadır. İçişlerinde bağımsız, dış işlerinde ise Gürcistan’a bağlıdır.  
VİZE:
2008 yılında THY ile Batum uçuşunu başlattığında Tiflis’e gidecekseniz pasaport gerekirken Batum için nüfus cüzdanı yeterli oluyordu. Nedenini zaten yukarıdaki açıklamadan çözmüş olmalısınız. Şimdi ise yapılan özel bir anlaşma ile Acara ve Gürcü bölgelerinin tamamı için yeni, çipli nüfus cüzdanı yeterli. Gerçi Gürcistan’da Acara haricinde Abhazya ve Güney Osetya özerk bölgeleri de var ve bu kural o bölgeleri kapsamıyor. Zira bu bölgelerle ilgili Gürcistan ve Rusya arasında çekişmeler söz konusu.
Bu kadar uluslarası ilişkiler girizgahından sonra😊 tekrar Batum’a dönelim ve komşunun kapısını çalalım.
Bundan sonrasında günlük notlarıma emanetsiniz. 
SEYAHAT GÜNLÜĞÜ 
2 Eylül 2008 ( Hopa-Batum)
ULAŞIM
Kahvaltımızı yapıp Hopa Ziraat Bankası önünden ( Petrol Ofisi yanı) kalkan Sarp minibüslerine bindik. Karadeniz seyahati boyunca kullandığımız ve artık görevini tamamlamış tüm eşyamızı dün Artvin’den kargoyla evimize postaladığımız için otelden minibüslerin kalktığı yere sadece sırt çantalarımızın dayanılır hafifliği😊 ile yürüyerek gittik. Kaldığımız Terzioğlu Oteli ile aradaki mesafe 1 km. var yok. 
Minibüs adam başı 3.5 TL. Buralarda para, İstanbul’un aksine inerken veriliyor. Şöför bizden düz rakam 10 TL aldı. 

Sınır kapısına geldiğimizde çıkış harcını ödeyip Gürcü tarafına geçtik. Sıradaki tek Türk bizdik. Gürcüler bir sürü alışveriş yapmış, çantalar, torbalar doldurup gelmişler. Pasaport kontrolde sıra mıra hak getire. Dün birileri bu durum hakkında bizi uyarmıştı. “Bizim 40-50 yıl önceki halimiz. Sıra duyguları yok.” demişti. Demek ki bizde sırada bekleme gelişti ki başkalarını eleştirir olduk.😊 Pasaport sırasında da gerçekten ne olduğunu anlayamadan en öndeyken birden sıranın sonuncusu konumuna düşüverdik. Öyle böyle sonunda sınırı geçtik ve Gürcü toprağına adım attık. 
1 ay önce Ruslarla Gürcüler arasında özellikle Tiflis taraflarında tanklı, toplu çatışmalar olmuş, ne yazık ki can kaybı yaşanmıştı. O dönemde biletimizi iptal mi etsek diye düşünmüş ve bilet iadesinde neredeyse paramızın ancak yarısını alabileceğimizi öğrenince zamana bırakmayı tercih etmiştik. Eğer çatışmalar devam edip Batum’u da tehdit eder bir hale gelse o vakit uçuş da otomatik olarak iptal edilir diye düşündük. Suriye seyahatimiz esnasında sırf bu tür bir güvenlik riski yüzünden Lübnan’ı dahil etmezken huzur içindeki bir ülkenin birdenbire kaynayan kazan haline dönüşmesi ne tuhaf. (Heyhat, Suriye’nin Lübnan’dan daha güvenli ülke kabul edildiği zamanlarmış o vakitler ) 
Sınırı geçer geçmez hemen Türkçe bilen birileri gelip taksi önerdi. 20 Lari. Bizim paramızla 20 TL gibi. Hem değer olarak denk hem de söyleniş benzer,  harfler ise aynı, Lira ve Lari. 
(2020’ye geldiğimizde TL daha değerli, 1 TL= 2,1 Lari ) 
Sarp’ı geçince Gürcü tarafındaki yerleşimin adı Sarpi. Zaten Batum’un buradaki adı da Batumi. Doğal olarak Sarpi de Sarp gibi deniz kıyısı, kumsal var;  yüzenler, güneşlenenler. Enver isimli bir Laz bizi epeyce takip etti. Bizi buradan Batum’a götürmesi, yarın da  12:00’den 18:00’e kadar gezdirip, ardından havaalanına götürmesi için 50 $ teklif ettik; az buldu; biz de vazgeçtik. (Hatırlamayanlar için o vakitler 1 USD= 1,18 TL. ) Pazarlığa konu araç önce Lada idi, parayı az bulunca birden aracın markası Opel oluverdi. Sonunda araç ve şoför ayarlama işinden toptan vazgeçip toplu taşıma ile Batum’a gitmeye karar verdik. Mesafe yaklaşık 15 km. Adam başı 1.5 Lari. Oğlum için para alınmadı. Toplamda 3 Lari verdik. Yani Hopa’dan Batum’a 2 yetişkin 1 çocuk ulaşım için 13 TL harcadık. Eşim ve benim pasaport çıkış harcı için ödediğimiz toplam 30 TL’ yi de sayarsak 43 TL. ( O dönemde çıkış harcı kişi başı 15 TL) Eğer tekrar Hopa’ya dönüyor olsaydık, dönüş için de 13 TL hesap edersek 56 TL’ye Hopa’dan Batum’a gelip gidebilirsiniz. Günübirlik tabii ki. Gerisi ne yiyip içtiğinize göre değişir. Bu nedenle yolu Hopa’ya düşenler en azından Batum’u görmeden dönerlerse çok yazık olur. Hatta mesafenin kısalığı nedeniyle kısıtlı bütçesi olanlar yemeğini bile yanında götürebilir. 
KONAKLAMA
Otelimiz Kosta Caddesi’nde. Bir ucu limana uzanıyor. Otel dediğime bakmayın. Burası aslında airbnb icadından az önce😊 onun ayak sesleri şeklinde oluşan bir ev konaklaması. Odamız tam hayallediğim gibi. Gürcistan kültürü adeta minyatür bir şekilde odamızın içinde ve çok güzel. Kıpkırmızı bir kanepe, duvara asılmış yapma kırmızı güller, bordo tonda duvar kağıtları, ihtişamlı perdeler, yatak örtüsü, merdivenlerde süs bebekler, çok güzel saksılarda canlı bitkiler... Tabii ki bu tabloyu evsahibemiz kilolu İrina tamamlıyor. İrina, 2 kızı ve kocası Gocha ile birlikte evlerinin bir kısmını otel yapmış. Burayı internetten buldum ve gerçekten de çok güzel, sıcak bir mekan; konumu da çok güzel. 
Oda fiyatı 45 Euro yani yaklaşık 70 TL (1 Euro=1,74TL zamanları ) Kahvaltı hariç. Bence parasının hakkını veren bir otel. Memleketimizin Karadeniz’indeki bana göre fahiş konaklama fiyatlarından sonra (2 yetişkin ve 1 çocuk için gecelik kahvaltı dahil 100-150 TL vermiştik, çoğu da nakit ) bu fiyat, odanın kalitesine göre çok hakkaniyetli kaldı. 
Şimdilerde her bütçeye, her zevke uygun konaklama mevcut. Zincir otellerden, airbnb ve hostellere kadar seçim sizin. Biz ailecek hostelleri tercih ediyoruz. O tarihte hostel olsaydı kesinlikle hostelde kalırdık. Neden derseniz, öncelikle en iyi hosteller daima şehrin kalbinde ya da toplu taşımanın dibinde. Hepsi adeta butik otel gibi çok güzel dekor ve tasarımda. En önemlisi de konukları, gönlünü seyahate kaptırmış kişiler. Üstelik de genel kanaatin aksine bitli turist mekanı değil, öyle olmuş olsa bile bu durum 20. yüzyılda kalmış bir bilgi. Artık güncellenme zamanı. Ben ne mühendisler, doktorlar, avukatlar gördüm hostelde konaklayan😊”Ben odamı
tanımadığım insanlarla paylaşamam” diye endişe edenler için tavsiyem, her hostelin az da olsa mutlaka 2 ya da 3 kişilik bir kaç odası vardır; onlarda kalın. Yatakhane yani dorm odalara kıyasla azıcık fiyatları fazladır ama kalınca meftun olup kısa sürede hostelkolik olmanız mümkün. Tuvalet ve banyonun ortak olmasına da o kadar takılmayın. O kadar sık temizleniyor ki! Evinizdeki banyo ve tuvalet o kadar sık temizlenemez, emin olun. İnanın, bu sayede seyahat bütçenizde devrimsel bir tasarruf sağlayıp üzerine bir de o ülkeyi daha ruhuyla gezdiğiniz bir konaklama atmosferine kavuşursunuz. Biz uzun yıllar boyunca, kaldığımız hostellerin küçük çocuklu yegane misafirleriydik. Geçen süre zarfında artık gitgide hem daha çok aileyi hem de daha çok yaşlı insanı hostellerde görür olduk. Yani artık oralar sadece kısıtlı bütçeli çulsuz genç mekanı değil, ruhunu doyuran gezginlerin buluşma adresi.   

Batum’da Ne Yapılır? Nereleri Gezilir? 

Buna 3 ana başlıkta yanıt verebilirim. 
1- Deniz keyfi 
2- Şehir keşfi
3- Botanik Bahçesi 
Tüm bunları 2 günde rahatça yapabilirsiniz. Listeye bir 4. Madde olarak, gittiğiniz tarihte varsa Kafkas Dansları Gösterisi izlemeyi de eklemenizi öneririm. Malum, o kadınların kuğu, erkeklerin çakı gibi dansettiği oyunların, Batum’un başkenti olduğu Acara bölgesine has, bu topraklar kökenli ve son derece estetik olanları var. Olur da denk gelirse aklınızda bulunsun. 
Deniz keyfi
Şehir Keşfi
Botanik Bahçesi
Deniz keyfi
Malum Gürcistan, demir perde döneminde Sovyetler’in bir parçasıydı. Hepimiz tarih derslerinden hatırlarız ki Rusların hep bir sıcak denizlere kavuşma sevdası vardır.😊 
İşte Osmanlı ve Rusya arasında birkaç kez el değiştiren Batum, o sıcak denizlerden biri. O yüzden ister bizim gibi Karadeniz gezinizin bir uzantısı olarak ( ki zaten bu durumda yağış nedeniyle Ağustos ideal bir zaman)  ister hafta sonunuzu değerlendirmek için gidiyor olun, yaz mevsimini seçerseniz, Karadeniz’de olmanıza rağmen bir Ege ya da Akdeniz duygusu yaşayıp eve dönebilirsiniz; bu deneyimi kaçırmayın derim.
Biz de zaten odamıza eşyalarımızı bırakır bırakmaz mayolarımızı giyip sahile fırladık. Ailecek; havuz, deniz olan her yere giderken akışkanlığımızdır; mayolar bavulda hep en kolay yerde durur ki odadan 2 dakikada çıkıp bizi dinlendirecek sulara bir an önce kavuşalım. 

Kumsal, adı gibi kum değil aksine çakıl; fakat taşlar sıcak. Önce rahat edemem diye düşündüm ama uzandığımda taşların sıcaklığı ve şekilleri nedeniyle adeta spa terapisi gibi oldu. Su da harika. 1 saat kadar yüzdük, güneşlendik. 















Bizim gittiğimiz tarihlerde sakin, kendi halinde kumsal keyfi söz konusuydu. Son zamanlarda popülerliği arttıkça bizim Bodrum ya da Çeşme’miz gibi deniz atraksiyonları artan bir yer haline gelmiş. 
Şehir keşfi
Dinlenip iyice rahatladıktan sonra hemen kumsalın devamındaki yemyeşil parka gittik. 1884’te yapılmış olan Batumi Seaside Park çok güzel. Yanında 4.8 km.lik kumsalı ile 86 hektarlık bu alan ömre bedel. 
Park, bu kelimenin çağrıştırdığı her şeye sahip. Hem pırıl pırıl, yemyeşil bir çevre düzenlemesi, hem lunapark, hem yeme içme, hem de yanı başında şehir meydanı...  
Poyraz, 5 Lariye şişme kaleye, 5 Lariye de tromboline bindi. Tromboline bakan adam Poyraz’a havada ters takla atmayı öğretti. Bu rakamı verdik ama neredeyse bıkıncaya kadar bindi. Belki bir süre vardı ama o kadar uzundu ki “Artık bu kadar yeter “deyip biz aldık. Neredeyse 100 kere ters takla attıktan sonra bizim başımız döndü. Poyraz tabii ki bayıldı. 






Batum, bana göre Küba’nın başkenti Havana’yı da çok andırıyor. Binalar eski olsa da çok güzel; farkediyorsunuz. Apartmanların balkonları rengarenk bir materyal kullanılarak kaplanmış. 
Kadınlar genelde rüküş. Topuklu ayakkabılar seviliyor; bir de parlak şeyler. Kadınlar ya top model gibi incecik ya da Bereket Tanrıçası gibi pofuduk pofuduk. Yaşlılar hep elbise giyiyor. Kadınlarda dekolte kullanımı çok yaygın; her yaştan. Ya simsiyah ya da rengarenkler. Renkli boncuklu kıyafetler gördüm. Yaşlılar genelde allı güllü, canlı renkte eşarplarla örtüyorlar saçlarını. Eşarplar boyunlarını açıkta bırakacak şekilde bağlanıyor. 
Biraz turladıktan sonra odamıza dönüp duş aldık ve Karadeniz’in tuzunu üzerimizden attık; eşyalarımızı bıraktık ve parka geri döndük. 
Işıklar yanmış, etraf cıvıl cıvıl. Yılbaşı gibi adeta. Parkın içinde, Londra’nın meşhur London Eye’ını andıran dev bir dönme dolap var. Binmeseniz bile, gece ışıklandırmasıyla o kadar güzel ki mutlaka hem gündüz hem gece ziyaret etmelisiniz. Biz de bu fırsatı kaçırmadık ve akşam ışıklarla göz kamaştıran dönme dolaba bindik. Bizler 1 Lari, oğlum Poyraz 0.50 Lari. 2.5 TL bedeli bir para verip bu sayede hem eğlendik hem de harika bir Batum gece manzarası seyrettik. 

Parkın yan tarafındaki Batum Bulvarı da muhteşem. Hele parkın girişindeki fıskiyeli havuzdaki müzikli ışık gösterisi mükemmeldi. Herhalde 1 saat gözümüzü alamadan sadece bunu seyrettik. Poyraz da bayıldı. Sadece izlemek değil, müziğin ritmiyle hareket eden fıskiyenin saçtığı suyla ıslanmak da başlı başına bir eğlence. Ayrıca çocuk olur da ıslanmaktan keyif almaz mı! Oğlum da istisna değil tabii ki. İnsanları bu zevkten mahrum etmemek üzere öyle güzel delikli köprüler yapmışlar ki! Suyla oyun oynamak mümkün. İster kuru kalma, ister ıslanma oyunu. Gezdik; fotoğraf çektik. 



Buraya geldiğime çok mutluyum. Burada hayatımda gördüğüm en güzel görüntülerden birine tanık oldum. Nefis bir akşam. Eylül başladı ama sonbahardan ziyade yaz tadında bir gece. Nefis bir çevre düzenlemesi içinde doğal bir park, keyifli insanlar, muhteşem nostalji müzikleri ve inanılmaz senkronize bir ritimle danseden sular. 
Bilenler için söylüyorum; Batum biraz Viyana, biraz Havana, biraz Guatemala Antigua  havasında çok hoş bir şehir. Özellikle Küba’ya gitmeye gücü olmayanlara şiddetle tavsiye ederim. Benzer bir duygusu var. 
3 Eylül 2008 (Batum)
Botanik Bahçesi
Batum’da ikinci günümüzü Botanik Parkı’na ayırdık. Botanik Bahçesi’ne gitmek için 1 numaralı minibüse bindik. 10 dakikada ulaştığımız Botanik Bahçesi’nin girişi yetişkinler için 6, çocuklar için 0.50 Lari.  Yani ailecek 12.50 Lari. 
Parkın içi çok büyük. Dünyanın tüm kıtalarının florasına yer vermişler. Yaklaşık 2 saat kadar yürüdük. Tropik bölgelere ait bitkilerin olduğu yere geldiğimizde sıcaklık ve nem de aşırı yükseliyor, bir fena oluyorsunuz. En çok Avustralya- Yeni Zelanda kısmını beğendim ve en kısa sürede gerçek coğrafyasında bu bitkileri görmeyi diledim.


İçinde dolaşmak büyüleyiciyi olsa da, cüssesi nedeniyle bir süre sonra insanı perişan edecek büyüklükteki parkın içinde Allah için bir şey satın alacak tek bir yer yok. Kafeden geçtim suyunuz bitse su bile yok. Oysa insan bu güzelliğin içinde hem keyfine hem de mecburiyetten soluklanmak için bir şeyler içmek istiyor. 
Parkın içinde evler; içinde de oturanlar var. Evler eskiden çok güzelmiş belli, bizim Büyükada evleri gibi ama o kadar büyük değil, fakat harap durumdalar. İçinde yaşayanların durumu da çingeneden hallice görüntüsünde. Çoluk çocuk, çamaşırlar serilmiş kenarlarda... 

Bu evlerin daha eli yüzü düzgün olanlarından birinden suyumuz bitince su istedim. Evsahibi, Allah ondan razı olsun, bize suyla birlikte bahçesinden 3 elma yıkayıp verdi. Biraz su ve elma ile enerji kazanıp yola devam ettik. 
Parkın diğer ucuna vardığımızda minibüse binmek için 5 km. yürümek zorunda olduğumuzu öğrenince ise yorgunluktan çöküp kaldık. Ya bu kapıdan minibüslere 5 km yürüyeceğiz ya da 2 saat önce yürüyüşe başladığımız ana kapıya geri döneceğiz. Emin olmak için tekrar yolu sorduğum, bizim gibi ziyaretçilerden birisi, aracıyla bizi yola kadar götürmeyi önerdi. 2 kadın, 3 çocuk; Tiflis’ten gelmişler. Biz de çocuklara çubuk kraker verdik. Gelişte minibüse 1.40 Lari vermiştik. Dönüşte daha uzak mesafeden bindiğimiz için olsa gerek 2 Lari verdik. 
NE YENİR? NE İÇİLİR? 
İlk gün deniz ve şehir keşfinin sonunda, deniz kıyısındaki parkın içindeki Twins isimli bir kafede yemek yedik. Geldiğimizden beri etraftan aldığımız nefis mayalı ekmek kokusunun kaynağını bulduk. 
Kaçapuri bizim bazlama ekmeğinin ortasında peynir eritip yumurta kırılarak yapılan nefis ötesi bir tür pide. Eşim kaçapuri yedi. Poyraz için de pizza söyledik. Pizza hamuru neredeyse yufka kadar ince, çıtır ve fazlasıyla tereyağlıydı. Ben de salata yedim. 3 kola ve de 1 çay dahil toplamda 26 Lari verdik. Çayı İngiliz usulü demlikle getirdiler. Dolayısıyla ne çok ucuz ne de çok pahalı bir yer. Şık dekorlu, deniz manzaralı, denizden iki adım uzakta bir yer için makul sayılır. Fonda Albino-Romina Power ve aynı dönemden başka şarkılar çalıyor. Burası nostalji yaşamak için birebir. 
İkinci günün sabahı, kaldığımız yerde kahvaltı olmadığı için, uygun bir yer aradık. Önce liman yanında, şık görünüşlü bir yer bulduk ama saat 10:30 olmasına rağmen kahvaltı yoktu. Bize doğrudan yemek menüsü verince biz de kalktık. Yolun karşısında daha yerel dekordaki yerlerden birine oturduk. Orada da kahvaltı diye sorduğumda bana köfte ve et yemeklerini gösterdiler. Allahtan içlerinden biri uzun bir süre eşiyle birlikte İstanbul’da yaşamış; Türkçe biliyordu. “Siz Türk müsünüz?” diye sordu. Ardından da “Kaçırmadık. Çok şükür.” dedi. Türk olduğumuzu anlamasa kahvaltı yok deyince çekip gidecek olmamızı kastederek... Gürcüler, sabah doğrudan yemeğe geçiyorlarmış. Bu nedenle kimsenin kahvaltı servisi yok ama Nana bizim kültürümüzü bildiği için bize elindeki imkanlarla söğüş salatalık, domates ve güzel bir peynir tabağı ayarladı. 
Akşam yemeği için şöyle güzel bir etnik Gürcü Restoranına gidelim dedik. Methini duyduğumuz Intourist Oteli içindeki Tiflis Restoran ne yazık ki kapalıydı. Biz de bildiğimiz yerde yiyelim dedik ve yine Twins’e gittik. Dün eşimin yediği kaçapuriden sipariş ettim. Arkan ve Poyraz da dana şaşlık sipariş ettiler. 2 kola ve su da dahil 25.85 Lari verdik.
Ardından dün akşam da çay içtiğimiz Tower Cafe’ye gidip 2 çay içtik. İkram ettikleri çay, çay tiryakisi olan kayınvalidemin gözdesi olan Ahmad Tea idi. Hem tadı hem de sunumu İngiliz usulü; şık ve lezzetli. 
Ben çaya aşık biri olduğum için hep çay üzerinden gittim. Oysa Gürcistan denince akla gelen içecek şarap. Şarap tutkunları için Dünyaca ünlü şarapların memleketindeyiz.
NE ALMALI? 
Şüphesiz şarap. Üstelik burada sadece şarap satan çok şık dükkanlar var. Özel danışmanlar eşliğinde tadım yapıp damak tadınıza uygun şarapları seçebilirsiniz. 
Gürcüler bizim gibi el emeği göz nuru bir millet. Ağaç oyma ve el işi tekstil ürünleri ilginize çekebilir. Özellikle de dallı güllü desenli kumaşları seviyorsanız, bol seçenek mevcut. 
Malum kışı sert geçen bir bölge. Bu nedenle kışlık kıyafetler, özellikle de kürk başlıklar ilk başta göze çarpıyor.
Bildiğimiz cevizli sucuk burada çok seviliyor. Ufak bakkallardan mega marketlere kadar her yerde, çeşit çeşit. Üstelik bizdekiler gibi ancak sağlam dişlilerin yiyebileceği sertlikte değil, yumuşacık ve farklı lezzetlerde hazırlanıyor. Mutlaka tadın, tanıdık bir lezzet ama farklı ve çok başarılı bir şekilde yapıyorlar. 
4 Eylül 2008 (Batum-İstanbul /THY uçuşu) 
BATUM’A VEDA
Bugün, Trabzon’dan başlayan ve Batum’da sınır ötesine taşınan Karadeniz seyahatimizin 9. ve son günü. 

Her ne kadar resmî olarak Gürcistan’dayız desek de aslında Batum uzun yıllar Osmanlı toprağı olmuş, Rusya ile Osmanlı arasında gidip gelmiş, hatta Kurtuluş Savaşı döneminde TBMM’ye temsilci gönderecek kadar bizden, istemeye istemeye bizden koparılmış, özerk bir cumhuriyet. Kısmen müslüman, kısmen Ortodoks Hıristiyan nüfusa sahip, Türkçe bilenlere sıkça rastladığınız, eskiden bir parçamız şimdi ise komşu olmuş bir bölge. O nedenle bir sonraki sefer Gürcistan’ın has Gürcü olduğu bir yere, yani Tiflis ve civarına gitmeyi planlıyorum. (2018 yılına kısmet oldu.) Rusya ve Gürcistan arası gerginlik sona ererse belki Abhazya ve Güney Osetya’yı da gezme fırsatı olur bir gün. Sular durulunca.


No comments:

Post a Comment