Thursday 12 March 2020

KAMBOÇYA 🇰🇭 2009


Kamboçya benim için Angelina Jolie demek. Diğer bir deyişle Lara Croft Tomb Raider, yani Angkor Wat demek. O filmi seyrettiğimden beri her yere yayılan ağaç kökleri arasından yükselen Ta Prohm Tapınağı'nı, bu tapınağın yer aldığı Angkor'u ve tüm bu şahaserlere ev sahipliği yapan ülkeyi görmeyi hayaller olmuştum. Angkor Wat, Ölmeden Önce Yapılacaklar Listeleri’nin -ki ben ona Yaşarken Yapılacaklar😊 demeyi tercih ediyorum- demirbaşlarından biri. 
Tayland-Kamboçya-Vietnam-Laos’u içeren dört dörtlük seyahatimizin nasıl vücut bulduğunun hikayesini bir önceki hafta Tayland yazısında anlatmıştım. Seyahatte bu sefer çekirdek ailemizin haricinde can arkadaşımız Metin de bizimleydi. Tam anlamıyla dört dörtlük bir seyahat. 
2009 yılında, oğlumun ilkokul birinci sınıftaki sömestir tatilinin tamamına yayılan seyahatin akışı şu şekildeydi:
Yola, karnelerin alındığı Cuma gününün gecesi çıktık. Dönüşümüz ise 2 hafta sonraki Pazar günü oldu.
  1. Gün, 23 Ocak Cuma : İstanbul -Tayland Bangkok(uçak)
  2. Bangkok -Aran (Taksi)
  3. Tayland Aran - Kamboçya Siem Reap (Taksi)
  4. Siem Reap (Angkor Wat) 
  5. Siem Reap - Phnom Penh ( otobüs)
  6. Phnom Penh - Saigon (Ho Chi Minh City) -Vietnam(otobüs)
  7. Saigon-Mekong Deltası-Saigon
  8. Saigon-Hanoi (uçak)
  9. Halong Bay
  10. Halong Bay-Hanoi
  11. Hanoi
  12. Hanoi- Luang Prabang - Laos (uçak
  13. Luang Prabang
  14. Luang Prabang-Viantisne (uçak), Viantiane- Tayland sınırı-Bangkok(tren)
  15. Bangkok
  16. Bangkok
  17. Gün, 8 Şubat 2009 Pazar: Bangkok-İstanbul Türkiye (uçak) 
Şimdi yola koyulmadan önce kısa bir Kamboçya tanıtımı yapalım:
NEREDE
Kamboçya Uzak Doğu olarak da bilinen bölgede bulunan bir Asya ülkesi. 
Komşuları ise bizim seyahatimizin diğer üç ülkesi yani kuzey batıda Tayland, kuzey doğuda Laos ile doğu ve güney doğusunda Vietnam. 
3 kara komşusunun haricinde batı yakasında Tayland Körfezi sayesinde su yüzü de gören bir ülke Kamboçya. 
Türkiye ile kıyaslandığında alan olarak %23, nüfus olarak ise %30’sine tekabül eden minik bir ülke. 
BAŞKENT: Phnom Penh. Nedense bu ismi duyunca aklıma hep Sean Penn gelir.😊
DİL:
Resmî dili Khmer olan ülkede, sömürge geçmişi nedeniyle Fransızca ve İngilizce de konuşulmaktadır. 
DİN:
Ülkenin resmî dini Budistlik olup nüfusun yaklaşık %97’si Therevada Budist öğretilerini takip etmektedir. 
YÖNETİM BİÇİMİ
Anayasal monarşiye sahip ülkede Kral devletin, Başbakan ise hükümetin başı olarak görev yapmaktadır. 
PARA:
KHR olarak gösterilen Kamboçya Riel’i bol sıfırlı bir kullanıma sahip. 1000 KHR=1,48 TL
Dolar karşısındaki pozisyonu ise 1000 KHR=0,24 USD, yani kabaca 1USD=4.000KHR
VİZE
Vize e-vize olarak ya da kapıdan alınabilir. Şu anda online alındığında 30 USD +7USD hizmet ücreti alınıyormuş. Online alındığında sırada fazla beklemeden geçme avantajı var. Biz seyahatimiz esnasında kara geçişi yapmış ve başvurumuzu da o esnada gerçekleştirmiştik. Sıkıntı yaşamadık. Az biraz kazık yedik ama süper hizmet aldık, kazığı hella ettik.😊 Detayları günlük notlarımda okuyabilirsiniz. 
NERELERİ GEZİLİR?
Bu ülkede tek bir gününüz varsa gideceğiniz tek adres şüphesiz Angkor Wat olur. Burası devasa bir antik şehirler silsilesi. Dilerseniz birkaç güne de yapabilirsiniz.
Angkor Wat’a en yakın yerleşim olan Siem Reap kasabası o kadar sevimli ki 1 günü de buraya ayırırsanız pişman olmazsınız.
Başkent Phnom Penh ise James Bond filmlerini anımsatan egzotik havası ile kesinlikle ziyaret edilmeyi hak ediyor. 
NE YENİR? NE İÇİLİR?
Bir kere her şeyin içinde kişniş var. Ben başlarda hiç sevmemiştim. Şimdi ise bayılıyorum.
Tıpkı Tayland’da olduğu gibi sokak mutfağı çok yaygın. Etler, sebzeler, özellikle kaynar suyun içine atılıp azıcık piştikten sonra sulu sulu alınıp yenilerin etli, sebzeli yemekler çok popüler.
Kırmızı ete kıyasla tavuk daha çok seviliyor. Sokak lezzetlerinin haricince bolca KFC ve türevi restoranlar var. 
Burada da böcekgiller sokaklarda avuç avuç satılıyor, çıtır çıtır yeniliyor.
Bu kadar takdimden sonra artık yola koyulalım. Bundan sonrasında günlük notlarıma emanetsiniz. 

SEYAHAT GÜNLÜĞÜ
25 Ocak 2009 Pazar (Aran-Tayland / SiemReap-Kamboçya
Kamboçya’ya karadan geçiş yapmak için Tayland’ın sınırdaki Aran şehrindeyiz. Buraya dün geldik. 
Sabah çok keyifli bir kahvaltının ardından eşyalarımızı topladık ve sadece birkaç dolara kiraladığımız tuk-tuk ile sınıra gittik. Gerçi tuktukçu amca sınır diye bizi başka bir yere götürdü ve oradaki görevli de resmi görevli olduğunu söyleyip ( belgesini de gösterip ) bizden 100$’a yakın para aldı. Elindeki broşürde Kamboçya vizesi için 1200 Baht ( yani 35 $) yazıyordu. Biz ise daha önce internetten araştırdığımız her yerde 20 $ olduğunu okumuştuk. Fakat neredeyse adam başı (Poyraz hariç) 35 $ verdik. Vietnam, vize işlemleri esnasında Poyraz için ayrı ücret almıştı; üstelik de benim pasaportuma kayıtlı ve daha 7 yaşını bitirmemiş olmasına rağmen. Bu nedenle burada Kamboçya için 4 kişi 80 $’ı zaten gözden çıkarmıştık. Şimdi ise 3 yetişkin için 105 $ ödemiş olduk. İyi tarafından bakacak olursak gayet rahat bir ortamda oturarak formlarımızı doldurduk. Poyraz’a ve bize elma ve su ikram ettiler. Poyraz resim çekti, etrafta böcek, kelebek araştırması yaptı ve oradan birileri Poyraz’a yardımcı oldular, eşlik ettiler. Yani ortada bir düzen varsa da aradaki farkı “customer service”😊 ve buradaki “hoş tecrübe” için verdiğimizi düşünmeyi tercih ediyorum. 
Ardından esas sınıra getirdi bizi tuktukçu amca. Yürüyerek önce ara bölge, sonra Kamboçya’ya geçtik. Etrafta Çin Yeni Yılı kutlamaları nedeniyle çatapatlar, tütsüler, adaklar ( tabii yiyecek ve süs babında), tek tük budist rahipler göze çarpıyor. 
Aran, sınırdaki bir Tayland kenti olarak bizde varlıklı bir şehir izlenimi bırakmamıştı. Aslında hiç de fena olmayan bir ekonomik yapısı olduğunu ise Kamboçya sınırını geçince keskin bir şekilde farkettik. 
Bu arada sınır birden çok kalabalıklaşmaya başladı. Tam vaktinde gelmişiz. Formlarımız da hazır olmasına rağmen ( bu arada etrafta form dolduracak yer ve kalem yok) yaklaşık 30 dk. sıra bekledik. Saat 12:30 gibi artık resmen Kamboçya’ya ayak basmış olduk. Sanırım bu gezide adını telaffuz etmekten en çok hoşlandığım ülkeye geldik: Cambodia
Sınırdan ücret ödemeden binilen otobüslerle ana otobüs firmalarının kalktığı yere geliniyor. 10-15 dakika uzaklıkta. Buradan Siem Reap’a otobüsle gitmeyi planlamıştık ama saat 15:00’e kadar olan otobüslerin tamamını bir tur firması kapatmış. Yol 4-5 saat sürüyor ve kişi başı 13$. Klima da yok ve hava epey sıcak. Bu da en iyi ihtimalle 19:00’da Siem Reap’te olmak demek. Otele varmamız ise 19:30-20:30 demek. Hemen elimizdeki B planını devreye aldık. 15:00’e kadar 2,5 saat burada bekleyip saat 20:00 gibi otelde olmak ve üstüne 52 $ vermek yerine aynı parayı taksiye verip 15:00’te Siem Reap’e vardık. Daha doğrusu otelimize kadar geldik. Tabii ki bu tarz B ya da C planları bizim gibi bir taksiyi dolduran kişi sayısı olduğunda bazen daha bile ekonomik hale gelebiliyor. Zaman tasarrufu ise zaten tartışılmaz. 
Siem Reap’e kadarki yolun neredeyse %90’ı yapım halinde ve dolayısıyla toz toprak içinde. Arada bir yolu toz kalkmasını önlemek için ıslatan aralar görülüyor. Asfalt hiç yok. Etraf yemyeşil. İnsanlar burada Tayland’lılara kıyasla daha güzel. Güleryüzlülükte ise pek fark yok. Herkes çok güleryüzlü. 
Biz oğlumla Tara Angkor otelinin 208, eşim ise Metin ile 213 no.lu odasına yerleşti. Otel harikulade. “Hoşgeldiniz” içeceğimiz, orkideler ve sıcak ıslak havlular eşliğinde ikram edildi. Tam şımarma ve şımartılma durumundayız. 
Eşyalarımızı yerleştirip mayolarımızı giydik ve havuza koştuk. Takvimler 25 Ocak’ı gösterirken açıkta yüzebilme keyfine bayılıyorum. 
Aran’da her tarafta kaplumbağa heykelcikleri farketmiştim. Buranın objesi ise fil. 
Akşam yürüyerek şehir merkezine indik. Yol 15-20 dakika sürüyor. Epey dolaşıp yorulduktan sonra bizim Beyoğlu’ndaki Nevizade’yi andıran, restoranların yoğun olduğu bir yerde Amok isimli bir mekanı beğenip oturduk. Ben Amok isimli bir balık yedim, yanına da hiç adetim olmasa da yöresel olsun namına Tiger marka bira sipariş ettim. Poyraz da benim yemeğimden özellikle de pilavındandan yedi. Mekan çok ama çok güzel. 

Etraftaki her yer birbirinden güzel gözüküyor. Yemek sonrası da dolaştık. Harika objeler satan dükkanlar var. Bizim paramızla 5.5 TL’ye tişört, 4.5 TL’ye üzeri fil baskılı fular aldım. Oğluma da yaklaşık 12 $ harcayıp 4 adet hem dekoratif hem oyuncak olarak kullanılabilecek, müthiş yaratıcı ve estetik 4 obje aldım: Vidalardan yapılmış bir adam, bir anne bir de bebek fil ile bir tür kertenkele olan pufidik bir gekko. (Oğlumun odasının dekorları oldular.) 
Daha çok alacaktım ama kredi kartı çalışmadı ve daha fazla nakit harcamak istemedim. Ardından başka bir dükkandan oğluma 1$’a cüzdan, 2$’a magnet aldım. Süt 0.50$. Büyük su 1 $. (
1 doların 1.5 TL olduğu zamanlardan bahsediyorum. )   Burada 1$=4000 Riel ama herkes dolar kullanıyor. Fiyatlar da bu nedenle tam ve yarım dolarlar düşünerek hazırlanmış. Mesela Poyraz’a 1.5$ vererek dondurma aldım. Dün 4 kişi pazarda bu rakama noodle yemiştik. Dondurma parası için 5 dolar verdim ve bana 3 dolar ile 2000 riel para üstü verdiler. Genelde bozukluklar riel tamlar dolar olarak ödeniyor. 
Özetle, Siem Reap çok ama çok güzel bir kent. Ruhu ve tarzı olanlardan. Ben bayıldım. 
Dönüşte 2 $’a tuktuk kiralayıp otele gittik.
26 Ocak 2009 Pazartesi (Angkor Wat
Dün Siem Reap’e vardığımızda otele gelmeden bir noktada araç değiştirdik. Bizi sınırdan getiren araç buranın yerel taksisine bizi aktardı ve otelimize öyle geldik. Haliyle bugün için planımızı soran ve doğal olarak Angkor’u gezeceğimizi öğrenen şoför bize heme tuk tuk önerdi. Fiyat konusunda da anlaşınca bu sabah 05:30’da Jonny isimli bir tuk tuk şoförü otelden bizi almaya geldi. 
Jonny’ye bütün gün bizi Angkor’da gezdirmesi ve otele getirmesi için 15 $ vereceğiz. Tapınak giriş ücreti kişi başı 20 $. Poyraz için ücret ödemedik. Bilet için fotoğrafımız çekiliyor. Biletler günlük ya da birkaç günlük, haftalık olarak da satın alınabiliyor. Biz sadece 1 günlük bilet aldık. 
Tapınaktan girdiğimizde hala güneş doğmamıştı. Kalabalığı izleyerek bir köprüden geçtik. Tapınağın varlığını hissediyoruz ama detayları göremiyoruz. Derken güneş yavaş yavaş ışıklarını göstermeye başladı ve Angkor Wat sanki o anda, güneşin ışıklarıyla sihirli bir şekilde vücuda geliyormuşçasına ortaya çıktı. Büyüleyici... 
Belki daha da güzeli yüzlerce kişinin bu güzelliği görmek için sabahın köründe kalkıp karanlığın içinde heyecanla beklemesi.  Angkor Wat’ın onlarca fotoğrafını gördüm ama böyle geceden gündüze dönerken, gözümün önünde karanlıktan varolmasını hayal etmemiştim. Deneyim denen şey tam da bu olsa gerek. Alan o kadar büyük ve o kadar etkileyici ki baktığınız her yerde bir güzellik saklı. İnsan nereye bakacağını neyin fotoğrafını çekeceğini şaşırıyor. Benim gibi fotoğraf çekenlerin fotoğrafını çekmeyi sevenler için adeta bir cennet. ( Bu nedenle yüzlerce fotoğraf arasından burada kullanacağım az sayıda fotoğrafı seçmek benim için gerçekten çok zor oldu. ) 


Aynı anda binlerce kişinin özellikle de önündeki lotus göletini de alacak şekilde tapınağı çekme uğraşlarını izlemek çok eğlenceli. Doğal olarak göletin yansıttıklarıyla çekilen fotoğraflar da çok güzel. Burası dünya üzerinde mutlaka görülmesi gereken yerlerden birisi. Söyleyenler abartmamış ve hatta eksik anlatmış. Gerçi güzellik görene de bağlıdır fakat buralara kadar yol katedenin buradaki
güzelliği takdir edeceğine de eminim. Buraya gelmek için 05:00’te uyandığımız için ufak bir mola verip oğluma biraz kahvaltı yaptırdım. Tapınağın ihtişamına rağmen yanındaki hediyelik satış yapan standlar ve salaşın da salaşı kafe türü yerler çok kendi halinde. Yanında diyorum ama aslında buranın büyüklüğüne kıyasla yanındaki dediğim de tapınağa aslında epey mesafede oluyor. İnsan bu manzara karşısında bizim milli saraylar ve bahçelerdeki gibi havalı kafe ve restoranlar hayal ediyor ama garibim onlar ancak bu kadarını kotarabilmiş. Yani anlayacağınız ortada yapı falan yok. Herkes bir tezgah açmış; kafeler de plastik masa sandalyeler koyup hizmet veriyorlar. (2009’da böyleydi. Şimdi nicedir acaba?) 




Oğluma 2$’a peynirli sandviç ve 1$’a da Lipton çay aldım. Sandviç o kadar büyüktü ki tek sandviç ile ikimiz de doyduk. Çay da poşet olmasına rağmen çok güzel geldi. Bu arada kenardaki tezgahlardan da oğluma 2$’a bir Angkor hatırası tişört aldım. Angkor Wat’ın ardından meşhur Lara Croft Tomb Raider filminin çekildiği, dev ağaç kökleriyle sarılı Ta Prohm’u gezdik. 
Bu fotoğrafa şu notu düşmezsem olmaz. Benim üzerimdeki fil deseni baskılı beyaz renk ve oğlumun  üzerindeki Angkor Wat baskılı kahverengi tişörtler...  İkisi de bu ülkenin ürünü. Taze taze aldık, hemen de giydik.


Açıkcası tapınak alanı içerisinde benim en çok merak ettiğim, hayalini kurduğum nokta burasıydı. Doğanın, özellikle de ağaçların gücünü gösteren bir tapınak. Hani şu ağaçların canlı olduğu fakat nedense hep korkutucu işlendiği filmler vardır ya ister istemez burada o tür sahneleri hatırlıyor insan. 


Angkor kabaca Kadıköy semti büyüklüğünde bir alan. Rakam verirsek 20 km2 diyebiliriz. İçinde gezilecek noktalar birbirinden epey uzakta. Yani yayan gezmeyi düşünmek mümkün değil ya da 10 gününüzü ayıracaksanız o başka... Bizim gibi tuk tuk kiralayabilirsiniz ya da bisiklet. 


Ta Prohm’dan sonra Fil Terası, Baphon ve Bayon’u gezdik. Benim için sürpriz Bayon oldu. Malum Angkor Wat Tapınağı bu devasa alanın en meşhur fotoğraf karelerinden biri ve o resmi canlı olarak gördüğüm an zaten olağanüstüydü. Ta Prohm dersem Lara Croft’u izlediğim andan itibaren görmeyi arzuladığım bir yerdi ve gerçeğini görmekten heyecan duydum fakat Bayon hakkında hiçbir daha doğrusu pek bir fikrim yoktu. Bir sürü yüz formunda dev heykeller, kabartmalar olduğunu biliyordum. Belki de bu yüzden bana göre tapınağın en gizemli ve etkileyici noktası Bayon oldu.        


Böylelikle 06:00’da kapısından girdiğimiz tapınakta bahsettiğim yerleri gezmemiz 17:00’ye kadar sürdü.


Bu esnada çok komik birşey oldu. Öğle molası verdiğimizde yemek yemek için tuk tuk şoförümüz Jonny’nin bizi getirdiği yer -ki burada da bir sürü hediyelik eşya standı ve kafe var- tuvaletlerden epey uzaktaymış. Daha doğrusu tüm tuvaletler restoranlardan uzak. Belirtmeden geçemeyeceğim, hepsi de içinde bulunulan ortama çok uyumlu bir malzeme ve mimari tasarım kullanılarak yapılmış ve ücretsiz. Çok beğendim. Biz yemek sonrası malum ihtiyaçtan dolayı gitmek isteyince şöförümüz ben sizi götüreyim dedi. Ben de yolu tarif edecek zannettim. Tuk tuk’a işaret edince iyice şaşırdım. 
“Garibim “dedim içimden. “Günde 14 saatlik hizmete 15 $ veriyoruz diye adam 3-5 metrelik yolu bile yürütmeyecek bize.“😊 Fakat iş öyle değilmiş. Yani adam bize kul köleliğinden değil hakikaten araçla gitme uzaklığında olduğu için teklif etmiş. Yürünür de ama vardığınızda durum acilse iş işten geçmiş olabilir. Sağlam bir 10 dakika yürümeniz gerekiyor çünkü. Yine de bu tuk tuk ile tuvalete gitme durumu bende derin bir sefahat duygusu yarattı. Gün içinde bir kere de Bayon’u gezerken oğlum “Anne acilen tuvalet “ deyince hemen tapınaktan çıkıp Jonny’ye el ettim geldi bizi tuk tukla tuvalete götürdü. Düşünün hizmetin böylesi. Tuvalete bile tahteravanla gittik... 😂

Tüm Angkor gezilerinin finali gün batımı seyri oluyor ve gün batımını izlemek için çıkılan tepenin eteklerinde dilerseniz file binip o şekilde tepeye çıkabiliyorsunuz. Poyraz başından beri bu fikre bayılmış, sabahtan beri heyecanla bu anı bekliyordu. Fakat ne yazık ki bugün zarfında bizimle birlikte burayı gezen binlerce kişiden fille tepeye çıkmak isteyen başka meraklılar da varmış haliyle ve vardığımızda fil kalmamıştı. Ne kadar üzüldük anlatamam. Zaten topu topu 4-5 fil var. Ne yapacağız derken file binen bir çift oğlumuzu yanlarına almayı kabul etti. Poyraz da suratında kocaman bir gülümseme ile heyecanla file bineceği rampaya tırmandı ve filin üzerine bindi. 

Fil ile yukarıya çıkış 20, iniş ise 15 $. Bizden oğlumuz için sadece 15 $ aldılar. Biz ise filin bir önünde bir ardında onlarla birlikte yola düştük, hem yürüdük hem fotoğraf çektik. Gündoğumu çok etkileyiciydi ama belki de fillerle birlikte yokuş çıkıp bir taraftan da fotoğraf çekmenin yorgunluğu ile gün batımından o kadar etkilendiğimi söyleyemem. Bana hala İstanbul’da Adalar’a doğru sahil yolundayken batan güneş daha etkileyici geliyor. 
Dönüşü de yaya yaptık. Aşağıda file bindiğimiz noktada mahşeri bir kalabalık var. Bizim gibi tuk tuk kiralamış olanlar sürücülerini bulmaya çalışıyor. Araç kiralayanlar, bisikletliler ve yürüyenler... Binlerce insan sanki felaket filmlerindeki konvoylar gibi park kapanış saatinde adım adım yol alıyor. Tapınağın kendisi kadar dünyanın dört bir yanından gelen bu kalabalığın da bence ayrı bir büyüsü var. Artık hava iyice kararmış durumda ve biz de Jonny’yi epey bir bulamadık. Nihayetinde 19:00 gibi birbirimize kavuştuk ve yola koyulduk. 


Poyraz yolda uyudu, yarım saat sonra otele vardığımızda ise uyandı. Odaya çıkınca duş aldı. Arkadaşlarına vereceğini söyleyip alsa da dayanamayıp, geldiğimiz ilk gece Aran’dan aldığımız şekerleri yedi, çizgi film seyretti. File bindiği için o kadar mutlu ki! Defalarca hortumunu okşadı. Bu arada Poyraz gün boyunca bizim Jonny’den bahsederken “adamcağız” demelerimizi yanlış anlayıp “adamcihaz” diye tekrarlayıp bizi epey güldürdü. Parktan çıkmadan az önce de ağaçlar arasında zıplaşın oynaşan maymunlar görmüş ve çok sevinmişti. Hem gördüm diye hem de ilk o gördü ve bize söyledi diye...
Gece biz oğlumla otelde kaldık. Poyraz bu kadar erken uyandığı için geceyi dışarıda geçirmeye uykusu dayanmayacaktı. Arkan ve Metin ise bir gece daha bu güzel kenti gezmeye çıktılar. Dün gece her yerini gezmiş olsak da yine de bir gece daha bu güzelliği görmeyi isterdim doğrusu...
27 Ocak 2009 Salı ( Siem Reap - Phnom Penh)
Kamboçya’ya adım attığımız andan itibaren adım başı “People Party” yazan yerler ve yer yer de 3 tane adamın fotoğraflarının eşlik ettiği panolar var. Bunların yanı sıra o kadar çok sayıda olmamakla birlikte bir de “Human Rights Party” yazan yerler dikkat çekiyor. 
Sabah, aynen akşam olduğu gibi ikiye ayrıldık. Arkan ve Metin kahvaltı sonrası müzeye gittiler; ben ise oğlumun tercihi olan havuza dümen kırdım. 1 saat kadar yüzüp güneşlendik. Dünün tatlı yorgunluğunu üzerimizden attık. 
Bugün başkent Phnom Penh’e doğru yola çıkacağız. Paramount Express’ten 11.75$’a (kişi başı) bilet aldık. Otobüsümüz 13:00’te kalkıyor. 5 saatlik yolumuz var, yani 18:00’de başkentte olmayı ümit ediyoruz. Biraz rötarla yola koyulduk. Mola yerinde çıtır çerez niyetine satılan eşek arısı, çekirge ve hamam böceği gördük. 
Phnom Phen, şehir-varoş arası bir yer. Siem Reap’in o büyülü, estetik, şık ve zarif havası burada yok. Onun yerine daha çok karmaşa, kaos ve James Bond filmlerinde kovalamaca sahnelerinin yaşandığı sahneleri hatırlatan bir egzotiklik var. Bence bu da başka tür bir çekicilik. 
Otobüsten iner inmez Cambodia Express’ten adam başı 13$ verip ertesi gün saat 14:00 için Vietnam-Saigon biletimizi aldık. 1 $’a tuk tuk kiralayıp otel aradık. Aran’daki Mermaid ve Siem Reap’teki Tara Angkor otellerini seyahat öncesi internetten bulup, ödemesini de kartla yapmış fakat Phnom Penh’i açık bırakmıştık. Belki zaman yetmezse Siem Reap’te bir gece fazla kalıp burayı da konaklamadan geçeriz diye düşünmüştük. 
Otellerin çoğunun dizildiği nehir kenarında tek bir oda dahi bulamadık. Hava karardı ve bizim beyler bir an önce odaya kendilerini atıp, duş almak istiyorlardı. Gerçi nehir kenarı dediğimiz yerlerin hiçbiri de nehri görmüyor. Nehir ile  otellerin önünden geçen yol arasına inşaat alanlarına dikilen türden metal yüksek duvarlar çekilmiş. Sonunda tuktukçu amcanın tavsiye ettiği Angkor International adında adı havalı ama kendisi çok ortanın altı bir otelde geceliği 15$ olan odalardan 2 tane tuttuk: 306 ve 310. Otel “eh işte” tarzında. Beterin beteri vardırı düşündürüyor ama alt tarafı 1 gece de dayanılır. Özellikle son iki gecemizi geçirdiğimiz Siem Reap’teki Tara Angkor’un ihtişamını hatırlamazsak o kadar da acıtmıyor. Bazen böyle uçlarda gezen, aristokrat-bitli turist şoku yaşamak da tatilin tadı tuzu olabiliyor. İnsanın perspektifi genişliyor. Gezilen memleketin her tarafını görüp anlamak mümkün oluyor. 
Oteli arzu ettiğimiz gibi bulamadık ya bari yemeği arzu ettiğimiz bir yerde yiyelim dedik ve Lonely Planet’in hararetle tavsiye ettiği Malis Restaurant’a gittik. Poyraz buranın yemeklerini çok fazla benimseyemedi. Ben de yol üzerinde Kentucky Fried Chicken’ı görünce hemen taksiyi durdurttum ve oğluma bir tavuk menü aldım. Buralarda ete kıyasla tavuk daha çok seviliyor. Bu nedenle de Mc Donalds ya da Burger King yerine bolca KFC görmek mümkün. 
Dolayısıyla Malis’e vardığımızda sadece üç yetişkin için sipariş verdik. Dekor ve atmosfer gerçekten çok güzel, servis de çok zarif. Poyraz için de servis açıldı ve tavuk menüsü şık tabaklara kondu. Etrafta o kadar çok kertenkele var ki! Özellikle de lambaların içinde... İnsan önce lambanın deseni gibi algılıyor ve açıkcası çok da zarif duruyor. Yani hakikaten kertenkele deseni kondursalar şık olurmuş. Sonra bir oraya bir buraya akarcasına gidiveriyorlar, durumu anlıyorsun. Ben de Poyraz da epey kertenkeleleri izleyip fotoğraf çektik. Metin ve Arkan yemeğin yanında hem kokteyl hem de şarap içince 60 dolar hesap ödedik. Yani kaldığımız otelde 2 gece konaklama parası. Yemeğin büyüsü otele gelince geçti tabii ki. O zaman da bizimkiler “ Keşke bu parayı yemeğe değil de otele verseydik” diye bir laf ettiler ama buna da şükür. Yine de eğer bir tercih yapmak gerekirse bundan sonra önceliğimiz otel olsun, yemekleri idare ederiz kararı aldık. Bu karar özellikle de konakladığınız yerde duş almaya kalktığınız ve yatak örtüsünü kaldırdığınız anda daha da önemli hale geliyor. 😊
28 Ocak 2009 Çarşamba ( Phnom Penh-Kamboçya / Saigon-Vietnam )
Odalarımızın ikisi de otelin koridoruna bakıyor. Dışarıya camımız yok. Sabah uyanınca bizimkiler uyandı mı diye bakmak için çıktığımda koridorun ucundaki cama gidip dışarı baktım ve gördüğüm manzara inanılmazdı. Adeta gerçeküstü bir görüntü. Film seti sanki. James Bond ya da Görevimiz Tehlike’den bir sahne canlanmış gibi. Ancak bu kadar karmaşık bir uzak doğu görüntüsü olabilir. Siem Reap tam bir turist şehriydi, burası ise realite. Pis, kalabalık, karışık ama yine de güzel. Fiyata kahvaltı dahil değil. Bir restoranı var aslında. Üstelik de dünden beri epey de bir trafik var ama biz yine de daha üsturuplu bir yerde kahvaltı edelim istiyoruz. Saray tarafına yürürken Corner 33 isimli çok güzel ve temiz bir yer bulduk ve bize o kadar harikulade bir Continental kahvaltı getirdiler ki! Maşallah kaldığımız otele kıyasla akşam yemeğimiz de kahvaltımız da çok klas, şık ve temiz mekanlarda yenildi. 
Kahvaltının ardından yaklaşık 6$giriş bileti verip Royal Palace’ın ziyarete açık  bölümlerini ve Gümüş Pagoda’yı gezdik. 
Ziyaret saati 11:00’de bitiyor. Bu nedenle gerek gün gerekse de saat programınızı yaparken gezmek istenen yerlerin hizmet saatlerini önceden araştırmakta fayda var. Biz dün yol boyunca Lonely Planet kitabını okuyup bilgi edinmiştik. Bu nedenle zamanımızı gayet güzel ayarladık, her yeri de güzelce gezdik. Burayı gezerken kollar uzun, bacaklar kapalı olacak. Öyle askılı bluzla kalayım üzerine şal örterim falan yok. Doğrudan uzun kol. Ben yapayım dedim olmaz dediler. Neyseki Metin’in yanında fazla tişört varmış verdi ama hava o kadar sıcak ki uzun kollu erkek tişörtü içinde çok sıkıldım. 

Tapınaklar kadar bahçe ve yer yer rastlanan rahipler hoş bir görüntü oluşturuyor. 
Saray gezisinin ardından Psar Tmei yani pazara gittik. Bizim gibi her Allah’ın günü semt pazarları ile donatılmış bir memleketin fertleri için çok cazip değil. Sadece ortalıkta yemek pişirip yeme kısmı farklı. 
Pazarı hızlıca turlayıp ardından buranın yegane alışveriş merkezi  olan Sorya’ya gittik. Böylelikle de benim günlerden beri ilk defa The Pizza Com’da yediğim double cheese pizza ile (ki hayatımda yediğim kesinlikle en müthiş lezzetli pizza idi) karnım doydu. Yoksa yemek yiyordum da hayati fonksiyonlarım devam etsin diye yaptığım bir şeydi bu. Her yemeğin ve salatanın içinden kişniş çıktığı için doğru dürüst doyunca yemek giyememiştim. Bu pizza iyi geldi. (artık kişnişe alıştım ve hatta seviyorum.)

(Fotoğraftaki bilezikleri Angkor Wat'ta, çocuk yaştaki bir satıcıdan 1 dolara almıştım. Çok severek kullanıyorum. Hala...)
Ardından koştur koştur otel, duş, check-out derken bizi otobüse götürecek shuttle’a bindik. 
Saat 14:00’te Vietnam için yola çıkan otobüsümüzün takip ettiği yol boyunca, kazık üzerine oturtulmuş evler gördük. Bunlardan dün gece Phnom Penh girişinde, nehrin üzerinden geçerken de görmüştüm. Bu evlerin kimisinin elektriği yok ya da kaçak. Tuvaletleri ise seçemedim. Yani zaten kazık üstündeler, avlu diyebileceğim etraflarında da tuvalete benzeteceğim bir yapılanma göremedim. Sadece hepsinin yanında dev küpler var ama tahminince onlar da su biriktirmek için olsa gerek... 
Bizi Kamboçya’dan Vietnam’a taşıyacak feribotu beklerken, otobüsün resmi olarak beklediği yerde gittiğimiz tuvalet ise tam “anlatılmaz yaşanır” türünden. Düşünün ki iki ülke arasında uluslararası yolculuk yapan otobüslerin resmi durak yerindesiniz ve lavabosu bile olmayan bir tuvalet var. Daha doğrusu loş ve nemli bir kaç odadan geçerek ulaştığımız tuvaletin evvelinde, o sadece etrafı ve tepesi kapalı olduğu için oda dediğimiz yerlerde de uyuyan kişiler vardı ve tuvaleti kullandığımız için onlara biraz bağış yapabileceğimiz söylendi. Burası bir dinlenme tesisi değil, o kişilerin barınağı ve tuvaletleri ise uluslararası ziyaretçilere açık... Yanımızda kuru ve ıslak mendil ile susuz el temizlemeye yarayan solüsyonlardan var. Dolayısıyla tedbirimiz nedeniyle işin keyfini çıkarıyor,  biraz titiz tipler için kabus gibi algılanabilecek bu garip tuvaleti enterasan bir yer olarak anılarımıza yerleştiriyoruz. 
Ve işte sınırdayız. 
Goodby Cambodia 🇰🇭 
Good evening Vietnam 🇻🇳 
Ne muazzam bir ülkedeydik ve ne muazzam yerler gördük, yaşadık. Üstelik yaşamaya da devam edeceğiz. 🙏
Vietnam notları haftaya. 👋


No comments:

Post a Comment