Good
evening Vietnam!
Bu
vesile ile Good Morning Vietnam filmindeki Robin Williams’ı da anmış olalım.
Hepimiz kendi Kurtuluş Savaşı’mızdan çok Amerikalıların Vietnam Savaşı filmlerini
seyretmişizdir. Platoon, The Deer Hunter, Full Metal Jacket, Good Morning
Vietnam, Born of the Fourth of July... ilk aklıma gelenler.
(Aşağıdaki, bu ülkeden bevimize gelen magnetimiz.)
Bu
ufak tefek, sıska bedenli Vietnamlılar tam 21 yıl boyunca Dünyanın süper gücü Amerika’ya
karşı durmuş ve ülkenin yaşadığı en büyük travmalardan biri olmuş.
Meksika
seyahatimi anlatırken, eğer çok az ve öz gezen biri olsam ve sadece 10 ülke seçecek
olsam Meksika bunlardan biri olurdu demiştim. İşte Vietnam o 10’a girecek diğer
ülke. 10 numara 5 yıldız, şahane, göz kamaştırıcı, her köşesi ayrı güzel, rüya
gibi bir ülke.
2009
sömestir zamanı gittiğimiz seyahatimiz, bu güzelliklerin üzerine bir de Çin Yılbaşısına
denk geldi ve ortam daha da zirve yaptı.
Şimdi
yola çıkmadan önce biraz ülkeyi tanıyalım.
Evvelinde
de seyahatin tamamının akışını hatırlayalım:
1.
Gün, 23 Ocak Cuma : İstanbul -Tayland Bangkok(uçak)
2.
Bangkok -Aran (Taksi)
3.
Tayland Aran - Kamboçya Siem Reap (Taksi)
4.
Siem Reap (Angkor Wat)
5.
Siem Reap - Phnom Penh ( otobüs)
6.
Phnom Penh Kamboçya- Saigon-Vietnam (otobüs)
7.
Saigon-Mekong Deltası-Saigon (Ho Chi
Mihn City)
8.
Saigon-Hanoi (uçak)
9.
Halong Bay
10.
Halong Bay-Hanoi
11.
Hanoi
12.
Hanoi Vietnam- Luang Prabang - Laos
(uçak)
13.
Luang Prabang
14.
Luang Prabang-Viantiane (uçak), Viantiane
Laos - Tayland sınırı-Bangkok(tren)
15.
Bangkok
16.
Bangkok
17.
Gün, 8 Şubat 2009 Pazar: Bangkok-İstanbul
Türkiye (uçak)
NEREDE:
Güneydoğu
Asya’da bulunan ülke, batı yakasının güneyinde Kamboçya kuzeyinde ise Laos ile
komşu. Kuzey sınırını Çin ile paylaşan Vietnam’ın güney ve doğu sınırı ise Güney
Çin Denizi ile kucaklanıyor.
Türkiye
ile kıyaslandığında alan olarak yaklaşık %42’si kadar olan Vietnam, nüfus
olarak ise bizden %20 oranında daha kalabalık.
BAŞKENT: Hanoi
YÖNETİM
BİÇİMİ:
Sosyalist
tek partili cumhuriyet.
KISA
TARİHÇE:
Vietnam,
özetle “gelen vurdu giden vurdu” şeklinde bir geçmişe sahip. Ülke, tam dört
defa Çin işgaline uğramış. Son 1000 yılda ülkeye Çinlilerden Moğollar’a Fransızlardan
Amerikalılara Dünyanın dört bir yanından ve milletten saldırı olmuş. Özellikle Çinliler
ve Fransızların sömürge dönemi bölgenin kültürünü etkilemiş.
Fransızların
ülkeden çekilmesinin ardından 1954 yılında, Cenevre Antlaşması ile Laos, Kamboçya,
Güney ve Kuzey Vietnam olarak bölgede 4 bağımsız devlet kurulmuş. Vietnam’ın
kuzey ve güney olarak bölünmesinde, ülkedeki huzursuzluğu sonlandırmak isteyen
Birleşmiş Milletler pay sahibi olmuştu.
O
dönemde komünist rejimle yönetilen Kuzey Vietnam’ın başında Çin ve Sovyetler
tarafından desteklenen Ho Chi Minh vardı. Güney Vietnam ise artık Fransa değil
dönemin
büyük gücü ABD tarafından desteklenmekteydi.
BM
Planına göre iki Vietnam, 1956 yılında yapılacak referandum sonucu tekrar birleşecekti. Fakat kuzey tarafı tüm ülkeyi komünist
rejimle yönetmek isteyince Güney bölgesinde terör eylemleri başladı. ABD bölgeye
askeri harekat düzenledi. Hatta napalm bombası bile kullandı. 21 yıl boyunca süren
savaşta kuzeydiler, Güney Vietnam’ın başkenti o zamanki ismiyle Saygon’u ele geçirdi
ve ülke tekrar birleşti.
Savaşta
5 milyon Vietnamlı hayatını kaybetti. 60
bine yakın ABD askeri öldü, kurtulanların bir kısmı ise ağır travma nedeniyle
intihar etti.
DİL: Vietnamca
DİN: Ülkenin kendi yerel inanışı halkının neredeyse yarısını kapsıyor.
Kalan yarısı ise ağırlıklı Budist ve az oranda Hıristiyan nüfus barındırıyor.
VİZE:
Vize
gerekiyor. Başvuruyu Online olarak yapabilirsiniz. Tek giriş 80, çok girişli
100 $.
PARA:
VND
olarak gösterilen Vietnam parası Dong tıpkı Kamboçya rieli gibi bol sıfırlı.
1$=
23.268 VND
1TL=3.821
VND
NERELERİ
GEZİLİR?
- Mekong Deltası
- Halong Körfezi
- Vietnam Savaşı’nın izlerini taşıyan chu chu tünelleri
- Saigon (Ho Chi Mihn City ve başkent Hanoi)
- Seyahatin süresine göre yukarıdakilere eski şehirlerden Hoi
An ile ülkenin kuzey batısındaki dağlık bölgedeki Sa Pa’yı ekleyebilirsiniz.
NE
YENİR? NE İÇİLİR?
Öncelik
ülkenin tarihinde ona sıkça saldıran Çin ve bir dönem sömürge altına alan Fransızların
etkisi olduğunu ve bunun mutfağı da etkilediğini belirtelim.
Mutfak
kısmına içeceklerden başlayalım.
Hindistan
cevizi suyu, şeker kamışı suyu ve onların limonatası diyebileceğimiz buz, süt,
Hindistan cevizi sütü ve taze meyvelerden yapılan sinhto.
Yemeklere
gelince...
Bolca
deniz ürünü, karides, balık...
Tavuk
ya da kırmızı etin taze otlar ile birlikte pişirildiği ve kaynar kaynar
tabaklara konulduğu Pho yemeği burada çok popüler.
Çiğ,
pişmiş her şeyin içinde kişniş var. Sevebilir ya da nefret edebilirsiniz. Benim
ilk duygum nefret olmuştu. 😡 Sonra geçti. 😊
Noodle
ve haşlanmış pirinç yemeklerde sıkça kullanılıyor.
Bir
de yumurta...
Artık
yola çıkabiliriz. Bundan sonrasında günlük notlarıma emanetsiniz.
YOLCULUK GÜNLÜĞÜ
28
Ocak 2009 Çarşamba
Phnom
Penh-KAMBOÇYA / Ho Chi Minh City(Saigon)-VİETNAM, otobüs
Kamboçya’nın
başkenti Phnom Penh’e dün vardığımızda, otobüsten iner inmez Cambodia Express’ten adam başı 13$ verip bugün
saat 14:00 için Vietnam-Saigon biletimizi
almıştık.
Ömrümüz
boyunca seyrettiğimiz Amerikan ve Fransız filmlerinden olsa gerek dilim hep
Saygon’a gitse de bu şehrin resmî adı aslında Vietnamlıların ikonik komünist
lideri Ho Chi Minh’in adını taşıyor.
Saat 14:00’te
yola çıkan otobüsümüzün takip ettiği yol boyunca kazık üzerine oturtulmuş evler
gördük. Bunlardan dün gece Phnom Penh girişinde nehrin üzerinden geçerken de görmüştüm. Bu evlerin kimisinin elektriği yok ya da kaçak.
Tuvaletleri ise seçemedim. Yani zaten kazık üstündeler,
avlu diyebileceğim etraflarında da tuvalete benzeteceğim bir yapılanma göremedim.
Sadece hepsinin yanında dev küpler var ama tahminince onlar da su biriktirmek için
olsa gerek...
Bizi
Kamboçya’dan Vietnam’a taşıyacak feribotu beklerken otobüsün
resmi olarak beklediği yerde gittiğimiz tuvalet ise tam “anlatılmaz yaşanır” türünden.
Düşünün ki iki ülke arasında uluslararası yolculuk yapan otobüslerin resmi
durak yerindesiniz ve lavabosu bile olmayan bir tuvalet var. Daha doğrusu loş ve
nemli bir kaç odadan geçerek ulaştığımız tuvaletin evvelinde,
sadece etrafı ve tepesi kapalı olduğu için oda dediğimiz yerlerde uyuyan kişiler
vardı ve tuvaleti kullandığımız için onlara biraz bağış yapabileceğimiz
söylendi. Burası bir dinlenme tesisi değil, o kişilerin barınağı
ve tuvaletleri uluslararası ziyaretçilere açık...
Yanımızda
kuru ve ıslak mendil ile susuz el temizlemeye yarayan solüsyonlardan var. Dolayısıyla
tedbirimiz nedeniyle işin keyfini çıkarıyor, biraz titiz tipler için
kabus gibi algılanabilecek bu garip tuvaleti enterasan bir yer olarak anılarımıza
yerleştiriyoruz.
Vietnam
topraklarına geçtiğimizde yemek molası için
durduğumuz yer ise en azından bir restorandı. Fakat yine tuvaletlerinde lavabo
yoktu. Kamboçya’da olduğu gibi burada da tuvaletler bizim alaturka
tuvaletlerimiz gibi ama deliğin şekli ve yapılandırılaması çok daha itici. İşin
komiği ise deliğin yanında tıpkı hamamlardaki gibi kurnalar ve hamam tasları gibi
taslar var ve tabii ki su. Ama sabun ve lavabo yok.
Otobüs
akşam 20:00’de bizi bilinen adıyla Saigon’a, resmi
adıyla Ho Chi Minh City’ye getirdi. Good Evening Vietnam!
Ngah
Lao’da duran
otobüsten merkezdeki otelimize taksi için 2 $ verdik. 1$=17.000 Dong (2020 Martında
ise 23.268 Dong).
Kamboçya
kadar olmasa da burada da $ kabul görüyor. Yine de elde Dong bulundurmak daha
iyi. Yoksa ödemeyi dolarla yapmak istediğinizde yuvarlatarak 1$=15.000 Dong üzerinden
hesaplama yapılabiliyor. Taksi şöförü nedense kendisine 10$ vereceğimizi
zannetmiş, otele varınca kıllık çıkardı.
İnternetten
bulup ödemesini evvelinden yaptığımız Sophia Oteli’nin
hem yeri hem de kendisi güzel. Çin yılbaşısı nedeniyle bu dönemde gezdiğimiz ülkelerin
hepsi için yüksek sezon. Bu nedenle internette yaptığım araştırmalarda
rezervasyon taleplerime çoğunlukla dolu yanıtı geldiği için
biraz sıkıntı çektiğimi söylemeliyim. Aynı sebeple bu otelden de sadece 1 oda
bulabildim. 3 yetişkin ve 1 çocuk şeklinde odayı düzenlemişler, çok
memnun oldum. Oda no:306. Banyomuz çok güzel. Ayrıca çay
makinesi ve ikram çay-kahve var. Siem Reap’teki
otelimizde de vardı. Hatta ilk gün meyve tabağı da vardı orada.😊
Siem Reap’teki ikinci gecemizde Poyraz’ın
uykusu olduğu için ben otelde kalmıştım. Şimdi nöbet sırası
eşimde. Biz de Metin ile Saygon’u dolaşmaya çıktık. Meğerse bu gece Çin Yeni Yıl
kutlamaları Tet’in son günüymüş. Çiçeklerden ve sair doğal malzemeden yapılmış
muhteşem düzenlemeler ve olağanüstü zarif heykellerin organizasyon görevlilerince
toplanması ve belediye görevlilerince de çöp konteynerlerine aktarılmasına şahit
olduk. Süslemeler çok görkemli o kadar ki her halde bu tür
bir görüntüyü anlatabilmek için Çin’de yapılan Olimpiyat Oyunları açılışını
hatırlatırsam teşbihte hata
yapmış olmam. O kadar muazzam ve ihtişamlı. Fakat görevlilerin saksıları bırakıp
çiçekleri çöp kamyonlarına atmasına da
sinir oldum. Az önceki kalabalığa dağıtsalardı keşke. Burada yaşıyor olsam
kesinlikle çiçek ve süslemeleri bana vermelerini
isterdim, çöpe gideceğine...
Burada
da bizim haşlamış ve közleme mısırcılarımızdan var. Metin ile birer tane aldık;
etrafı dolaşmaya devam ettik. Ortadaki süslemeler toplanmasına rağmen otel ve
belli başlı restaurantların önündeki ve kobilerindeki Tet süslemeleri hala
duruyor. Bu sene bizon yılı ve bu nedenle her yerde değişik malzemelerden yapılmış
irili ufaklı bizon heykelleri var. Çoluk çocuk önünde yanında fotoğraf çektiriyor.
Çok güzeller.
29
Ocak 2009 Perşembe
Saigon
-Mekong Deltası
Saigon’a
geç saatlerde varacağımızı öngörerek bugün için
programladığımız Mekong Delta
gezisi için önceden rezervasyon yaptırmıştık. Bu nedenle saat 07:30’a
kadar Delta Adventures ofisinde olmamız gerekiyordu.
Otelimizin
olduğu sokak gideceğimiz istikamete göre taksi durdurmak açısından ters
konumdaydı. Bu nedenle biraz yürüyüp taksi tutalım dedik. Sonra derken bir baktık
ki iyice yaklaşmışız, tüm yolu yürüdük. Meğerse dün otobüsten indiğimiz bölgedeymiş ofis. İstanbul,
Harbiye havasında bir yer. Sokak boyunca bir çok
seyahat acentesi ve önünde bir sürü tur aracı var. Aracımız 08:00’de yola çıktı.
Rehberimiz genç bir bayan, adı Huwen.
Mekong Deltası için
My Tho adlı bir yere gitmemiz gerekiyor. Yaklaşık 75 km. uzaklıkta olmasına rağmen
yol yaklaşık 2.5 saat sürüyor. Nedeni ise trafik. O kadar çok
motosiklet var ki otobüs şöförününü bu şartlar altında yol almasına şaşıyorum. Önümüzdeki
trafiğe bakmamaya çalışıyorum zira sağdan soldan sürekli önümüze
fırlayan motosikletlileri her an ezebilirmişiz duygusuyla içim
çekiliyor. Fakat gerçek şu ki korkak davranarak da bu yol
değil 2.5 saat 25 saatte bile bitmez.
Nihayetinde
önümüzdeki çekirge sürüsünü andıran motosikletleri görmemeye çalışarak
ve etrafa dikkatimizi vererek My Tho’ya ulaştık. Burası
Şile havasında bir yer. Bizi Delta turuna çıkaracak ufak teknelere buradan
bindik.
Önce kısa bir yoculukla bir adaya ulaştık.
Dümdüz
ve ufak bir ada, içi jungle havasında. Yer yer evlere
rastlıyoruz ve renkler muhteşem. Çok gösterişli değiller
ama farklı bir kültürün -ki çok renkli ve estetik bir kültür bu-
izini taşıyorlar. Bu nedenle de varlıklı bir halleri olmasa da göz kamaştırıyorlar.
Önce bize ballı çay ve değişik kurutulmuş meyveler ikram ettikleri bir yerde
mola verdik. Burada kafesin içinde devasa bir yılanı oğlumun “hanimiş
hanimiş” diye sevip kafesine yakın durduğunu görünce dilini falan uzatıp
sokuverir diye ürpererek Poyraz’ı uyardım. Fakat benim “Natural Born National Geographic Kids”😊oğlum hemen cevabı yapıştırdı: ”Anne o bir piton ve
pitonlar zehirli değildir.” Sanki oğlumla aramızda geçen
konuşmanın teyidini yapmak istercesine biri yaklaşık kafesi açtı; kucaklayarak
yılanı dışarı çıkardı ve fotoğraf çektirmek isteyen var mı diye sordu.
Hemen arkadaşımız Metin atıldı. Bacağımızdan bile kalın olan yılanı adamın yardımıyla
omzuna yerleştirdi. Poyraz da heyecandan haykırarak Metin’in yanına sokuldu ve
yılanın altına girdi. Ardından da eşim aynı şeyi yaptı.
Oğlumuz bu sefer yılana
daha da yakın markaj yaparak fotoğraf çektirdi. Ben de hem korkup hem de
heves ettim ama ağırlığını biraz olsun hissedince omuzlamaktan vazgeçtim.
Fakat dokundum. İnanılmaz pürüzsüz. Tarif edemem ama çok
güzel bir duygu olduğunu söyleyebilirim. Ve gerçekten
soğukkanlı hayvanlar denmesinin hakkını veren bir soğukluk. Hani şu jel buzlar
vardır ya şişlik vs. olduğunda pansuman yaparsınız, onlar kadar soğuk bir deri
ama müthiş, ipeksi bir dokunuş... Korkmazsanız fırsatını bulduğunuzda
en azından bir yılana dokunun derim. Olağanüstü bir tecrübe. Ve bence olağanüstü
güzel bir hayvan. Bir tasarım harikası.
Buradan
sonra doğal olarak oğlum acayip keyiflendi. Bugüne bugün dev bir piton omuzladı.
Ardından orman içlerine yürüyüşümüze devam edip bu sefer de hindistan cevizi
şekeri (coconut candy) yapımını görmek için ufak bir atölyeye vardık. Burada
bize şeker yapımının aşamalarını gösterdiler. Yeni yapılmış, hala ılık şekerlerden
tattık ve çok beğenip hem kendimiz hem de hediye etmek için
birkaç paket aldık. Çok daha ince kesilmiş lokum gibi bir formu var şekerlerin.
Fakat memlekete döndüğümüzde o kadar sertleşmişlerdi ki oğlum okuluna götürdüğünde
başta kendisi olmak üzere çocuklar ısıramamış bile. Ayrıca tadından
da hoşlanmamışlar, bazı çocuklar iğrenç bulduğunu bile söyledi. İtiraf
etmeliyim o haliyle ben de beğenmedim ama ilk tattığımız anda çok
nefislerdi. Belki paketi biraz ılık bir noktada tutup ardından ikram etmeyi
denemeliydik. Tecrübesizlik işte.
Bu
arada şekerlerin yanısıra çok sıra dışı bir içecek
tecrübe ettik: Yılan şarabı. İçinde kıvrılmış dev bir yılan olan turşu
kavanozuna benzer cam bir kaptan şarap içtik. Tadı harikaydı. Bu içecek
alkol etkisinden ziyade içindeki yılan nedeniyle bir tür ilaç vazifesi
de görüyor ve içenin bağışıklık direncini artırıyormuş.
Sadece yılan değil
akrep ya da ikisi bir arada olan türleri de var. Biz oğlumuzun da ricasıyla içinde
minik bir yılan olan minik bir şişe satın aldık. Bu daha çok hatıra
niyetli bir şişe. En azından bugüne kadar açmadık
ama oğlumuz döndüğümüzde okula götürüp arkadaşlarına ardından da evimize gelen herkese gösterdi.
Ardından
Delta kanal gezisi için minik kayıklara bindik. İşte
buradaki manzaranın güzelliğini tarif edemem. Gezi öncesi programımız hakkında
konuştuğum bir arkadaşım planımızın çok yoğun olduğunu, Mekong’u eleyip
rahatlatmamızı önermişti. Onu dinlemediğime o kadar memnunum ki. Tabii ki
yapmasam zaten bilemezdim ama şimdi yaşayıp nasıl bir şey olduğunu görünce
mutlaka tavsiye ediyorum. Duyduk duymadık demeyin. Vietnam’a gidiyorsanız
mutlaka Delta turu yapın.
Güzelliğinden nereye bakacağımızı şaşırdığım delta
gezisinden sonra yine ufak teknemize binip bu sefer başka bir adaya
gittik. Burada biraz yürüyüşten sonra da
envai çeşit tanıdık tanımadık egzotik meyveler ve çaylardan
oluşan bir ikram için mola verdik. Gerçekten
harika bir program.
Öğle
yemeği molasını ise daha farklı bir noktada verdik. Yemek sonrası müzik
ziyafeti vardı. Yerel çalgılar, kıyafetler eşliğinde hoş bir
performans sergilendi.
Yemeğin
ardından da fiyata dahil olan bisiklet turuna çıktık.
Arkan,
Poyraz’la birlikte bindi. Meğer ufak bir köye yakınmışız. Ormanın içindeki
restoranımızdan çıkıp köyler arasından etrafı yaklaşık 2 saat turladık. O kadar
harikuladeydi ki anlatamam. Olağanüstü güzel bir atmosfer, evler, insanlar ve
bisikletle bu kadar yaşamın içinde olma şansı çok güzel.
Bisiklet
turunun ardından biraz yorgunluk atıp gelen tekneyle tekrar My Tho’ya döndük.
Burada otobüsümüz için birkaç saat beklememiz gerekti.
Biraz köşe bucak gezince hafif Havana tadında mekanlar gördük. Tropik içecek
ve dondurmalardan tattık. Durian’ı tavsiye etmem. Çürük meyve gibi kokuyor,
yiyemedik. Fakat hand granade smoothie çok güzel, tavsiye ederim.
Önce
yeme içme faslıyla vakit geçirdik. Ardından otobüsün geleceği
yerdeki hediyelik eşya dükkanından birşeyler aldık.
Herşey çok
ucuz. Tanesi 1 $’dan 7 tane şapka aldım. Arkadaşlarımın çocukları
için. Annemlere ve evimize hindistan cevizinden yapılma
dekoratif kaplar aldım.
Bu esnada beklediğimiz yer aslında bir otel bahçesi.
Otelin resepsiyonuna ve aynı zamanda hediyelik eşya dükkanına bakan iki genç kız
bahçede enterasan bir aletle oyun oynamaya başladılar. Bu gövdesi
sarmal yaya benzeyen tepesinde de tüy takılı el kadar
garip bir oyuncak. Ayak bilekleri ile attırarak yere düşürmemeye çalışıyorlar.
Fakat şekli top gibi yuvarlak değil ama inanılmaz bir kıvraklıkla vuruyorlar.
Malum alet ufak, biraz şişmanca kalem formunda. Bu nedenle bilmeyen için
alet farkedilmediğinde sanki karete kareografisi çalışılıyormuş
duygusu veriyor. Yani çok
estetik bir oyun.
Otobüsümüz gecikince biz bekleyenler olarak oyuna dahil
olduk. Poyraz da ben de çok az vurabildik ama hayatımızda belki
de bir daha oynayamayacağımız böyle ilginç bir oyuna dahil olmaktan da çok
keyif aldık. Grubumuzda iki Çinli bayan vardı. Onlarla sohbet ederken kendi ülkelerinde
de bu oyunun olduğunu ve çocukluğundan beri oynamadığı için
kendisinin de çok hoşuna gittiğini öğrendik. Oyunun ingilizce adı yok ama çince adından motomot çevirdiğinde kick gen yani ayak bileği
kemiğiyle vurmaca oyunu gibi bir ad ortaya çıkıyor. Resepsiyondaki kızlara oyun
aletinin bir yerde satılıp satılmadığını sorunca hemen ben de 1 adet istediğimiz
söyledim. Kızlar gidip bir yerden bizim için bulup geldiler. 1$ verdim.
Çinli
kızlar daha önce İstanbul’a ve Kapadokya’ya gitmişler. Türk olduğumuzu duyunca
Türkiye gezilerinin ne kadar muhteşem geçtiğini anlatıp durdular. Bu arada bütün
gezi boyunca geniş kenarlı şapkaları ve omuzlarına kadar uzanan eldivenleri ile
dikkatimi çekmişlerdi. Galiba onlar bizim gibi bronz olmakla hiç ilgilenmiyor
aksine her daim süt beyazı kalmayı daha çok seviyorlar. Gerçekten
de bugüne kadar hiç bronz Çinli ya da Japon görmediğimi
farkettim.
Akşam
şehre dönüşümüz saat 20:00’yi buldu. Yoğun ve harika bir programdı.
Tam 12 saat boyunca bu kadar yol, yeme içme, kanal gezisi, bisiklet turu dahil
adam başı 12$ verdik. Gerçekten inanılmaz bir fiyat.
Akşam
o yorgunlukla geleneksel yemek için geniş bir vakit ayırmak yerine
pratik birşeyler yemeye karar verip KFC’ye gittik. Buralarda Mc Donalds ya da
Burger King yok ama KFC epey yaygın. Bizde epey pahalı olan KFC burada çok
makul. Ben 2 parça tavuk, içecek, patates püresi ve coleslow için
56.000 Dong yani yaklaşık 3$ verdim.
30
Ocak 2009 Cuma
Saigon
şehir keşfi - Hanoi, uçak
Dün
çok erken saatteki tur ve bilmediğimiz bir yeri sabahın köründe
bilmediğimiz bir şehirde aramak durumunda olmamız, şöyle bir keyif kahvaltısı yapmamıza
mani olmuştu. İşte bu sabah dünün de acısını çıkarmak
için bir fırsat oldu. Otelimiz şirin. Kahvaltı çok geniş olmasa
da açıkcası “onu mu yesem bunu mu yesem” kararsızlığı içinde
vakit kaybetmemizi engelleyecek boyutta. Tam doğu minimalizmine uygun. Reçeller harika. Özellikle birine bayılmıştım, ananasmış meğerse.
Bugünkü
planımız tamamen kendimizi şehre adamak üzerine. Burası oldukça
modern bir şehir ama yine de tıpkı İstanbul gibi. Yer yer daha eski yerleşimleri,
binaları ve tabii ki her şeyden öte farklı bir kültür olduğunu vurgulayan
detayları öne çıkıyor.
Bu
arada programımızda ufak bir değişiklik yapmak zorunda kaldık. Bu gece Jetstar’ın
17:20 uçağı ile Hanoi’ye yani başkente uçuyoruz.
Biletler kişi başı 70$. 19:30’da şehre varıyoruz.
Otele varmamız takriben 20:30.
Hanoi’de geçireceğimiz
4 gecenin ilk ikisini önce Hanoi, ardından 1 gece Halong Körfezi’nde gemi
ve tekrar son gece Hanoi şeklinde programlamış ve oteli de ona göre ayarlamıştık. Halong Körfezi programını ise satın almamıştık. Bugün gezinirken turist information center’ı da ziyaret ettik ve istediğimiz
geminin yarın sabah kalkan bir programını öğrenince hemen B planı hazırladık.
Oteli konu hakkında bilgilendirmek için bilgisayar başına geçtiğimde
de bugün jetstar ile yapacağımız Hanoi uçusunda 3 saate yakın bir rötar olduğunu
bildiren bir mesaj geldiğini gördüm. Allahtan maillerime bakmışım. Bu durumda
otele gidişimiz gece yarısını geçecek. Halong turu için
de bizi oldukça erken bir saatte otelden alacaklar. Neyse, gülü seven
dikenine katlanır. Üstelik bu yorgunluğun ardından bizi
bekleyen gemi seyahati çok huzurlu bir rotaya açılıyor, eminim
tüm yorgunluğumuzu alacaktır.
İki
erkeğin şehir gezmesi ile bir anne ve çocuğun gezmesi aynı olmuyor. Bu
nedenle bir noktadan itibaren ayrı ayrı gezmeye başladık. Yemek zevklerimiz de
ayrı. Bu nedenle biz oğlumla Pizza Hut’ı tercih ederken onlar geleneksel yemek
yemek istedi. Oğlumla Pizza Hut’a giderken yolda birisi “Siz Türk müsünüz?” diye
sorarak bizi durdurdu. Bizi gördüklerine çok memnun olan iki genç Türk heyecanla
burada bir okulda öğretmenlik yaptıklarını anlattı. Biri Boğaziçi diğeri
Işık Üniversitesi’nden mezun olmuş. Burada fizik öğretmenliği yapıyorlarmış.
Hayatta aklıma gelmezdi burada bu işi yapan kişiler bulacağım. Neyse biz oğlumla
bir güzel pizzalarımızı yedik sonra bizimkilerle buluştuk. Mağazalara girip çıktık,
ciciler aldık. Kıyafetler çok zevkli. Özellikle o kadar güzel
elbiseler var ki!
Çok orijinaller. Fakat ucuz olduklarını söyleyemem. Yine de
tasarım ve sıra dışı elbiselere meraklı olanlar
ve biraz da paraya kıyanlar memlekete döndüklerinde giydikleriyle katıldıkları davetlerin
ilgi odağı olacaktır, bu garanti.
Burada bir de harikulade resim dükkanları var.
Uzakdoğu motifleriyle süslü tablolar fevkaladenin fevkinde. Dayanamayıp iki
tane aldık. Birinde Buda var, diğerinde ise pirinç tarlasında konik şapkalarıyla
işçiler. Daha bir çok şeye bayıldık ama bütçemiz
bu ikisine elverdi.
Benim
için bir de çanta dükkanları söz etmeye değer. Bu kadar güzel,
sıra dışı, sempatik, şık ve uygun fiyatlı çanta çeşidini
bir arada görmedim. Bu seyahatten iki olağanüstü güzel çantam
oldu.
Akşam
yemeğimizi havaalanında yemeğe karar vererek otelden eşyalarımızı alıp yola
koyulduk. Koskoca metropol şehrin havaalanı ile yemek yenilen yeri birbirinden
ayrı binalarda ve ciddi uzak. 500 metre kadar dışarıdan yürünüyor. Çöp
konteynerlerinden çöpler dışarı taşmış, sızmış, kokuyor ve kedi kadar lağım
fareleri ortalıkta dolaşıyor.
Karnımızı
doyurup gelmek epey yorucu oldu. Bu koşuşturmada o kadar acıkmışım ki ben de
geleneksel bir yemek yemeye karar verdim. Gerçi
gerek Kamboçya’da gerekse de burada her şeyin içine
kattıkları ısırgan tadındaki ot (kişniş)
nedeniyle benim yemem yine sorun oldu.
( Saigon'un kolye koleysiyonuma hediyesi aşağıdaki balık kolye oldu. Normalde de beyaz renk egemen giyinen birisi olarak bu kolyeyi rekor sayıda kullandım. Ucuna taktığımsa benim çocukluk küpem. )
Havaalanında check-in’den geçtikten sonra Türkçe konuştuğumuzu duyan birisi bize
yaklaştı. Tesadüfe bakın ki gündüz karşılaştığım iki gencin çalıştığı
okulda yönetici olarak çalışıyormuş. Daha doğrusu kendisi
Hanoi kampüsünde çalışıyor, bizim tanıştığımız gençler
ise aynı okulun Saigon kampüsünde. Okulun adı da HIBS:Horizon International
Bilingual School. Yanında Vietnamlı eşi ve oğlumdan daha küçük
olan kızı Elif vardı. Yılbaşı nedeniyle eşinin Saigon’da oturan ailesini
ziyarete gelmişler ve şimdi de dönüyorlarmış. Onların uçağı
bizimkinden önceydi ve bu nedenle daha fazla sohbet imkanımız olmadı. Bu arada
bizim uçağımız bir kez daha rötar yaptı.
Nihayet
Hanoi’ye gece yarısından az önce vardık. Taksiler 15-20 $ arası fiyatlar istedi
şehir merkezine gitmek için. Oysa shuttle varmış,
neredeyse dördümüz bu rakamın ¼’üne gittik. Yol uzak, neredeyse 1 saat sürüyor.
En son biz kalınca shuttle şöförü bize müthiş
bir jest yapıp bizi son duraktan sonra tekrar arabaya bindirip otelimizin önüne
kadar ekstra ücret almadan götürdü.
Yalnız
otele gelince bir şok yaşadık. Zira otelin kepenkleri kapanmıştı. Dedim ki ya
ortada otel motel yok, internet kazığı yedik ya da Finlandiya’daki gibi belli
bir saatten sonra resepsiyon kapanıyor ve giriş çıkış yapmak yok. Zaten önce Halong
program değişikliği ardından da rötar nedeniyle
gönderdiğim iki mesaja da yanıt alamamıştım. Saat neredeyse 01:30. Neyse
otelin dışarıdaki ziline basınca kepenkler açıldı ve holdeki kanepelere yatak
yapıp uyumuş iki görevliden biri kalkıp bize kapıyı açtı.
Resepsiyonist, yılbaşı nedeniyle gece yarısından önce
gitmiş. Bu çocuklar güvenlik görevlisi gibi bir şey. Bizim rezervasyonumuzdan
pek haberleri yok ama Allahtan odaları var. Fakat o da ne! 4 kişi için tıpkı
Saigon’daki gibi 1 oda istemiştik ama gece 01:30 ve odada sadece 2 yatak var.
Diğer iki kişi ne olacak diye söylenince 1 yatak daha getirdiler ama odanın 4.
yatağı alabilmesi imkansız ya da alsa da hareket etmemiz sorun gibi gözüküyor.
Ben çocuklara epey söylendim. Gerçi
sürekli gülümseyerek “yes, yes” deyip duruyorlar, adam gibi kızamıyorsunuz
bile.😊
Diğer taraftan da neyi anlayıp neye “yes” dediklerini kestirmek zor. Galiba
bunlar sürekli gülümsüyor ve her şeye “Yes” diyorlar. Çocukcağız yine de bize
bir çözüm bulup 1 oda daha verdi. Metin diğer odaya gitti. Sonuçta
çok yorgunduk ve hemen yatıp uyuduk.
31 Ocak 2009 Cumartesi
Hanoi
- tekne ile Halong turu
Kahvaltıda
geleneksel yemekler var. Burada özellikle kahvaltıda çok
sevilen bir çorba var. İçine et ve sebzeler atılıyor. Su kaynayıp
duruyor ve siz zevkinize göre tavuk, et ya da salamvari şeyleri ve sebzeleri
atarak kendi karışımınızı elde ediyorsunuz. Ben bu çorbayı
dün gece havaalanında denemiştim. Fena değil ama otlar özellikle de ısırgan kılıklı
olan işi bozuyor bana göre. Fakat eşim ve Metin bayıldılar. Sanırım benim ağız
tadım epey muhafazakar. Her yere giderim ama her şeyi yiyemem.
Bir
başka heyecanı da “Acaba Halong turu için biri gelip bizi alacak mı?” kısmında
yaşadık. Seyahatimizin en yüksek harcamasını Halong programı için harcadık. Paradise Cruises’tan bir gemide 1 gün geçireceğiz. Nihayetinde 30 dakikalık
gecikmeyle şöför geldi. Malum yılbaşı nedeniyle...
Yaklaşık
2 saat uzakta bir limandan gemiye bineceğiz. Yol boyunca ilginç yerleşimler ve
aralarda pirinç tarlalarından geçtik. Hepsi de çok
güzeldi. Gemiye binmek için geldiğimiz limanda bizi geminin müdürü
karşıladı. Çok kibar. Gemiye biniş yerine kırmızı halı konulmuş. Gemiye adım attığımız
andan ertesi güne kadar tam bir kral-kraliçeymişiz
gibi hizmet aldık.
Gerçekten bu tür hizmet konusunda son
derece iyi eğitilmiş bir personel var. Odalarımız o kadar güzel ki! Hele banyolar.
Eşyalarımızı yerleştirip öğle yemeği için yemek salonuna gittik. Yemeklerin
hem sunumu hem de lezzeti mükemmel. Avrupa ve geleneksel mutfağı harmanlayıp
benim gibi lokal lezzetler konusunda tedbirli tiplere hitap eden bir kıvama
getirmişler. Çok güzel karnımız doydu. Poyraz da gezimiz başladığından beri ilk
defa önüne konulan her şeyi bitirdi. ( Kentucky ve Pizza Hut harici, geleneksel
yemek olarak ) ve “buranın yemekleri harika” dedi.
Güvertede
bol bol fotoğraf çektik, güneşlendik, birşeyler içtik.
Bizi
çok güzel mağaraların olduğu bir yere götürdüler.
Ardından
yüzen köyleri ziyaret ettik.
Suyun
üzerinde evler, o kadar çok ki ilkokul bile yapmışlar. O da yüzüyor
doğal olarak.
Oralarda yaşayanlar sandallarıyla bize yanaşıp birşeyler satmaya çalışıyorlar.
Bazılarında ise sadece çocuklar var. En büyüğü 10 yaşında bile
olmayan en küçüğü ise 2-3 yaşlarında 2-3 çocuk var içlerinde.
İnsan nasıl da bu kadar küçük çocuklar yine çocuğa
emanet edilir de denizin ortasına gönderilir diye düşünmeden edemiyor ama işte
hayat bazılarını çok erkenden olgunlaştırıyor.
Bir
akrabamızın 11 yaşındaki çocuğu için
hala evde bakıcı bulundurduğunu hatırlıyorum da içim
buruluyor. Aslında hangisi için daha çok
üzülmeliyim acaba...
Akşam Catherine
Denevue’nin Indochine filmini göstereceklerdi ama teknik bir arıza nedeniyle seyredemedik.
İleride demirlemiş başka bir geminin güvertesine çekilen
dev bir perdede de yine aynı film gösteriliyordu. Hayal meyal de olsa biraz
seyrettim. Çok uzun yıllar önce seyretmiştim bu filmi. O dönemlerde buralara
gelebileceğimi, hem de tüm programı kendim kotarıp, her kuruşunu kendim kazanıp
keyfini çıkaracağımı hayal bile edemezdim. Akşam yemeği gene olağanüstüydü.
Poyraz yine yemeğe iltifat edip durdu. O kadar keyifli ve güzel karnımız
doyuyor, ortam o kadar tarifsiz bir güzellikteki bu program için
ödediğimiz para sadece yemekler için bile “ değer” bir noktaya geliyor.
Hem de benim gibi “yeme içmeyi” o kadar da önemsemeyen birisi için
bile.
1 Şubat
2009 Pazar
Halong -Hanoi dönüş
O
kadar güzel uyuduk ki! Sabah gün doğarken uyandık. Güvertede Tai Chi seansına katılacağız. Sabah açık denizde bu müthiş kayalıklar arasında güneşin doğuşuna tanıklık
etmek süper bir duygu. O kadar dingin, o kadar sessiz, o kadar huzur verici ki.
Uyku muyku kalmadı, birden açıldık.
Tai chi’nin ardından
kano yaptık. Arkan ve ben birlikte, Metin de kendi başına. Sanki rüya gibi.
Renkler, havanın ısısı, kokusu, denizin rengi, sessizlik, kayalıklar, gökyüzü...
Hangi birini anlatsam... Ardından biraz da yüzdük. Su hafif serin gibi ama
insan alışıyor.
Poyraz hala uyuyor. Biz kahvaltımızı yaptık. Süper bir kahvaltıydı.
Görevlilerden rica ettik, oğlumuz için de tam prenslere layık bir kahvaltı
tepsisi hazırladılar. Oğlum da uyanınca odamızın balkonunda kahvaltısını etti.
Rüyamız
böylece sona erdi. Bindiğimiz limana bırakıldık. Gemi personeli zerafetle uğurladı
bizleri.
Dönüş yolunda manzaranın keyfini çıkarıp rüya gibi geçen Halong anıları ile Hanoi’ye ulaştık.
Otele
tekrar yerleştik. Bu sefer hepimizin sığacağı gayet geniş bir oda verdiler.
Lonely Planet’in tavsiye ettiği bir pizzacıda karar kılıp öğle yemeğimizi
yedik. Biraz etrafı dolaştık. Ardından oğlum otele dönüp televizyon seyretmek
istedi. Bunun üzerine dolaşa dolaşa otele döndük. Burada üzeri işlemeli bez
torbalar satılıyor. Çamaşır, ayakkabı ya da aklınıza ne gelirse koymak için.
Kumaşlar da işlemeler de çok zarif. Tanesi 1 $’dan
birçok torba aldım. (bu torbalarla o kadar çok seyahate
gittim ki!) Bir de market bulup
kurabiye aldık. Odamızda su ısıtıcı var. Otele dönünce Poyraz ile çay
saati keyfi yaptık. Ben biraz Vietnam hakkında sağdan soldan topladığım broşürlerden
okudum.
Akşam
olup bizimkiler geldiğinde bu sefer de Metin ile biz gece gezmesine çıktık.
Etrafta yeme içme yeri çok. Çoğu bizim dürümcüler gibi. Sokakta
yemek yiyen çok. Fiyatlar çok uygun. Fakat hijyen konusundaki
seviye nerede yemek yiyeceğinizi belirleyecek bir etken. Zira çoğunun
yanıbaşında çöpler dolu. Hele bir yerde neredeyse 30 cm. ötede yemek yenirken
birisi küçük çocuğunu yola doğru çişe tutmuştu. Yani aynı yerde yiyip içip
... ve yemek yiyen diğerleri de “Hop kardeşim ne yapıyorsun burada yemek
yiyoruz” demiyor. Yoksa çocuklara karşı çok mu toleranslılar...😊
Epey
dolaşıp sonunda çok güzel dekorlu bir yerde yemek yedik. Ben yemeyecekken sunumdan
etkilenip tattığı yemekten çok
hoşlandım. Hoşlanmadığım otun adı ramui’ymiş. Rica
edip ayrı getirmelerini istedim ve böylelikle bu ot olmadan harika olan Vietnam
mutfağının keyfini çıkardım. Hanoi’nin içinden geçen
tren yolu o kadar çok yolunuza çıkıyor ki sürekli geçitlere
göre yolunuzu yönünüzü ayarlıyorsunuz. Hanoi Saigon’dan çok
farklı. Saigon eski yerlerine rağmen yine de egemen bir şehir görüntü ve
duygusuna sahip. Oysa Hanoi neredeyse tamamiyle “Old City”. Evet daha pis, köhne
ve karmaşık ama bana göre daha bir ruh sahibi. Benim çok
hoşuma gitti.
2 Şubat
Pazartesi
Hanoi
Güzelce
uykumuzu alıp, kahvaltımızı yaptık. Yarın gece Laos’a uçuyoruz.
Bin Filler Ülkesi anlamına gelen Laos’a gidip de fil safarisi yapmamak
olmaz diye karar verdik. Bu nedenle bir turist information bürosu bulup fil safarisi ve köylere trekking içeren
tüm günlük bir programı seçtik ama ne yazık ki “yer yok” yanıtı aldık.
Fakat bu yanıt için 1 saat beklemek zorunda kalmıştık ve zaman kaybettiğimiz
için canım
sıkıldı. Bunun üzerine internetten daha önce otel için
rezervasyon yaptığım siteyi bulup fil safarisi araştırdım. Aynı programı müsait görüp hemen dördümüz için rezervasyon yaptırdım. Bu da
haliyle biraz pahalı bir program ( 4 kişi için 250 $) ama açıkcası Halong’ta yaşadığımız
hazzı düşününce benzer bir fırsat için az bile. Nihayet iki saatimizi yese
de fil programımız ayarlandı. Öğle yemeğini yine etnik bir restoranda yedik.
Ardından Temple of
Literature adında 1000 yıl önce oranın ilk üniversitesi
olarak kurulmuş bir tapınağı ziyarete gittik. Yol boyunca yürüdük. Epey
yorulduk ama tapınağa geldiğimizde gördüğümüz manzara tüm yorgunluğumuzu aldı, götürdü. Yılbaşı nedeniyle etraf çok
kalabalık. Tapınağı çok uzun süre, doya doya gezdik. Tapınağın hemen yanında el
yazısı yazan hattatlar var. Kırmızı zemine siyah kalın kalemlerle yazılan yazılar
o kadar estetik ki! Bir de hafiften hava kararmaya başlayıp kırmızı balon ışıklar
yanında etraf adeta “Burası Vietnam, burası bambaşka bir kültür”
diye haykırmaya başladı. Arkan bir hattata “Şanslı” yazdırdı. Aynı zamanda kolye de aldık.
Bu
gece meşhur su kuklalarını izlemeye gideceğiz. Program öncesi kentte elektrik kesildi. Etraf zifiri karanlığa büründü.
Poyraz ile yalnızdık, bir ara buluşamayacağız diye tedirgin oldum ama yaşasın
cep telefonları. Gösteri gerçekten çok
güzeldi. Poyraz da bayıldı. Eskiden bu işi yapanlar meslek hastalığı nedeniyle
erken yaşta ölürlermiş. Şimdi balık adam giysileri giyiyorlar, dolayısıyla da
sorun ortadan kalkmış. Suyun altından idare edenler görünmeden yapılan gösteri gerçekten de çok
etkileyici. Hanoi’ye gidenler için Temple of Literature ile gece Su
Kuklalarını mutlaka tavsiye ederim.
3 Şubat Salı 2009
Hanoi VİETNAM - Luang Prabang LAOS, uçak
Bugün Ho Chi Minh Amca’nın mozelesini ziyarete gidiyoruz. Bizim Atatürk’ümüz
gibi onlar için. Bir tür Anıtkabir. Bahçesi
çok güzel. Çok sıra var. Ho Amca’yı mumyalamışlar.
Etkileyici. Adeta canlı gibi. Çocukların da yakından görebilmesi için
boyu yükseltilmiş ikinci bir platform daha öne yerleştirilmiş. Çok düşünceliler.
Ho Amca’nın mozelesinden sonra yaşadığı yerleri ziyaret ettik. Bu uzakdoğu bahçeleri
çok zarif. Gezmesi çok keyifli. Ho Amca çok
sade bir adammış. Bir masa, bir yatak şeklindeki eşyalar etkileyici. Kalabalık
yok. Özellikle bir yazlık evi var. Beni benden aldı. Hayat boyu öyle bir evde
yaşayabilirim. Adeta hayallerimin evi.
Ardından
da Devrim Müzesi’ni gezdik. Bir tür Etnografya Müzesi ve çok
güzel yapmışlar. Ortam çok retro. Tam zamanda yolculuk duygusu
veriyor. Bugünkü rotamızda yer alan her yeri de Hanoi ziyaretçilerine
şiddetle öneririm.
Otele
dönüşte buranın tuktuklarına bindik. Bunlar bisiklet formunda. Tayland ve Kamboçya’dakilerden
en önemli farkı da yolcunun ön tarafta olması. Öğlen biz oğlumla gezmeyi, Arkan
ve Metin de yerel yemeklerle demlenmeyi tercih etti.
Biz
oğlumla gölün kıyısındaki Kırık Kılıç Tapınağı’nı gezdik. Çok sevimli, minicik
bir adacık üzerindeki tapınağa yine çok sevimli ve zarif, kırmızı yay şeklinde
bir köprüden yürüyerek geçiliyor. Tapınağın yanındaki akasya ağaçlarında
Tarzancılık oynayan oğlum etrafı epey eğlendirdi. Çok
kişi onun atlayışlarını videoya çekti, fotoğrafladı. Bu minik gezimiz oğlumun
çok hoşuna gitti.
Havaalanına
gitme vakti geldi. Her noktada daha da ağırlaşan sırt çantalarımızı
taksiye yükleyip 1 saat uzaklıktaki havaalanının yolunu tuttuk. Uzaklığı nedeniyle
bu hatta çalışan taksiler ayrı. Sadece havaalanına gidip geliyorlar.
Uçağımız
18:30’da Laos’un Luang Prabang şehrine uçuyor.
Yolu yarıladığımızda Arkan ve Metin Saigon’dan aldığımız resim rulolarını otelde
unuttuklarını farketti. Seyahatimizin bütçesiyle orantıladığımızda önemli bir
para ödediğimiz resimleri almak için Metin taksiyi durdurdu ve karşı şeride
geçip otele geri döndü. İşte bize heyecan yaşatan tablolardan, bizim evi süsleyen iki nefis parça.
Ya uçağı kaçırırsa diye endişelenip onun eşyalarını da bizim üzerimizden check-in’e sokmaya karar verdik. Son dakikada yetişeceği malum olduğu için en azından bagajsız doğrudan ve süratle geçiş yapar diye düşündük. Bu noktada ise bizi esas bekleyen sürprizden habersizdik. Biz belki Metin için bile o yokken check-in yapabiliriz diye pasaportları uzatınca görevli bir pasaportu geri çevirdi. Metin’inkini şimdi check-in’e almayacaklarını düşünürken uzattıkları pasaport Arkan’ınkiydi. 1 Ağustos 2009 tarihinde dolacak pasaport süresi nedeniyle sorun olduğunu söylediler. Lao en az 6 ay istiyormuş. Arkan’ın ise 6 aydan 3 gün azalmıştı. “Nasıl olur? Vietnam bize ayın 7’sine kadar vize verdi. O da 6 aydan 7 gün eksik oluyor. Üstelik Laos’ta sadece 2 gün kalacağız. 7 Şubat’ta Bangkok’tan dönüş biletimiz alındı.” dememize, “Biz bir aileyiz, bizi ayırmayın.” diye sızlanmamıza rağmen “Kural kuraldır” dediler. Yine de çok rica ettik, birilerine sormaya karar verdiler. Yarım saat sonra “Hayır” yanıtı geldi. Ben inanmak istemiyorum. Yeryüzünde o kadar ülke arasında Laos’u seçmişiz, gelmişiz kapısına ve alınmıyoruz. Motomot düşünüyorlar, biraz inisiyatiflerini harekete geçirelim diye bir girişimde daha bulundum. “Bakın otelin parasını ödedik. Luang’tan da başkent Viantiane’ye uçak biletinin parasını ödedik. Luang’ta fil safarisi aldık, parasını ödedik. Biz çalışan insanlarız. Sizin ülkenizi seçip birikimlerimizi size vermişiz. Paramızı da ödemişiz. Şimdi nasıl eşimi, oğlum babasını bırakıp gidelim. Gitmezsek de o kadar para ne olacak?” diye sızlandım. Kadın görevli bir tur daha görüşmeye ikna oldu. Fakat sonuç yine “0”. Bu arada Metin geldi. Artık 5 dakika içinde uçağa binmezsek hiçbirimiz binemeyecek. Arkan paralize olmuş durumda. Sabah bir ara bana aslında Laos’a gitmek istemediğini ben istediğim için gidiyor olduğunu söylemişti. Ben üzüntülü bir şekilde eşime “Allahtan başka bir şey isteseymişsin olacakmış” diye sitem ediyorum. Poyraz da ağlıyor ve “Babamı bırakmak istemiyorum ama fil safarisine gitmeyi de çok istiyorum” diye sızlanıp duruyor. Sonuçta biz yolumuza devam etmeye, Arkan ile 2 gün sonra Bangkok’ta buluşmaya karar verdik. Sonuçta istemediğimiz bir şekilde de olsa eşimin de dilediği oluyor, aslında gitmek istemediği bir yere bunu planlamasa da zaten gidemiyordu. Tabii ki son dakikaya kaldığımız için tüm eşyaları da uçağa taşımak zorunda kaldık.
Ve
böylece Vietnam seyahati hepimiz ve özellikle de eşim için farklı bir anlam
kazanmış oldu. Ben, oğlum ve Metin, Laos’un Luang Prabang şehrine gitmek için uçağımıza
ilerlerken eşim ise Hanoi’ye geri döndü. Ertesi gün Türk Konsolosluğu’na gidip
pasaportunun süresini uzattıktan sonra Bangkok’a uçtu. Kıssadan hisse, şu
pasaportun 6 ay süresi olması konusunun gerçekten ciddiye alındığını da görmüş olduk.
Vietnam seyahatimden bir de bundan sonraki tüm seyahatlerde bana eşlik edecek yol arkadaşlarım çıktı. Bunlar üzeri işlemeli çamaşır torbaları. Her biri ayrı güzel.
Vietnam seyahatimizin kıymetli hatıralarından birisi de aşağıdaki olağanüstü güzel pusula. Kapalı haliyle dekoratif bir obje görünümünde olup asla içinde bir pusula olduğunu tahmin edemezsiniz. Yolumuz hep açık olsun.
No comments:
Post a Comment