Friday 20 March 2020

VİETNAM 🇻🇳 2009


Good evening Vietnam!
Bu vesile ile Good Morning Vietnam filmindeki Robin Williams’ı da anmış olalım. Hepimiz kendi Kurtuluş Savaşı’mızdan çok Amerikalıların Vietnam Savaşı filmlerini seyretmişizdir. Platoon, The Deer Hunter, Full Metal Jacket, Good Morning Vietnam, Born of the Fourth of July... ilk aklıma gelenler.
(Aşağıdaki, bu ülkeden bevimize gelen magnetimiz.) 
Bu ufak tefek, sıska bedenli Vietnamlılar tam 21 yıl boyunca Dünyanın süper gücü Amerika’ya karşı durmuş ve ülkenin yaşadığı en büyük travmalardan biri olmuş.
Meksika seyahatimi anlatırken, eğer çok az ve öz gezen biri olsam ve sadece 10 ülke seçecek olsam Meksika bunlardan biri olurdu demiştim. İşte Vietnam o 10’a girecek diğer ülke. 10 numara 5 yıldız, şahane, göz kamaştırıcı, her köşesi ayrı güzel, rüya gibi bir ülke.
2009 sömestir zamanı gittiğimiz seyahatimiz, bu güzelliklerin üzerine bir de Çin Yılbaşısına denk geldi ve ortam daha da zirve yaptı.
Şimdi yola çıkmadan önce biraz ülkeyi tanıyalım.
Evvelinde de seyahatin tamamının akışını hatırlayalım:
1.       Gün, 23 Ocak Cuma : İstanbul -Tayland Bangkok(uçak)
2.       Bangkok -Aran (Taksi)
3.       Tayland Aran - Kamboçya Siem Reap (Taksi)
4.       Siem Reap (Angkor Wat)
5.       Siem Reap - Phnom Penh ( otobüs)
6.       Phnom Penh Kamboçya- Saigon-Vietnam (otobüs)
7.       Saigon-Mekong Deltası-Saigon (Ho Chi Mihn City)
8.       Saigon-Hanoi (uçak)
9.       Halong Bay
10.   Halong Bay-Hanoi
11.   Hanoi
12.   Hanoi Vietnam- Luang Prabang - Laos (uçak)
13.   Luang Prabang
14.   Luang Prabang-Viantiane (uçak), Viantiane Laos - Tayland sınırı-Bangkok(tren)
15.   Bangkok
16.   Bangkok
17.   Gün, 8 Şubat 2009 Pazar: Bangkok-İstanbul Türkiye (uçak)


NEREDE:
Güneydoğu Asya’da bulunan ülke, batı yakasının güneyinde Kamboçya kuzeyinde ise Laos ile komşu. Kuzey sınırını Çin ile paylaşan Vietnam’ın güney ve doğu sınırı ise Güney Çin Denizi ile  kucaklanıyor.
Türkiye ile kıyaslandığında alan olarak yaklaşık %42’si kadar olan Vietnam, nüfus olarak ise bizden %20 oranında daha kalabalık.
BAŞKENT: Hanoi
YÖNETİM BİÇİMİ:
Sosyalist tek partili cumhuriyet.
KISA TARİHÇE:
Vietnam, özetle “gelen vurdu giden vurdu” şeklinde bir geçmişe sahip. Ülke, tam dört defa Çin işgaline uğramış. Son 1000 yılda ülkeye Çinlilerden Moğollar’a Fransızlardan Amerikalılara Dünyanın dört bir yanından ve milletten saldırı olmuş. Özellikle Çinliler ve Fransızların sömürge dönemi bölgenin kültürünü etkilemiş.
Fransızların ülkeden çekilmesinin ardından 1954 yılında, Cenevre Antlaşması ile Laos, Kamboçya, Güney ve Kuzey Vietnam olarak bölgede 4 bağımsız devlet kurulmuş. Vietnam’ın kuzey ve güney olarak bölünmesinde, ülkedeki huzursuzluğu sonlandırmak isteyen Birleşmiş Milletler pay sahibi olmuştu.
O dönemde komünist rejimle yönetilen Kuzey Vietnam’ın başında Çin ve Sovyetler tarafından desteklenen Ho Chi Minh vardı. Güney Vietnam ise artık Fransa değil dönemin
büyük gücü ABD tarafından desteklenmekteydi.
BM Planına göre iki Vietnam, 1956 yılında yapılacak referandum sonucu tekrar birleşecekti.  Fakat kuzey tarafı tüm ülkeyi komünist rejimle yönetmek isteyince Güney bölgesinde terör eylemleri başladı. ABD bölgeye askeri harekat düzenledi. Hatta napalm bombası bile kullandı. 21 yıl boyunca süren savaşta kuzeydiler, Güney Vietnam’ın başkenti o zamanki ismiyle Saygon’u ele geçirdi ve ülke tekrar birleşti.
Savaşta 5 milyon Vietnamlı hayatını kaybetti.  60 bine yakın ABD askeri öldü, kurtulanların bir kısmı ise ağır travma nedeniyle intihar etti.
DİL: Vietnamca
DİN: Ülkenin kendi yerel inanışı halkının neredeyse yarısını kapsıyor. Kalan yarısı ise ağırlıklı Budist ve az oranda Hıristiyan nüfus barındırıyor.
VİZE:
Vize gerekiyor. Başvuruyu Online olarak yapabilirsiniz. Tek giriş 80, çok girişli 100 $.
PARA:
VND olarak gösterilen Vietnam parası Dong tıpkı Kamboçya rieli gibi bol sıfırlı.
1$= 23.268 VND
1TL=3.821 VND
NERELERİ GEZİLİR?
-      Mekong Deltası
-      Halong Körfezi
-      Vietnam Savaşı’nın izlerini taşıyan chu chu tünelleri
-      Saigon (Ho Chi Mihn City ve başkent Hanoi)
-      Seyahatin süresine göre yukarıdakilere eski şehirlerden Hoi An ile ülkenin kuzey batısındaki dağlık bölgedeki Sa Pa’yı ekleyebilirsiniz.

NE YENİR? NE İÇİLİR?
Öncelik ülkenin tarihinde ona sıkça saldıran Çin ve bir dönem sömürge altına alan Fransızların etkisi olduğunu ve bunun mutfağı da etkilediğini belirtelim.
Mutfak kısmına içeceklerden başlayalım.
Hindistan cevizi suyu, şeker kamışı suyu ve onların limonatası diyebileceğimiz buz, süt, Hindistan cevizi sütü ve taze meyvelerden yapılan sinhto.
Yemeklere gelince...
Bolca deniz ürünü, karides, balık...
Tavuk ya da kırmızı etin taze otlar ile birlikte pişirildiği ve kaynar kaynar tabaklara konulduğu Pho yemeği burada çok popüler.
Çiğ, pişmiş her şeyin içinde kişniş var. Sevebilir ya da nefret edebilirsiniz. Benim ilk duygum nefret olmuştu. 😡 Sonra geçti. 😊
Noodle ve haşlanmış pirinç yemeklerde sıkça kullanılıyor.
Bir de yumurta...

Artık yola çıkabiliriz. Bundan sonrasında günlük notlarıma emanetsiniz.
YOLCULUK GÜNLÜĞÜ
28 Ocak 2009 Çarşamba 
Phnom Penh-KAMBOÇYA / Ho Chi Minh City(Saigon)-VİETNAM, otobüs
Kamboçya’nın başkenti Phnom Penh’e dün vardığımızda, otobüsten iner inmez Cambodia Express’ten adam başı 13$ verip bugün saat 14:00 için Vietnam-Saigon biletimizi almıştık.
Ömrümüz boyunca seyrettiğimiz Amerikan ve Fransız filmlerinden olsa gerek dilim hep Saygon’a gitse de bu şehrin resmî adı aslında Vietnamlıların ikonik komünist lideri Ho Chi Minh’in adını taşıyor.
Saat 14:00’te yola çıkan otobüsümüzün takip ettiği yol boyunca kazık üzerine oturtulmuş evler gördük. Bunlardan dün gece Phnom Penh girişinde nehrin üzerinden geçerken de görmüştüm. Bu evlerin kimisinin elektriği yok ya da kaçak. Tuvaletleri ise seçemedim. Yani zaten kazık üstündeler, avlu diyebileceğim etraflarında da tuvalete benzeteceğim bir yapılanma göremedim. Sadece hepsinin yanında dev küpler var ama tahminince onlar da su biriktirmek için olsa gerek...
Bizi Kamboçya’dan Vietnam’a taşıyacak feribotu beklerken otobüsün resmi olarak beklediği yerde gittiğimiz tuvalet ise tam “anlatılmaz yaşanır” türünden. Düşünün ki iki ülke arasında uluslararası yolculuk yapan otobüslerin resmi durak yerindesiniz ve lavabosu bile olmayan bir tuvalet var. Daha doğrusu loş ve nemli bir kaç odadan geçerek ulaştığımız tuvaletin evvelinde, sadece etrafı ve tepesi kapalı olduğu için oda dediğimiz yerlerde uyuyan kişiler vardı ve tuvaleti kullandığımız için onlara biraz bağış yapabileceğimiz söylendi. Burası bir dinlenme tesisi değil, o kişilerin barınağı ve tuvaletleri uluslararası ziyaretçilere açık...
Yanımızda kuru ve ıslak mendil ile susuz el temizlemeye yarayan solüsyonlardan var. Dolayısıyla tedbirimiz nedeniyle işin keyfini çıkarıyor, biraz titiz tipler için kabus gibi algılanabilecek bu garip tuvaleti enterasan bir yer olarak anılarımıza yerleştiriyoruz.
Vietnam topraklarına geçtiğimizde yemek molası için durduğumuz yer ise en azından bir restorandı. Fakat yine tuvaletlerinde lavabo yoktu. Kamboçya’da olduğu gibi burada da tuvaletler bizim alaturka tuvaletlerimiz gibi ama deliğin şekli ve yapılandırılaması çok daha itici. İşin komiği ise deliğin yanında tıpkı hamamlardaki gibi kurnalar ve hamam tasları gibi taslar var ve tabii ki su. Ama sabun ve lavabo yok.
Otobüs akşam 20:00’de bizi bilinen adıyla Saigon’a, resmi adıyla Ho Chi Minh City’ye getirdi. Good Evening Vietnam!
Ngah Lao’da duran otobüsten merkezdeki otelimize taksi için 2 $ verdik. 1$=17.000  Dong (2020 Martında ise 23.268 Dong).
Kamboçya kadar olmasa da burada da $ kabul görüyor. Yine de elde Dong bulundurmak daha iyi. Yoksa ödemeyi dolarla yapmak istediğinizde yuvarlatarak 1$=15.000 Dong üzerinden hesaplama yapılabiliyor. Taksi şöförü nedense kendisine 10$ vereceğimizi zannetmiş, otele varınca kıllık çıkardı.
İnternetten bulup ödemesini evvelinden yaptığımız Sophia Oteli’nin hem yeri hem de kendisi güzel. Çin yılbaşısı nedeniyle bu dönemde gezdiğimiz ülkelerin hepsi için yüksek sezon. Bu nedenle internette yaptığım araştırmalarda rezervasyon taleplerime çoğunlukla dolu yanıtı geldiği için biraz sıkıntı çektiğimi söylemeliyim. Aynı sebeple bu otelden de sadece 1 oda bulabildim. 3 yetişkin ve 1 çocuk şeklinde odayı düzenlemişler, çok memnun oldum. Oda no:306. Banyomuz çok güzel. Ayrıca çay makinesi ve ikram çay-kahve var. Siem Reap’teki otelimizde de vardı. Hatta ilk gün meyve tabağı da vardı orada.😊
Siem Reap’teki ikinci gecemizde Poyraz’ın uykusu olduğu için ben otelde kalmıştım. Şimdi nöbet sırası eşimde. Biz de Metin ile Saygon’u dolaşmaya çıktık. Meğerse bu gece Çin Yeni Yıl kutlamaları Tet’in son günüymüş. Çiçeklerden ve sair doğal malzemeden yapılmış muhteşem düzenlemeler ve olağanüstü zarif heykellerin organizasyon görevlilerince toplanması ve belediye görevlilerince de çöp konteynerlerine aktarılmasına şahit olduk. Süslemeler çok görkemli o kadar ki her halde bu tür bir görüntüyü anlatabilmek için Çin’de yapılan Olimpiyat Oyunları açılışını hatırlatırsam teşbihte hata yapmış olmam. O kadar muazzam ve ihtişamlı. Fakat görevlilerin saksıları bırakıp çiçekleri çöp kamyonlarına atmasına da sinir oldum. Az önceki kalabalığa dağıtsalardı keşke. Burada yaşıyor olsam kesinlikle çiçek ve süslemeleri bana vermelerini isterdim, çöpe gideceğine... 
Burada da bizim haşlamış ve közleme mısırcılarımızdan var. Metin ile birer tane aldık; etrafı dolaşmaya devam ettik. Ortadaki süslemeler toplanmasına rağmen otel ve belli başlı restaurantların önündeki ve kobilerindeki Tet süslemeleri hala duruyor. Bu sene bizon yılı ve bu nedenle her yerde değişik malzemelerden yapılmış irili ufaklı bizon heykelleri var. Çoluk çocuk önünde yanında fotoğraf çektiriyor. Çok güzeller.
29 Ocak 2009 Perşembe 
Saigon -Mekong Deltası 
Saigon’a geç saatlerde varacağımızı öngörerek bugün için programladığımız Mekong Delta gezisi için önceden rezervasyon yaptırmıştık. Bu nedenle saat 07:30’a kadar Delta Adventures ofisinde olmamız gerekiyordu.
Otelimizin olduğu sokak gideceğimiz istikamete göre taksi durdurmak açısından ters konumdaydı. Bu nedenle biraz yürüyüp taksi tutalım dedik. Sonra derken bir baktık ki iyice yaklaşmışız, tüm yolu yürüdük. Meğerse dün otobüsten indiğimiz bölgedeymiş ofis. İstanbul, Harbiye havasında bir yer. Sokak boyunca bir çok seyahat acentesi ve önünde bir sürü tur aracı var. Aracımız 08:00’de yola çıktı. Rehberimiz genç bir bayan, adı Huwen. 
Mekong Deltası için My Tho adlı bir yere gitmemiz gerekiyor. Yaklaşık 75 km. uzaklıkta olmasına rağmen yol yaklaşık 2.5 saat sürüyor. Nedeni ise trafik. O kadar çok motosiklet var ki otobüs şöförününü bu şartlar altında yol almasına şaşıyorum. Önümüzdeki trafiğe bakmamaya çalışıyorum zira sağdan soldan sürekli önümüze fırlayan motosikletlileri her an ezebilirmişiz duygusuyla içim çekiliyor. Fakat gerçek şu ki korkak davranarak da bu yol değil 2.5 saat 25 saatte bile bitmez.
Nihayetinde önümüzdeki çekirge sürüsünü andıran motosikletleri görmemeye çalışarak ve etrafa dikkatimizi vererek My Tho’ya ulaştık. Burası Şile havasında bir yer. Bizi Delta turuna çıkaracak ufak teknelere buradan bindik. 
Önce kısa bir yoculukla bir adaya ulaştık.
Dümdüz ve ufak bir ada, içi jungle havasında. Yer yer evlere rastlıyoruz ve renkler muhteşem. Çok gösterişli değiller ama farklı bir kültürün -ki çok renkli ve estetik bir kültür bu- izini taşıyorlar. Bu nedenle de varlıklı bir halleri olmasa da göz kamaştırıyorlar. 
Önce bize ballı çay ve değişik kurutulmuş meyveler ikram ettikleri bir yerde mola verdik. Burada kafesin içinde devasa bir yılanı oğlumun “hanimiş hanimiş” diye sevip kafesine yakın durduğunu görünce dilini falan uzatıp sokuverir diye ürpererek Poyraz’ı uyardım. Fakat benim “Natural Born National Geographic Kids😊oğlum hemen cevabı yapıştırdı: ”Anne o bir piton ve pitonlar zehirli değildir.” Sanki oğlumla aramızda geçen konuşmanın teyidini yapmak istercesine biri yaklaşık kafesi açtı; kucaklayarak yılanı dışarı çıkardı ve fotoğraf çektirmek isteyen var mı diye sordu. Hemen arkadaşımız Metin atıldı. Bacağımızdan bile kalın olan yılanı adamın yardımıyla omzuna yerleştirdi. Poyraz da heyecandan haykırarak Metin’in yanına sokuldu ve yılanın altına girdi. Ardından da eşim aynı şeyi yaptı. 
Oğlumuz bu sefer yılana daha da yakın markaj yaparak fotoğraf çektirdi. Ben de hem korkup hem de heves ettim ama ağırlığını biraz olsun hissedince omuzlamaktan vazgeçtim. Fakat dokundum. İnanılmaz pürüzsüz. Tarif edemem ama çok güzel bir duygu olduğunu söyleyebilirim. Ve gerçekten soğukkanlı hayvanlar denmesinin hakkını veren bir soğukluk. Hani şu jel buzlar vardır ya şişlik vs. olduğunda pansuman yaparsınız, onlar kadar soğuk bir deri ama müthiş, ipeksi bir dokunuş... Korkmazsanız fırsatını bulduğunuzda en azından bir yılana dokunun derim. Olağanüstü bir tecrübe. Ve bence olağanüstü güzel bir hayvan. Bir tasarım harikası.
Buradan sonra doğal olarak oğlum acayip keyiflendi. Bugüne bugün dev bir piton omuzladı. Ardından orman içlerine yürüyüşümüze devam edip bu sefer de hindistan cevizi şekeri (coconut candy) yapımını görmek için ufak bir atölyeye vardık. Burada bize şeker yapımının aşamalarını gösterdiler. Yeni yapılmış, hala ılık şekerlerden tattık ve çok beğenip hem kendimiz hem de hediye etmek için birkaç paket aldık. Çok daha ince kesilmiş lokum gibi bir formu var şekerlerin. Fakat memlekete döndüğümüzde o kadar sertleşmişlerdi ki oğlum okuluna götürdüğünde başta kendisi olmak üzere çocuklar ısıramamış bile. Ayrıca tadından da hoşlanmamışlar, bazı çocuklar iğrenç bulduğunu bile söyledi. İtiraf etmeliyim o haliyle ben de beğenmedim ama ilk tattığımız anda çok nefislerdi. Belki paketi biraz ılık bir noktada tutup ardından ikram etmeyi denemeliydik. Tecrübesizlik işte.

Bu arada şekerlerin yanısıra çok sıra dışı bir içecek tecrübe ettik: Yılan şarabı. İçinde kıvrılmış dev bir yılan olan turşu kavanozuna benzer cam bir kaptan şarap içtik. Tadı harikaydı. Bu içecek alkol etkisinden ziyade içindeki yılan nedeniyle bir tür ilaç vazifesi de görüyor ve içenin bağışıklık direncini artırıyormuş. 
Sadece yı
lan değil akrep ya da ikisi bir arada olan türleri de var. Biz oğlumuzun da ricasıyla içinde minik bir yılan olan minik bir şişe satın aldık. Bu daha çok hatıra niyetli bir şişe. En azından bugüne kadar açmadık ama oğlumuz döndüğümüzde okula götürüp arkadaşlarına ardından da  evimize gelen herkese gösterdi.

Ardından Delta kanal gezisi için minik kayıklara bindik. İşte buradaki manzaranın güzelliğini tarif edemem. Gezi öncesi programımız hakkında konuştuğum bir arkadaşım planımızın çok yoğun olduğunu, Mekong’u eleyip rahatlatmamızı önermişti. Onu dinlemediğime o kadar memnunum ki. Tabii ki yapmasam zaten bilemezdim ama şimdi yaşayıp nasıl bir şey olduğunu görünce mutlaka tavsiye ediyorum. Duyduk duymadık demeyin. Vietnam’a gidiyorsanız mutlaka Delta turu yapın. 
Güzelliğinden nereye bakacağımızı şaşırdığım delta gezisinden sonra yine ufak teknemize binip bu sefer başka bir adaya gittik.  Burada biraz yürüyüşten sonra da envai çeşit tanıdık tanımadık egzotik meyveler ve çaylardan oluşan bir ikram için mola verdik. Gerçekten harika bir program.
Öğle yemeği molasını ise daha farklı bir noktada verdik. Yemek sonrası müzik ziyafeti vardı. Yerel çalgılar, kıyafetler eşliğinde hoş bir performans sergilendi.
Yemeğin ardından da fiyata dahil olan bisiklet turuna çıktık. 
Arkan, Poyraz’la birlikte bindi. Meğer ufak bir köye yakınmışız. Ormanın içindeki restoranımızdan çıkıp köyler arasından etrafı yaklaşık 2 saat turladık. O kadar harikuladeydi ki anlatamam. Olağanüstü güzel bir atmosfer, evler, insanlar ve bisikletle bu kadar yaşamın içinde olma şansı çok güzel. 
Bisiklet turunun ardından biraz yorgunluk atıp gelen tekneyle tekrar My Tho’ya döndük. Burada otobüsümüz için birkaç saat beklememiz gerekti. Biraz köşe bucak gezince hafif Havana tadında mekanlar gördük. Tropik içecek ve dondurmalardan tattık. Durian’ı tavsiye etmem. Çürük meyve gibi kokuyor, yiyemedik. Fakat hand granade smoothie çok güzel, tavsiye ederim.
Önce yeme içme faslıyla vakit geçirdik. Ardından otobüsün geleceği yerdeki hediyelik eşya dükkanından birşeyler aldık. 
Herş
ey çok ucuz. Tanesi 1 $’dan 7 tane şapka aldım. Arkadaşlarımın çocukları için. Annemlere ve evimize hindistan cevizinden yapılma dekoratif kaplar aldım. 
Bu esnada beklediğimiz yer aslında bir otel bahçesi. Otelin resepsiyonuna ve aynı zamanda hediyelik eşya dükkanına bakan iki genç kız bahçede enterasan bir aletle oyun oynamaya başladılar. Bu gövdesi sarmal yaya benzeyen tepesinde de tüy takılı el kadar garip bir oyuncak. Ayak bilekleri ile attırarak yere düşürmemeye çalışıyorlar. Fakat şekli top gibi yuvarlak değil ama inanılmaz bir kıvraklıkla vuruyorlar. Malum alet ufak, biraz şişmanca kalem formunda. Bu nedenle bilmeyen için alet farkedilmediğinde sanki karete kareografisi çalışılıyormuş duygusu veriyor.  Yani çok estetik bir oyun. 
Otobüsümüz gecikince biz bekleyenler olarak oyuna dahil olduk. Poyraz da ben de
çok az vurabildik ama hayatımızda belki de bir daha oynayamayacağımız böyle ilginç bir oyuna dahil olmaktan da çok keyif aldık. Grubumuzda iki Çinli bayan vardı. Onlarla sohbet ederken kendi ülkelerinde de bu oyunun olduğunu ve çocukluğundan beri oynamadığı için kendisinin de çok hoşuna gittiğini öğrendik. Oyunun ingilizce adı yok ama çince adından motomot çevirdiğinde kick gen yani ayak bileği kemiğiyle vurmaca oyunu gibi bir ad ortaya çıkıyor. Resepsiyondaki kızlara oyun aletinin bir yerde satılıp satılmadığını sorunca hemen ben de 1 adet istediğimiz söyledim. Kızlar gidip bir yerden bizim için bulup geldiler. 1$ verdim.
Çinli kızlar daha önce İstanbul’a ve Kapadokya’ya gitmişler. Türk olduğumuzu duyunca Türkiye gezilerinin ne kadar muhteşem geçtiğini anlatıp durdular. Bu arada bütün gezi boyunca geniş kenarlı şapkaları ve omuzlarına kadar uzanan eldivenleri ile dikkatimi çekmişlerdi. Galiba onlar bizim gibi bronz olmakla hiç ilgilenmiyor aksine her daim süt beyazı kalmayı daha çok seviyorlar. Gerçekten de bugüne kadar hiç bronz Çinli ya da Japon görmediğimi farkettim.
Akşam şehre dönüşümüz saat 20:00’yi buldu. Yoğun ve harika bir programdı. Tam 12 saat boyunca bu kadar yol, yeme içme, kanal gezisi, bisiklet turu dahil adam başı 12$ verdik. Gerçekten inanılmaz bir fiyat.
Akşam o yorgunlukla geleneksel yemek için geniş bir vakit ayırmak yerine pratik birşeyler yemeye karar verip KFC’ye gittik. Buralarda Mc Donalds ya da Burger King yok ama KFC epey yaygın. Bizde epey pahalı olan KFC burada çok makul. Ben 2 parça tavuk, içecek, patates püresi ve coleslow için 56.000 Dong yani yaklaşık 3$ verdim.
30 Ocak 2009 Cuma 
Saigon şehir keşfi - Hanoi, uçak 
Dün çok erken saatteki tur ve bilmediğimiz bir yeri sabahın köründe bilmediğimiz bir şehirde aramak durumunda olmamız, şöyle bir keyif kahvaltısı yapmamıza mani olmuştu. İşte bu sabah dünün de acısını çıkarmak için bir fırsat oldu. Otelimiz şirin. Kahvaltı çok geniş olmasa da açıkcası “onu mu yesem bunu mu yesem” kararsızlığı içinde vakit kaybetmemizi engelleyecek boyutta. Tam doğu minimalizmine uygun. Reçeller harika. Özellikle birine bayılmıştım, ananasmış meğerse.
Bugünkü planımız tamamen kendimizi şehre adamak üzerine. Burası oldukça modern bir şehir ama yine de tıpkı İstanbul gibi. Yer yer daha eski yerleşimleri, binaları ve tabii ki her şeyden öte farklı bir kültür olduğunu vurgulayan detayları öne çıkıyor.
Bu arada programımızda ufak bir değişiklik yapmak zorunda kaldık. Bu gece Jetstar’ın 17:20 uçağı ile Hanoi’ye yani başkente uçuyoruz. Biletler kişi başı 70$. 19:30’da şehre varıyoruz. Otele varmamız takriben 20:30. Hanoide geçireceğimiz 4 gecenin ilk ikisini önce Hanoi, ardından 1 gece Halong Körfezi’nde gemi ve tekrar son gece Hanoi şeklinde programlamış ve oteli de ona göre ayarlamıştık. Halong Körfezi programını ise satın almamıştık. Bugün gezinirken turist information center’ı da ziyaret ettik ve istediğimiz geminin yarın sabah kalkan bir programını öğrenince hemen B planı hazırladık. Oteli konu hakkında bilgilendirmek için bilgisayar başına geçtiğimde de bugün jetstar ile yapacağımız Hanoi uçusunda 3 saate yakın bir rötar olduğunu bildiren bir mesaj geldiğini gördüm. Allahtan maillerime bakmışım. Bu durumda otele gidişimiz gece yarısını geçecek. Halong turu için de bizi oldukça erken bir saatte otelden alacaklar. Neyse, gülü seven dikenine katlanır. Üstelik bu yorgunluğun ardından bizi bekleyen gemi seyahati çok huzurlu bir rotaya açılıyor, eminim tüm yorgunluğumuzu alacaktır.
İki erkeğin şehir gezmesi ile bir anne ve çocuğun gezmesi aynı olmuyor. Bu nedenle bir noktadan itibaren ayrı ayrı gezmeye başladık. Yemek zevklerimiz de ayrı. Bu nedenle biz oğlumla Pizza Hut’ı tercih ederken onlar geleneksel yemek yemek istedi. Oğlumla Pizza Hut’a giderken yolda birisi “Siz Türk müsünüz?” diye sorarak bizi durdurdu. Bizi gördüklerine çok memnun olan iki genç Türk heyecanla burada bir okulda öğretmenlik yaptıklarını anlattı. Biri Boğaziçi diğeri Işık Üniversitesi’nden mezun olmuş. Burada fizik öğretmenliği yapıyorlarmış. Hayatta aklıma gelmezdi burada bu işi yapan kişiler bulacağım. Neyse biz oğlumla bir güzel pizzalarımızı yedik sonra bizimkilerle buluştuk. Mağazalara girip çıktık, ciciler aldık. Kıyafetler çok zevkli. Özellikle o kadar güzel elbiseler var ki! 
Çok orijinaller. Fakat ucuz olduklarını söyleyemem. Yine de tasarım ve sıra dışı elbiselere  meraklı olanlar ve biraz da paraya kıyanlar memlekete döndüklerinde giydikleriyle katıldıkları davetlerin ilgi odağı olacaktır, bu garanti. 
Burada bir de harikulade resim dükkanları var. Uzakdoğu motifleriyle süslü tablolar fevkaladenin fevkinde. Dayanamayıp iki tane aldık. Birinde Buda var, diğerinde ise pirinç tarlasında konik şapkalarıyla işçiler. Daha bir çok şeye bayıldık ama bütçemiz bu ikisine elverdi.
Benim için bir de çanta dükkanları söz etmeye değer. Bu kadar güzel, sıra dışı, sempatik, şık ve uygun fiyatlı çanta çeşidini bir arada görmedim. Bu seyahatten iki olağanüstü güzel çantam oldu.

Akşam yemeğimizi havaalanında yemeğe karar vererek otelden eşyalarımızı alıp yola koyulduk. Koskoca metropol şehrin havaalanı ile yemek yenilen yeri birbirinden ayrı binalarda ve ciddi uzak. 500 metre kadar dışarıdan yürünüyor. Çöp konteynerlerinden çöpler dışarı taşmış, sızmış, kokuyor ve kedi kadar lağım fareleri ortalıkta dolaşıyor.
Karnımızı doyurup gelmek epey yorucu oldu. Bu koşuşturmada o kadar acıkmışım ki ben de geleneksel bir yemek yemeye karar verdim. Gerçi gerek Kamboçya’da gerekse de burada her şeyin içine kattıkları ısırgan tadındaki ot (kişniş)  nedeniyle benim yemem yine sorun oldu.
( Saigon'un kolye koleysiyonuma hediyesi aşağıdaki balık kolye oldu. Normalde de beyaz renk egemen giyinen birisi olarak bu kolyeyi rekor sayıda kullandım. Ucuna taktığımsa benim çocukluk küpem. )


Havaalanında check-inden geçtikten sonra Türkçe konuştuğumuzu duyan birisi bize yaklaştı. Tesadüfe bakın ki gündüz karşılaştığım iki gencin çalıştığı okulda yönetici olarak çalışıyormuş. Daha doğrusu kendisi Hanoi kampüsünde çalışıyor, bizim tanıştığımız gençler ise aynı okulun Saigon kampüsünde. Okulun adı da HIBS:Horizon International Bilingual School. Yanında Vietnamlı eşi ve oğlumdan daha küçük olan kızı Elif vardı. Yılbaşı nedeniyle eşinin Saigon’da oturan ailesini ziyarete gelmişler ve şimdi de dönüyorlarmış. Onların uçağı bizimkinden önceydi ve bu nedenle daha fazla sohbet imkanımız olmadı. Bu arada bizim uçağımız bir kez daha rötar yaptı.
Nihayet Hanoi’ye gece yarısından az önce vardık. Taksiler 15-20 $ arası fiyatlar istedi şehir merkezine gitmek için. Oysa shuttle varmış, neredeyse dördümüz bu rakamın ¼’üne gittik. Yol uzak, neredeyse 1 saat sürüyor. En son biz kalınca shuttle şöförü bize müthiş bir jest yapıp bizi son duraktan sonra tekrar arabaya bindirip otelimizin önüne kadar ekstra ücret almadan götürdü.
Yalnız otele gelince bir şok yaşadık. Zira otelin kepenkleri kapanmıştı. Dedim ki ya ortada otel motel yok, internet kazığı yedik ya da Finlandiya’daki gibi belli bir saatten sonra resepsiyon kapanıyor ve giriş çıkış yapmak yok. Zaten önce Halong program değişikliği ardından da rötar nedeniyle gönderdiğim iki mesaja da yanıt alamamıştım. Saat neredeyse 01:30. Neyse otelin dışarıdaki ziline basınca kepenkler açıldı ve holdeki kanepelere yatak yapıp uyumuş iki görevliden biri kalkıp bize kapıyı açtı. Resepsiyonist, yılbaşı nedeniyle gece yarısından önce gitmiş. Bu çocuklar güvenlik görevlisi gibi bir şey. Bizim rezervasyonumuzdan pek haberleri yok ama Allahtan odaları var. Fakat o da ne! 4 kişi için tıpkı Saigon’daki gibi 1 oda istemiştik ama gece 01:30 ve odada sadece 2 yatak var. Diğer iki kişi ne olacak diye söylenince 1 yatak daha getirdiler ama odanın 4. yatağı alabilmesi imkansız ya da alsa da hareket etmemiz sorun gibi gözüküyor. Ben çocuklara epey söylendim. Gerçi sürekli gülümseyerek “yes, yes” deyip duruyorlar, adam gibi kızamıyorsunuz bile.😊 Diğer taraftan da neyi anlayıp neye “yes” dediklerini kestirmek zor. Galiba bunlar sürekli gülümsüyor ve her şeye “Yes” diyorlar. Çocukcağız yine de bize bir çözüm bulup 1 oda daha verdi. Metin diğer odaya gitti. Sonuçta çok yorgunduk ve hemen yatıp uyuduk.
31 Ocak 2009 Cumartesi 
Hanoi - tekne ile Halong turu 
Kahvaltıda geleneksel yemekler var. Burada özellikle kahvaltıda çok sevilen bir çorba var. İçine et ve sebzeler atılıyor. Su kaynayıp duruyor ve siz zevkinize göre tavuk, et ya da salamvari şeyleri ve sebzeleri atarak kendi karışımınızı elde ediyorsunuz. Ben bu çorbayı dün gece havaalanında denemiştim. Fena değil ama otlar özellikle de ısırgan kılıklı olan işi bozuyor bana göre. Fakat eşim ve Metin bayıldılar. Sanırım benim ağız tadım epey muhafazakar. Her yere giderim ama her şeyi yiyemem.
Bir başka heyecanı da “Acaba Halong turu için biri gelip bizi alacak mı?” kısmında yaşadık. Seyahatimizin en yüksek harcamasını Halong programı için harcadık. Paradise Cruises’tan bir gemide 1 gün geçireceğiz. Nihayetinde 30 dakikalık gecikmeyle şöför geldi. Malum yılbaşı nedeniyle...

Yaklaşık 2 saat uzakta bir limandan gemiye bineceğiz. Yol boyunca ilginç yerleşimler ve aralarda pirinç tarlalarından geçtik. Hepsi de çok güzeldi. Gemiye binmek için geldiğimiz limanda bizi geminin müdürü karşıladı. Çok kibar. Gemiye biniş yerine kırmızı halı konulmuş. Gemiye adım attığımız andan ertesi güne kadar tam bir kral-kraliçeymişiz gibi hizmet aldık. 


Gerçekten bu tür hizmet konusunda son derece iyi eğitilmiş bir personel var. Odalarımız o kadar güzel ki! Hele banyolar. Eşyalarımızı yerleştirip öğle yemeği için yemek salonuna gittik. Yemeklerin hem sunumu hem de lezzeti mükemmel. Avrupa ve geleneksel mutfağı harmanlayıp benim gibi lokal lezzetler konusunda tedbirli tiplere hitap eden bir kıvama getirmişler. Çok güzel karnımız doydu. Poyraz da gezimiz başladığından beri ilk defa önüne konulan her şeyi bitirdi. ( Kentucky ve Pizza Hut harici, geleneksel yemek olarak ) ve “buranın yemekleri harika” dedi.
Güvertede bol bol fotoğraf çektik, güneşlendik, birşeyler içtik.



Bizi çok güzel mağaraların olduğu bir yere götürdüler.

Ardından yüzen köyleri ziyaret ettik.
Suyun üzerinde evler, o kadar çok ki ilkokul bile yapmışlar. O da yüzüyor doğal olarak. 




Oralarda yaşayanlar sandallarıyla bize yanaşıp birşeyler satmaya çalışıyorlar. Bazılarında ise sadece çocuklar var. En büyüğü 10 yaşında bile olmayan en küçüğü ise 2-3 yaşlarında 2-3 çocuk var içlerinde. İnsan nasıl da bu kadar küçük çocuklar yine çocuğa emanet edilir de denizin ortasına gönderilir diye düşünmeden edemiyor ama işte hayat bazılarını çok erkenden olgunlaştırıyor.



Bir akrabamızın 11 yaşındaki çocuğu için hala evde bakıcı bulundurduğunu hatırlıyorum da içim buruluyor. Aslında hangisi için daha çok üzülmeliyim acaba...



Akşam Catherine Denevuenin Indochine filmini göstereceklerdi ama teknik bir arıza nedeniyle seyredemedik. İleride demirlemiş başka bir geminin güvertesine çekilen dev bir perdede de yine aynı film gösteriliyordu. Hayal meyal de olsa biraz seyrettim. Çok uzun yıllar önce seyretmiştim bu filmi. O dönemlerde buralara gelebileceğimi, hem de tüm programı kendim kotarıp, her kuruşunu kendim kazanıp keyfini çıkaracağımı hayal bile edemezdim. Akşam yemeği gene olağanüstüydü. Poyraz yine yemeğe iltifat edip durdu. O kadar keyifli ve güzel karnımız doyuyor, ortam o kadar tarifsiz bir güzellikteki bu program için ödediğimiz para sadece yemekler için bile “ değer” bir noktaya geliyor. Hem de benim gibi “yeme içmeyi” o kadar da önemsemeyen birisi için bile.

1 Şubat 2009 Pazar 
Halong -Hanoi dönüş 
O kadar güzel uyuduk ki! Sabah gün doğarken uyandık. Güvertede Tai Chi seansına katılacağız. Sabah açık denizde bu müthiş kayalıklar arasında güneşin doğuşuna tanıklık etmek süper bir duygu. O kadar dingin, o kadar sessiz, o kadar huzur verici ki. Uyku muyku kalmadı, birden açıldık.
Tai chi’nin ardından kano yaptık. Arkan ve ben birlikte, Metin de kendi başına. Sanki rüya gibi. Renkler, havanın ısısı, kokusu, denizin rengi, sessizlik, kayalıklar, gökyüzü... Hangi birini anlatsam... Ardından biraz da yüzdük. Su hafif serin gibi ama insan alışıyor. 

Poyraz hala uyuyor. Biz kahvaltımızı yaptık. Süper bir kahvaltıydı. Görevlilerden rica ettik, oğlumuz için de tam prenslere layık bir kahvaltı tepsisi hazırladılar. Oğlum da uyanınca odamızın balkonunda kahvaltısını etti.


Rüyamız böylece sona erdi. Bindiğimiz limana bırakıldık. Gemi personeli zerafetle uğurladı bizleri. 


Dönüş yolunda manzaranın keyfini çıkarıp rüya gibi geçen Halong anıları ile Hanoi’ye ulaştık.
Otele tekrar yerleştik. Bu sefer hepimizin sığacağı gayet geniş bir oda verdiler. Lonely Planet’in tavsiye ettiği bir pizzacıda karar kılıp öğle yemeğimizi yedik. Biraz etrafı dolaştık. Ardından oğlum otele dönüp televizyon seyretmek istedi. Bunun üzerine dolaşa dolaşa otele döndük. Burada üzeri işlemeli bez torbalar satılıyor. Çamaşır, ayakkabı ya da aklınıza ne gelirse koymak için. Kumaşlar da işlemeler de çok zarif. Tanesi 1 $’dan birçok torba aldım. (bu torbalarla o kadar çok seyahate gittim ki!)  Bir de market bulup kurabiye aldık. Odamızda su ısıtıcı var. Otele dönünce Poyraz ile çay saati keyfi yaptık. Ben biraz Vietnam hakkında sağdan soldan topladığım broşürlerden okudum.
Akşam olup bizimkiler geldiğinde bu sefer de Metin ile biz gece gezmesine çıktık. Etrafta yeme içme yeri çok. Çoğu bizim dürümcüler gibi. Sokakta yemek yiyen çok. Fiyatlar çok uygun. Fakat hijyen konusundaki seviye nerede yemek yiyeceğinizi belirleyecek bir etken. Zira çoğunun yanıbaşında çöpler dolu. Hele bir yerde neredeyse 30 cm. ötede yemek yenirken birisi küçük çocuğunu yola doğru çişe tutmuştu. Yani aynı yerde yiyip içip ... ve yemek yiyen diğerleri de “Hop kardeşim ne yapıyorsun burada yemek yiyoruz” demiyor. Yoksa çocuklara karşı çok mu toleranslılar...😊
Epey dolaşıp sonunda çok güzel dekorlu bir yerde yemek yedik. Ben yemeyecekken sunumdan etkilenip tattığı  yemekten çok hoşlandım. Hoşlanmadığım otun adı ramui’ymiş. Rica edip ayrı getirmelerini istedim ve böylelikle bu ot olmadan harika olan Vietnam mutfağının keyfini çıkardım. Hanoi’nin içinden geçen tren yolu o kadar çok yolunuza çıkıyor ki sürekli geçitlere göre yolunuzu yönünüzü ayarlıyorsunuz. Hanoi Saigon’dan çok farklı. Saigon eski yerlerine rağmen yine de egemen bir şehir görüntü ve duygusuna sahip. Oysa Hanoi neredeyse tamamiyle “Old City”. Evet daha pis, köhne ve karmaşık ama bana göre daha bir ruh sahibi. Benim çok hoşuma gitti.
2 Şubat Pazartesi 
Hanoi 
Güzelce uykumuzu alıp, kahvaltımızı yaptık. Yarın gece Laos’a uçuyoruz. Bin Filler Ülkesi anlamına gelen Laos’a gidip de fil safarisi yapmamak olmaz diye karar verdik. Bu nedenle bir turist information bürosu bulup fil safarisi ve köylere trekking içeren tüm günlük bir programı seçtik ama ne yazık ki “yer yok” yanıtı aldık. Fakat bu yanıt için 1 saat beklemek zorunda kalmıştık ve zaman kaybettiğimiz için canım sıkıldı. Bunun üzerine internetten daha önce otel için rezervasyon yaptığım siteyi bulup fil safarisi araştırdım. Aynı programı müsait görüp hemen dördümüz için rezervasyon yaptırdım. Bu da haliyle biraz pahalı bir program ( 4 kişi için 250 $) ama açıkcası Halong’ta yaşadığımız hazzı düşününce benzer bir fırsat için az bile. Nihayet iki saatimizi yese de fil programımız ayarlandı. Öğle yemeğini yine etnik bir restoranda yedik.
Ardından Temple of Literature adında 1000 yıl önce oranın ilk üniversitesi olarak kurulmuş bir tapınağı ziyarete gittik. Yol boyunca yürüdük. Epey yorulduk ama tapınağa geldiğimizde gördüğümüz manzara tüm yorgunluğumuzu aldı, götürdü. Yılbaşı nedeniyle etraf çok kalabalık. Tapınağı çok uzun süre, doya doya gezdik. Tapınağın hemen yanında el yazısı yazan hattatlar var. Kırmızı zemine siyah kalın kalemlerle yazılan yazılar o kadar estetik ki! Bir de hafiften hava kararmaya başlayıp kırmızı balon ışıklar yanında etraf adeta Burası Vietnam, burası bambaşka bir kültür” diye haykırmaya başladı. Arkan bir hattata “Şanslı” yazdırdı. Aynı zamanda kolye de aldık.
Bu gece meşhur su kuklalarını izlemeye gideceğiz. Program öncesi kentte elektrik kesildi. Etraf zifiri karanlığa büründü. Poyraz ile yalnızdık, bir ara buluşamayacağız diye tedirgin oldum ama yaşasın cep telefonları. Gösteri gerçekten çok güzeldi. Poyraz da bayıldı. Eskiden bu işi yapanlar meslek hastalığı nedeniyle erken yaşta ölürlermiş. Şimdi balık adam giysileri giyiyorlar, dolayısıyla da sorun ortadan kalkmış. Suyun altından idare edenler görünmeden yapılan gösteri gerçekten de çok etkileyici. Hanoi’ye gidenler için Temple of Literature ile gece Su Kuklalarını mutlaka tavsiye ederim.
3 Şubat Salı 2009 
Hanoi VİETNAM - Luang Prabang LAOS, uçak 
Bugün Ho Chi Minh Amca’nın mozelesini ziyarete gidiyoruz. Bizim Atatürk’ümüz gibi onlar için. Bir tür Anıtkabir. Bahçesi çok güzel. Çok sıra var. Ho Amca’yı mumyalamışlar. Etkileyici. Adeta canlı gibi. Çocukların da yakından görebilmesi için boyu yükseltilmiş ikinci bir platform daha öne yerleştirilmiş. Çok düşünceliler. Ho Amca’nın mozelesinden sonra yaşadığı yerleri ziyaret ettik. Bu uzakdoğu bahçeleri çok zarif. Gezmesi çok keyifli. Ho Amca çok sade bir adammış. Bir masa, bir yatak şeklindeki eşyalar etkileyici. Kalabalık yok. Özellikle bir yazlık evi var. Beni benden aldı. Hayat boyu öyle bir evde yaşayabilirim. Adeta hayallerimin evi.
Ardından da Devrim Müzesi’ni gezdik. Bir tür Etnografya Müzesi ve çok güzel yapmışlar. Ortam çok retro. Tam zamanda yolculuk duygusu veriyor. Bugünkü rotamızda yer alan her yeri de Hanoi ziyaretçilerine şiddetle öneririm.
Otele dönüşte buranın tuktuklarına bindik. Bunlar bisiklet formunda. Tayland ve Kamboçya’dakilerden en önemli farkı da yolcunun ön tarafta olması. Öğlen biz oğlumla gezmeyi, Arkan ve Metin de yerel yemeklerle demlenmeyi tercih etti.
Biz oğlumla gölün kıyısındaki Kırık Kılıç Tapınağı’nı gezdik. Çok sevimli, minicik bir adacık üzerindeki tapınağa yine çok sevimli ve zarif, kırmızı yay şeklinde bir köprüden yürüyerek geçiliyor. Tapınağın yanındaki akasya ağaçlarında Tarzancılık oynayan oğlum etrafı epey eğlendirdi. Çok kişi onun atlayışlarını videoya çekti, fotoğrafladı. Bu minik gezimiz oğlumun çok hoşuna gitti. 
Havaalanına gitme vakti geldi. Her noktada daha da ağırlaşan sırt çantalarımızı taksiye yükleyip 1 saat uzaklıktaki havaalanının yolunu tuttuk. Uzaklığı nedeniyle bu hatta çalışan taksiler ayrı. Sadece havaalanına gidip geliyorlar.
Uçağımız 18:30’da Laos’un Luang Prabang şehrine uçuyor. Yolu yarıladığımızda Arkan ve Metin Saigon’dan aldığımız resim rulolarını otelde unuttuklarını farketti. Seyahatimizin bütçesiyle orantıladığımızda önemli bir para ödediğimiz resimleri almak için Metin taksiyi durdurdu ve karşı şeride geçip otele geri döndü. İşte bize heyecan yaşatan tablolardan, bizim evi süsleyen iki nefis parça.

Ya u
çağı kaçırırsa diye endişelenip onun eşyalarını da bizim üzerimizden check-in’e sokmaya karar verdik. Son dakikada yetişeceği malum olduğu için en azından bagajsız doğrudan ve süratle geçiş yapar diye düşündük. Bu noktada ise bizi esas bekleyen sürprizden habersizdik. Biz belki Metin için bile o yokken check-in yapabiliriz diye pasaportları uzatınca görevli bir pasaportu geri çevirdi. Metin’inkini şimdi check-in’e almayacaklarını düşünürken uzattıkları pasaport Arkan’ınkiydi. 1 Ağustos 2009 tarihinde dolacak pasaport süresi nedeniyle sorun olduğunu söylediler. Lao en az 6 ay istiyormuş. Arkan’ın ise 6 aydan 3 gün azalmıştı. “Nasıl olur? Vietnam bize ayın 7’sine kadar vize verdi. O da 6 aydan 7 gün eksik oluyor. Üstelik Laos’ta sadece 2 gün kalacağız. 7 Şubat’ta Bangkok’tan dönüş biletimiz alındı.” dememize, “Biz bir aileyiz, bizi ayırmayın.” diye sızlanmamıza rağmen “Kural kuraldır” dediler. Yine de çok rica ettik, birilerine sormaya karar verdiler. Yarım saat sonra “Hayır” yanıtı geldi. Ben inanmak istemiyorum. Yeryüzünde o kadar ülke arasında Laos’u seçmişiz, gelmişiz kapısına ve alınmıyoruz. Motomot düşünüyorlar, biraz inisiyatiflerini harekete geçirelim diye bir girişimde daha bulundum. “Bakın otelin parasını ödedik. Luang’tan da başkent Viantiane’ye uçak biletinin parasını ödedik. Luang’ta fil safarisi aldık, parasını ödedik. Biz çalışan insanlarız. Sizin ülkenizi seçip birikimlerimizi size vermişiz. Paramızı da ödemişiz. Şimdi nasıl eşimi, oğlum babasını bırakıp gidelim. Gitmezsek de o kadar para ne olacak?” diye sızlandım. Kadın görevli bir tur daha görüşmeye ikna oldu. Fakat sonuç yine “0”. Bu arada Metin geldi. Artık 5 dakika içinde uçağa binmezsek hiçbirimiz binemeyecek. Arkan paralize olmuş durumda. Sabah bir ara bana aslında Laos’a gitmek istemediğini ben istediğim için gidiyor olduğunu söylemişti. Ben üzüntülü bir şekilde eşime “Allahtan başka bir şey isteseymişsin olacakmış” diye sitem ediyorum. Poyraz da ağlıyor ve “Babamı bırakmak istemiyorum ama fil safarisine gitmeyi de çok istiyorum” diye sızlanıp duruyor. Sonuçta biz yolumuza devam etmeye, Arkan ile 2 gün sonra Bangkok’ta buluşmaya karar verdik. Sonuçta istemediğimiz bir şekilde de olsa eşimin de dilediği oluyor, aslında gitmek istemediği bir yere bunu planlamasa da zaten gidemiyordu.  Tabii ki son dakikaya kaldığımız için tüm eşyaları da uçağa taşımak zorunda kaldık.


Ve böylece Vietnam seyahati hepimiz ve özellikle de eşim için farklı bir anlam kazanmış oldu. Ben, oğlum ve Metin, Laos’un Luang Prabang şehrine gitmek için uçağımıza ilerlerken eşim ise Hanoi’ye geri döndü. Ertesi gün Türk Konsolosluğu’na gidip pasaportunun süresini uzattıktan sonra Bangkok’a uçtu. Kıssadan hisse, şu pasaportun 6 ay süresi olması konusunun gerçekten ciddiye alındığını da görmüş olduk.
Vietnam seyahatimden bir de bundan sonraki tüm seyahatlerde bana eşlik edecek yol arkadaşlarım çıktı. Bunlar üzeri işlemeli çamaşır torbaları. Her biri ayrı güzel. 
Vietnam seyahatimizin kıymetli hatıralarından birisi de aşağıdaki olağanüstü güzel pusula. Kapalı haliyle dekoratif bir obje görünümünde olup asla içinde bir pusula olduğunu tahmin edemezsiniz. Yolumuz hep açık olsun. 

 


No comments:

Post a Comment