Friday 3 April 2020

Kaymaz ESKİŞEHİR - TÜRKİYE 🇹🇷

KAYMAZ’DA BAHAR
Ben Kaymaz’da dünyaya geldim. Türkiye’nin tahıl ambarı tabir edilen bölgede yer alan
bir köy burası.
Babam ve annem bana göre Atatürk’ün “Köylü milletin efendisidir.” sözünü söylerken
kastettiği insanlardan. İkisi de bu köyde yaşayan diğer insanlar gibi çok ama çok önemli
bir iş yapıyor: Üretim. 
Babam, dedem, büyük dedem, annem, anneannem, onun annesi... herkes Kaymaz 
doğumlu. Ben de üniversiteyi kazanıp İstanbul’a gelene kadar yani 17 yıl boyunca 
burada yaşadım.
Eni boyu iki kilometre olan bir alanda ve hepsi bir şekilde hısım-akraba olan 2000 
kişiyle birlikte...
Üniversiteyi kazanıp İstanbul’a geldiğimde ise hayatımda ilk defa süt satın aldım.
Ve daha bunun gibi bir çok şeyi.🙁
Ben; bir köyü, çifti çubuğu olan şanslı bir kesimdenim. Dalım serpilip İstanbul’a 
uzansa da köküm Kaymaz’da. Ve bu o kadar güzel bir duygu ki! Keşke herkesin bir
köyü olsa. Ne mutlu bana! 
Bu benim ilk Kaymaz yazım olmayacak. Dolayısıyla aşağıda köyüme ait tüm 
bilgiler yok. Fasılalarla yeni Kaymaz yazıları eklenecek. Zira orası bir seyahat 
rotası değil benim adresim.
Bu yazıda, oğlum 7 yaşındayken köyüme Nisan ayında yaptığımız seyahatten 
fotoğrafların eşliğinde küçük bir Kaymaz turu var. Mevsimler geçtikçe, oğlum 
büyüdükçe, bayramların, seyranların vesilesiyle paylaşılan daha bir çok anlar ve 
anılar olacak. Geriye dönüp baktıkça oğlumun da hatırlaması, bilmesi için. Bir tür 
tarihe not düşmek, hafızayı korumak babında. 🙏
NEREDE:
Kaymaz, İç Anadolu Bölgesi’nin en göz alıcı şehirlerinden birisi olan Eskişehir’in 
Sivrihisar ilçesine bağlı bir kasaba. Bozkırın ortasında ağaçlık bir yerleşim olduğu 
için kimi zaman ona atıfta bulunurken Yeşil Kaymaz denildiği de olur. 
Eskişehir'e 65 kilometre, bağlı olduğu Sivrihisar ilçesine 36 kilometre, Ankara'ya 170
kilometre uzaklıktadır. 
Wikipedia’da şöyle bir bilgi var:
Kaymaz Beldesi'nin Frig Krallığı dönemindeki ismi "Troknada"dır. Kaymaz Beldesi'nin
Kaymaz isminden önceki adı "Kaytrus"tur.
Bu iki isim için de kaynak belirtilmemiş. Dolayısıyla ben Wiki’nin yalancısıyım. 😊
KÖY MÜ KASABA MI?
Ben doğduğumda ve devamındaki uzun yıllar boyunca Kaymaz, idari açıdan “nahiye” olarak
adlandırılıyordu. Nahiye, belediye ile yönetilen ilçeden küçük yerleşim birimi demek. 
1970 nüfus sayımı verilerine göre Kaymaz 2300 nüfusa sahipmiş. Ben de zaten çocukluğum boyunca
bu rakamı hep yuvarlak hesap 2.000 olarak bilirdim. 😊
Kaymaz, nahiye olması nedeniyle civarındaki köylere kıyasla birçok imkana sahipti.
Örneğin ilkokulun yanısıra ortaokul ve lisemiz mevcuttu. Dolayısıyla bölgedeki birçok köyden bizim
köye okumaya gelen öğrenciler vardı. Bunun haricinde doğal olarak Belediye, Tarım 
Kredi Kooperatifi, Jandarma Karakolu, Sağlık Ocağı, PTT, ilerleyen tarihlerde 
Ziraat Bankası, eczane... 
Günümüzde ise yarıya inen nüfusun ardından “nahiye”lik payesi gitti, büyükşehire bağlı bir
mahalle oldu. Yukarıda saydıklarımdan ise geriye sadece ilkokul, eczane ve kooperatif kaldı.
(Atladıklarım olduysa affola) Nüfus olarak da annemin ifadesiyle “sadece dedeler ve nineler” 🥰 kaldı. 
ULAŞIM
Ben çocukken köyümü Eskişehir’in merkezinden daha çok severdim, çünkü bana göre
köyüm daha güzel ve yeşildi. O tarihlerde şehirde sevdiğim tek yer ise Anadolu
Üniversitesi Kampüsü’ydü. Nedeni ise şehrin en güzel, düzenli ve yeşil yeri olmasıydı. 
Derken 1999 yılından itibaren Eskişehir, tıpkı üniversite kampüsü gibi yeşillenmeye,
güzelleşmeye başladı. Üniversitenin efsane rektörü Yılmaz Büyükerşen o tarihte
Eskişehir Belediye Başkanı oldu ve sihirli elleri bu sefer tüm şehrin üzerindeydi. 
İşte o tarihten itibaren başlayan dönüşüm, bu bozkırın ortasındaki şehri, turizm
kataloglarının baş köşesine yerleştirdi ve peşi sıra ülkenin diğer şehirlerine ilham
kaynağı oldu. 
Dolayısıyla son yıllarda sadece hafta sonu için dahi Eskişehir’e gidenlerin sayısında
astronomik bir artış yaşandı. 
Eğer özel araçla gitmiyorsanız Eskişehir’e gitmenin en keyifli ve süratli yolu şüphesiz
tren yolculuğu 🚂. Şu anda İstanbul-Eskişehir arası YHT ile sadece 2.5 saat. 
Eskişehir merkezine başka bir yazımda ayrıca yer vereceğim. Şimdi Eskişehir’den
nasıl Kaymaz’a gideceğimizi tarifleyeyim. 
Toplu taşıma kullanarak ulaşımın iki yolu var: 
İlki Eskişehir Otogarı’dan genelde sabah 09:00-19:00 arası kalkan ilçe (Sivrihisar)
otobüslerinebinmek. Otobüsler yaz-kış dönemlerinde ilk ve son seferlerinde farklılık
gösterebiliyor. Kaymaz, Eskişehir-Ankara karayolu üzerinde olduğu için aslında
Ankara araçları da Kaymaz’dan geçiyor ama yolcu alıp indirmeleri yasak. İlçe otobüsü
de zaten köye ulaştığında karayolu üzerindeki ceplere yanaşarak yolcu alıp bindiriyor.
Biletler otogardan alınıyor. Bilet fiyatı kişi başı 10-15 TL civarı bir rakamda. Dolayısıyla
koltuk satın alıp oturarak gidiyorsunuz. Kaymaz’dan Eskişehir ya da Sivrihisar’a
gitmek için de yine bu ceplerde ve bu saat aralığındaki seferleri gözeterek beklemek
gerekiyor. Araca yoldan bindiğinizde ise bilet parasını otobüse binince ödüyorsunuz.  
İkinci alternatif ise Eskişehir’de Odunpazarı semtinden kalkan “98 numaralı Kırmızı
belediye otobüsü”. Bu durak Balmumu Müzesi ile OMM-Odunpazarı Modern Müze’nin
neredeyse tam karşısındaki Alaattin Parkı’nın kıyısında. Adı üstünde belediye otobüsü
olduğu için haliyle 65 yaş üstü ücretsiz, diğerleri için tek geçişli Esbilet 2.5 TL.  Bileti
otobüse binmeden önce Eskart bilet satış büfelerinden ya da Eskart logolu çok sayıdaki
bakkaldan alabilirsiniz. Otobüs günde sabah ve akşam olmak üzere sadece iki sefer yapıyor
ve peşinen uyarayım epey kalabalık olabiliyor. 😊 Ayakta gitme olasılığınız var ve yol
yaklaşık 60 km.
Eskişehir’den Kaymaz’a sabah 06:30, akşam seferi ise kış günleri 17:00, yazın ise 18:00’de.
Bu saatler daha çok günübirlik şehre inmek isteyen Kaymazlılar -ki aynı otobüs 1 saat sonra
köye ulaşıp hemen köy yolcularını alıp geri dönüyor- ve Eskişehir’de yaşayıp köyde çalışan
kişiler için iş saatleri gözetilerek düzenlenmiş. Otobüsün Pazar gün seferi yok. 
Otogar-Odunpazarı-Tren Garı arası ulaşım içinse tramvay kullanabilirsiniz.
Tren garına en yakın tramvay durakları ise Espark ya da İnönü Caddesi.
Tramvay için de yine Esbilet kullanılıyor. 
NERELERİ GEZİLİR? 
Eskişehir’in klasik şehir gezisine ilave olarak özellikle Sivrihisar istikametinde gidildiğinde
Midas (Yazılıkaya), Nasrettin Hoca Köyü, Yunus Emre Köyü ve Sivrihisar ilçesi görülmeye
değer noktalar. Kaymaz bunun neresinde dersek tam bu saydıklarımın ortasında. 😊
Sonuçta burası bir köy. Moda tabiriyle cittaslow yani “yavaş yaşam” peşindeyseniz
buyurun bekleriz. 
Bence köyde olmanın en güzel yanı çat kapı konu komşu gezmesi. Özellikle yaz aylarında
herkesin avlularında sebzeler, meyveler coşmuş, çardak altları şenlenmişken orada olmak
çok güzel. Zira etrafta dalından tazecik koparılacak ve cana can katacak o kadar çok şey
vardır ki! 

Ben özellikle harman vakti evveli ve hemen ertesi yani Haziran-Temmuz aylarında
köye gitmeyi en çok seviyor; Van Gogh tabloları gibi uzanan sapsarı tarlalar arasından
geçerek köye ulaşmaya bayılıyorum. Hele, henüz biçilmemiş bir buğday ya da arpa
tarlasının içinde yürüyüp o tahılın kokusunu ve güneşi hissetmek benim için muazzam
bir duygu. 
Bahar ayları ise bereketli bir mahsul ve başakların doluluğu için çok kıymetli zamanlar.
Özellikle de Nisan ayı. 
Kaymaz’da Subaşı adı verilen, köyün az dışında bir mesire alanı var. Kaymaz Barajı’na
yakın. Aşağıdaki fotoğrafta ailecek Subaşı'ndayız.
Oğlum Poyraz küçükken kasabanın tek çocuk bahçesi buradaydı. Dolayısıyla oğlumla
buraya mutlaka gelirdik. Göletin içindeki balıkları, suyun kıyısındaki kocabaş
kurbağaları izlemek çok hoşumuza giderdi. Ve tabii ki bir sürü aksiyonlu oyuncak da
pakete dahil. Hem doğa hem çocuk parkı. Tahtaravalli, salıncak, halka...
Bir çocuk daha ne ister!


Artık hem evimizin karşı tarafındaki eski Ziraat Binası’nın yanında hem de yine dibimizdeki
ilkokulun bahçesinde çocuk parkı olduğu için buna gerek yok. Gerçi oğlum hala her
ziyaretimizde en azından bir kez Subaşı’na gitmekten hoşlanıyor. 
Zamanında oğlumla bu bölgede Frig döneminden bir hazine bulma umuduyla az keşif gezisi
yapmamışızdır. 😊
Çocukken hatırlarım. Her yağmur yağdığında "Aşağı Mahalle"deki bahçelere hep sel gelirdi.
Sonra "Baraj" inşa edildi ve sel artık tarih oldu.Aşağıdaki fotoğraflar Baraj bölgesinden.

NE YENİR NE İÇİLİR?
Kaymaz denince bir kere kuru fasulyemiz meşhurdur. 
Ben taze dolum sucuğunun da hastasıyım. Oğlum özellikle tam bir sucuk
canavarı. Alınmasınlar ama Kayseri ve Afyon sucuklarından daha lezzetlidir
Kaymaz’ın sucuğu. Son yıllarda Sivrihisar ilçesi her sene Sucuk Festivali
düzenliyor. Fakat bu sene festival yapılmayacak zira 2 Şubat 2020 tarihinde
yapılması planlanan festival Ocak ayında Elazığ ve Malatya’da meydana gelen
deprem nedeniyle iptal edildi. Festivalde halka ikram edilecek olan 1 ton sucuk
da ilçede toplanan diğer yardım malzemeleriyle birlikte depremzedelere gönderildi.🙏 
Tandırda pişirilen ekmeğimizin adı ise bazlama. Boyut olarak, marketlerde
gördüklerinizden daha büyük formda yapılır köyümüzde. 
Haşhaş, bu bölgedeki diğer iller gibi Eskişehir için de mutfağın bir parçası. Haşhaşla
yapılan gözlemeleri çocukluğumdan beri çok severim. Bu gözlemeler ayrıca herhangi
bir vefat durumunda da bir tür “helva” muadili olarak pişirilir ve dağıtılır. 
Patatesle yapılan bir börek olan “ sarıburma”, yapımı gerçekten çok zahmetli
olan “su böreği” ( İstanbul’da bu adla satılanları asla kabul etmiyorum, onlara su
değil yağ böreği denilir ancak), haşhaşla yapılan ama gözlemeye kıyasla daha kalın
olan ve çok sade bir adı olan “haşhaşlı”😊 ilk aklıma gelenler. 
Bir de “göbete” geliyor aklıma. Dışı hamur, içi patatesli, kıymalı pilav olan;
börek gibi yuvarlak tepside fırında pişirilen bir Tatar yemeği. Görünümü çok hoştur. 
Malum Eskişehir’de Tatar çok. Bizim köyümüz Tatar köyü değil ama Kırım’la
bağımız olduğu söylenir. Tatar ve Eskişehir denince ilk akla gelen çibörek Kaymaz’da
o kadar popüler olmasa da ona benzer ve “kabartma” adı verilen hamur işini ben çibörekten
daha çok severim. 
Yemekler içinde belki de en ilginci “Arabaşı”. Aslında bu yemekten ziyade bir tür misafir
ikramı. Bir tür çay partisinin tavuk sulu versiyonu gibi düşünün😊 Ana. Ana malzemesi
ise tavuk suyuyla içilen jöle hamur. Siniye dökülen hamur katılaşınca baklava formunda
kesilerek, tam ortasında bir alan açılır. Kesilen hamurlar diğer hamurların üzerine
dekoratif bir formda yerleştirilir. Ortadaki boşluğa ise tavuk suyunun olduğu tas yerleştirilir.
Tavuk suyuna limon ve pul biber eklenir. Önce hamurdan bir parça kaşığa alınır ve ardından
bu ortak tavuk suyu tasına daldırılır. Böylece hamur, tavuk suyu yardımıyla yutulur.
Yani yenilmez, yutulur. Bilmeyenler için tuhaf, bilenler içinse büyük keyif.
( Fotoğraf kızkardeşim Mevhan'a ait.)  
KÖYDE PASKALYA ZAMANI 😊
Oğlum Poyraz ile Kaymaz’a ilk ziyaretimiz 2002 yalında yani  o doğduktan iki ay
sonra bebek mevlidi 👶 🧿 içindi. Ondan sonra da biri mutlaka bayram dönemi olmak
üzere Kaymaz’a her yıl mutlaka bir kaç kez gidiyoruz. Ben köyümün her mevsim
hallerini ayrı ayrı sevdiğim için mümkünse ziyaretlerimi her mevsime denk gelecek
şekilde ayarlamaya çalışıyorum. 
Burada fotoğraflarını paylaşacağım seyahatimiz 2009 Nisan’ına ait. Oğlum o sene
ilkokula başladı. Gittiği okulda çok farklı milletten öğrenci vardı. Daha doğrusu anne
babalardan biri Türk diğeri ise Kolombiya’dan İsveç’e, İspanya’dan Güney Afrika’ya
72 millettendi. O nedenle de bu okulda
sömestir haricinde üç kısa ara tatil daha vardı. Biri Kasım ayında Halloween zamanı,
diğeri Aralık ayında Noel, sonuncusu ise Nisan ayında Paskalya. 

Bu tür bir tatil düzeni bizim gibi gezmeye meraklı bir aile için “körün aradığı bir göz...”
şeklindeydi.
Zira malum okula giden çocuk olunca her türlü gezi tozu işini hem kendi işimiz hem
de okul takvimineuydurmak durumundaydık. Dini ve resmî bayramlarda herkes tatilde
olduğu için hem her şey daha pahalı hem de her yer zebil gibi kalabalık. Oysa bu tatillerde
( bu sene ilk kez bu tür bir tatil düzeni tüm okullarda uygulanmaya başladı.) sadece bizim
gibi az sayıda okul tatil yapınca bizim de daha sakin bir zamanda yurt içi -yurt dışı tatil
yapma olacağımız oldu. 
Paskalya kutlamalarının sembollerinden birisi Paskalya tavşanı ise diğeri de üzeri boyanan
yumurtalardır. Biz de taze taze yumurta yiyeceğimiz bir yere gitmeye yani Paskalya’yı
Kaymaz’da kutlamaya karar verdik. 😊
Oğlum, o daha 1 yaşına bile basmamışken yurtiçi-yurtdışı dolaşmaya başladığımız
için yol hallerine müthiş alışık ve uyumlu yetişti. Kimi zaman anne, baba, çocuk kimi
zamansa sadece ikimiz yola çıkıp Kaymaz’a geldiğimiz çok oldu. O dönem henüz şu
anki çok şeritli ekspres yol yapılmamış olduğu için İstanbul-Kaymaz arası yolculuğumuz
özel araçla dahi 7-8 saat sürerdi. Buna yemek molası ve mutlaka bir çay molası dahildi.
Ve tabii ki durakladığımız yerlerde mutlaka oyun parkı olurdu. 
Oğlum özellikle tren yolculuklarını çok sever ve trenle gidelim diye ısrar eder. ( Hala öyle.)
Trenle gitmediğimiz zamanlarda ise ikimizin de aşık olduğu🥰 Nissan Micra arabamızla
yolculuğu çok severdi.
Ne anılarımız var bizim bu arabada. Bir gün ufak bir hasar nedeniyle araç onarıma gitmişti de
birkaç günlüğüne başka bir araç kullanmıştım. Onarım bitirip aracı aldığımda Poyraz Micra’nın
kaputuna sarılıp “Seni özledim minik” demişti. 💕

Poyraz o yaştaki tüm erkek çocukları gibi mekanik araçlara ilgi duyardı. Haliyle
dedesinin traktörünü gördüğünde de hep gözleri parlardı. Hele de dedesiyle birlikte
birkaç tur atıp, tarlaya ya da çarşıya gittiğinde ağzı kulaklarına varırdı.

Köyde yaşayan herkes mutlaka toprağa kuru dalı bile soksa yeşertmeye bilir.  Yine de
annemin bu konuda ekstra hüneri olduğunu söylemeliyim. Zaten hep söyler “çiçek ve
çocuk benim ömrümü uzatıyor” diye. 
Uzun yıllar boyunca evimizde ahır (ki biz ona “dam” deriz) ve inekler olması
nedeniyle geniş avlumuz pek fazla yeşillik alanı olamadı. Buna rağmen annem bulduğu
her korunaklı alanda bir şey yetiştirip etrafı donatmayı bildi.
Bi vakit gelip ineklere veda edip geride sadece kümes kalınca ise yılların hasretiyle boş
kalan her yeri yeşile kavuşurdu. Bu fotoğraflar henüz bu geçiş döneminde. Annem henüz
buraları Amazon’a dönüştürme arifesinde çekildi. 😊
Köy yerinde her yerde hayvan olmasına rağmen evcil hayvan kavramı olmadığı için
hep bir evcil hayvanınız olsun istemiştik. Sonunda annemi de ikna edip kızkardeşimle
birlikte avluya gidip gelen kedilerden birini beslemeye başladık. İlk kedinin adını
Kemalettin Tuğcu romanlarından esinlenerek Mestan koymuştum. Sonrasında ise
kedilerimize daha asortik isimler koyduk. Ciciş ya da kuki gibi. (İngilizce cookie yani
kurabiye) Zamanla ömrü dolup, kediler cennetine gidenlerin ardından yeni gelenler bu
isimleri devraldı: 2. Kuki, 4. Ciciş oldu. ( 2. Ramses ya da 4. Murat gibi😊) Tabii ki
dilimizde sadece Ciciş ya da Kuki. 

Her dönem yeni icatları ve lafları da beraberinde getiriyor. Örnek “Serbest gezen
tavuk”. Bu benim için zaten “Nefes alan insan” demekle aynı şey. Zaten böyle değil
midir şeklinde. Serbest gezen tavuklarımızın kıymetini bilelim.

Malum bu yıla kadar okullar Nisan ayında 1 hafta ara tatili yapmıyordu.(Gerçi Korona
nedeniyle kısmet de olmadı ya) Bu nedenle biz Paskalya tatilinde köydeyken, köy okulu
eğitim öğretime devam ediyordu. Yaklaşan 23 Nisan için yaptıkları provalara denk geldik.

Artık öğrencisizlikten Lise kapanmış, sadece ilkokul kalmış. Onun öğrencisinin çoğu
da yine civar köylerden. Bizim zamanımızda öğrencilerin büyük çoğunluğu bizim
köyümüzdendi. Öğle zamanı herkes evine gider, yemeğini yer ve geri dönerdi. Şimdi
öğrencilerin çoğu köyün dışından olunca öğle yemeği pişmeye başlamış okulda. Ne çok
şey değişmiş...
Çok şükür değişmeyen şeylerin sayısı daha fazla. Oğlum köyü hep çok sevdi. Anneanne ve dedesini görmenin sevinci, yediklerinin içtiklerinin lezzeti zaten işin başı. Bunun haricinde en çok söylediği söz ise "Orada çok güzel uyku uyuyorum anne." zira bir tatlı huzur mekanı orası...
Ayrıca özgürlük keşif alan burası. Daha küçükken geldiğimiz bir vakit yolda kendi başına dolaşan küçük çocukları gördüğünde ilk tepkisi "Anne burası beni üzdü." demek olmuştu. Şaşırarak sorduğumda ise "Çok sokak çocuğu var burada." demişti.😏 İstanbul'da, yolda ve trafikte gördüğü dilencilik ya da satış yapmaya zorlanan çocuklardan zannetmişti onları. İşin aslını anlattığımda ise çok mutlu oldu. Yani ne trafik ne de yolda kötü niyetli biriyle karşılaşma riski olmaması...
Söyleyecek daha çok şey var. Başka mevsimlere. vakitlere kalsın onlarda. Sağlıcakla!





No comments:

Post a Comment