Thursday 7 May 2020

LETONYA 🇱🇻 2010

Yazmak ne kadar kıymetli! Seyahat günlüklerim sayesinde bunu her hafta yeni bir ülke ya da şehir  paylaştığımda bir kez daha anlıyorum. 
Mesela bu seyahat. 2010 yılı Temmuz ayında gitmiştik. 
4 ülkeden oluşan bir rotaydı. Letonya ile başlayan, Litvanya ve Estonya ile devam edip Baltık üçlüsünü tamamlayan, finali ile önce St Petersburg ve ardından Moskova ile Rusya’da tamamlayan inci gibi dizdiğim bir akış. 
Gelin görün ki günlük notlarım ortada yok. 2013 yılına kadar tüm seyahat notlarımı, bildiğiniz kalem kağıtla seyahat günlüğüme not alıyordum, zira ipad’im henüz yoktu. Mini boy bir ipad’e kavuştuktan sonra ise tüm eski günlüklerimi oraya geçirdim. Her seyahatime de bir numara verdim; fakat yok, Baltık seyahati ortada yok. Bir önce ve bir sonraki var. Arada da bir rakam atlıyor. Daha o vakitler mi günlük kayıptı da yazamadım, yoksa kaydettim ama bir şekilde yanlışlıkla kaydı mı sildim, hatırlamıyorum. Günlüğün kendisini de bulamadım. Daha eski ve yeni günlüklerim duruyor, bir o eksik. Haliyle her seyahati tüm detayıyla yazınca bir kaç seyahatte bir defter bitiriyor ve yenisine geçiyordum. Eşim sağolsun, bana her sene yeni bir seyahat günlüğü hediye ederdi. 
Sağlık olsun diyelim. 
#evdekal döneminde hepimiz gibi ben de sandık sepet ne varsa şöyle bir elden geçirdim. Yok. Karşıma bu defter çıkmadı. Biliyorum, evde bir yerlerde ve Murphy Kanunu gereği ben bu seriyi tamamladıktan sonra bir şekilde karşıma çıkacak. O zaman geriye döner ve günlük notlarını buraya eklerim. 
Şimdilik sadece ülkeyi kısaca tanıtıp, aklımda kaldığı kadarıyla ve fotoğrafların da yardımıyla kısa bir Letonya Turu yaptırmak istiyorum. 
21-31 Temmuz arasına ve 4 ülkeye yayılan seyahatimizde 1200 civarı fotoğraf çekmişiz. Basit hesapla her ülkeye 300 fotoğraf düşüyor. Oldukça zorlanarak 40 kadar fotoğraf seçtim. Ortada günlük notları da olmayınca o kadar fotoğrafı ne yapacağım Allah bilir.😊 Bu nedenle o anda okuduğunuz konudan bağımsız fotoğraflar da yer yer karşınıza çıkabilir, peşinen uyarayım. 
O yüzden diğer yazılarımın aksine az yazı bol fotoğraflı bir seyahat sizi bekliyor. Gerçi belli olmaz, fotoğraflara baktıkça hatıralarım mayasını alıp kabardıkça kabarabilir de.
NEREDE:
Letonya, Baltık ülkeleri olarak bilinen 3 ülkeden biri. Zaten Kuzey komşusu olan Estonya ile Güney komşusu Litvanya bu üçlemenin diğer üyeleri. Doğuda ise Belarus ve Rusya ile sınırı olan ülkenin batısında, o bölge ülkelerine adını Beren Baltık Denizi var. Letonya’nın deniz üzerinden de İsveç ile sınırı var. Hani şu hukuki deniz kara kıta sahanlığı meselesi nedeniyle. 
Letonya ülkemizle kıyaslandığında oldukça küçük bir ülke. Alan olarak bizim %10’umuzdan bile daha küçük. Nüfusu ise sadece 2 milyon. 
BAŞKENT: Riga 
KISA TARİHÇE:
Letonlar çok geçmişte Leh, İsveç ve en son Rus egemenliğinde yaşamış. 1918’de kazandığı bağımsızlık 1940 yılında tekrar Ruslar tarafından ortadan kaldırılır, ta ki 1991 yılına kadar. Demir Perde’nin yılılması ile birlikte de hızla Batı dünyası ve AB tarafından kucaklanmaya başlar. 
YÖNETİM ŞEKLİ: Cumhuriyet
DİL: Letonca. Ülkenin aldı İngilizcede Latvia olarak geçiyor. 
DİN: Nüfusun yarıdan çoğu Hıristiyan. 
VİZE: Letonya 2004 yılında AB üyesi oldu. Hal böyle olunca da Shengen vizesi gerekiyor.
PARA: AB kapsamında ortak para birimi Euroyu kabul edip kullanan bir ülke.
Letonya bayrağı renk olaeak Türk bayrağı ile aynı, kırmızı ve beyaz renklere sahip. Form olaraksa Dünyanın en yaygın bayrak formatı olan yatay çizgilere sahip. 
SEYAHAT GÜNLÜĞÜ 
Ortada her ne kadar günlük olmasa da geleneği bozmayalım. Umarım sesimi duyup gizlendiği yerden çıkar sevgili günlük. 
Haritaya bakınca neden Litvanya değil de Letonya’dan seyahate başladığımızı merak edebilirsiniz. Zira bu şekilde mehter marşı gibi bir rota ortaya çıkıyor. Nedeni çok basit: Vize için. 
Aklın yolu bir diyerek en başta Litvanya’dan başlayan, Letonya, Estonya, Rusya şeklinde giden bir program hazırladım. İş vize almaya gelince, evimizden sadece 200 metre ötede olan Letonya Konsolosluğu’na gittim. Garip ama gerçek. Letonya Konsolosluğu Küçükyalı’da, Marmaray tren yolunun hemen yanındaki bir apartmanın giriş katında yer alıyor. Evrakları sunduğumda komşu momşu demediler ve “Bu durumda Shengen başvurunuzu ilk giriş yaptığınız ülke olan Litvanya Konsolosluğu’na yapmalısınız.” dediler. Ben de eve gittim ve tüm programı Letonya’dan başlayacak şekilde revize edip vizemizi aldım. 😊
Rotayı bu şekilde kurguladığımız için hiç de eziyet çekmedik. Aksine bu sayede geliş ve gidişleri farklı rotalardan yaparak gerek Letonya gerekse de Litvanya da belki ilk programı yapmış olsaydık görebileceğimizden daha geniş bir alanı kapsama altına almış olduk. Her işte bir hayır vardır diye buna derler. 
İlk gitgeli saymazsam hayatımın en kolay ve ekonomik Shengen’i oldu böylece. 
21 Temmuz’da yola çıktık. Ben, eşim ve oğlum. Poyraz o sene ilkokul 2. sınıfı bitirdi. ( Okuluyla birlikte yaptığı İngiltere gezisini iki hafta önce paylaşmıştım. ) 
Kabaca programı özetleyecek olursam:
🇱🇻 Letonya-Riga, 21-22-23 Temmuz 
🇱🇹 Litvanya-Vilnius, Curonian Spit ve Trakai, 23-24-25 Temmuz 
🇱🇻 Letonya (Litvanya dönüşü) 25-26 Temmuz 
🇪🇪 Estonya, Tallinn, 26-27-28 Temmuz 
🇷🇺 Rusya, St Petersburg ve Moskova, 28 Temmuz.- 1Ağustos
İstanbul-Riga uçuşumuz Atatürk Havalimanı’ndandı. Oradaki HSBC Lounge bizim en sevdiğimiz seyahat öncesi durağımızdı. O seyahatte de istisna olmadı. Oğlumun lounge içinde çekilmiş bu fotoğrafı o andan ve daha yolun başındayken seyahatten ne kadar keyif aldığının resmidir. 😊
Havaalanından şehir merkezine toplu taşıma kullanarak müthiş ucuz bir fiyata gelip hem sağladığımızdan ekonomi hem de keşfimiz için gurur duyduğumu hatırlıyorum. Malum o yıllarda şimdiki gibi bir dünya blog yok, instagram yo, YouTube videoları yok. Fakat Lonely Planet kitapları var. Biz de tam rotamıza uygun bir kitap aldık.
Otelimiz sevimliydi. Geniş camları, kırmızı kadife perdeli olan bir odamız vardı. Vaktimizin çoğunu sokaklarda geçirecek olsak da bol güneş alan otel odalarını seviyorum. 
Başkent Riga, bir çok Avrupa başkent gibi içinden nehir geçen bir şehir. Daugava Nehri sayesinde şehrin Feng Shui’si dengeleniyor. 😊
Riga’nın olmazsa olmaz gezi yerlerini tavaf ediyoruz. İlk adres doğal olarak Old City yani Eski Şehir. İstanbul için Sultan Ahmet ne ise burası da öyle. 
Old City meydanında ne kadar önemli yapı varsa burada. Riga katedrali, St Peter Kilisesi, pasta süslemesi gibi güzel ama adı tuhaf olan Kara Kafalılar Binası bunların en başta gelenleri. 
Sokaklar çok güzel. Bazen haritaya bakarak bazen de gözümüz neye takılırsa oraya doğru ilerliyoruz. Her yer göz alıcı. 

Sokaklarda sık sık heykellerle karşılaşıyoruz. Bunlar çok sevimli, sıcakkanlı heykeller. Poyraz dayanamayıp hepsine tırmanıyor, sarılıyor.
Heykeller sadece yerde değil, binaların tepesinde de var. Kedi Evi bunlarınkiyle en ünlüsü.


Riga seyahatinde görmek istediğim yerlerden birisi de Art Nouveau denilen bir mimari akımla yapılmış evlerin olduğu sokağı gezmekti. İsmi Alberta Jela. Bu mimari akımın bilebileceğiniz en ünlü temsilcisi Gaudi. İspanya’ya, Barcelona’ya gitmiş olanlar özellikle bu ismi çok iyi bilir.
Old City ve Alberta Jela haricinde, gezi rotamızın olmazsa olmaz 3. noktası ise Central Market yani Merkez Pazarı. Hangar görünümlü tarihi binası içinde pazar alanı, mimarisi benzemese de etrafındaki hareketliliği gözetirsek bizdeki Mısır Çarşısı’nda hatırlattı bana. 



Etrafta bizdeki gibi sokak çiçekçiler var.
Mahmutpaşa’yı andıran giysi satıcılarını görünce daha yakın hissettim Letonları bize. Sonuçta adamlar onca yıl Demir Perde altında, komünist bir rejimde yaşamışlar. AB üyesi olsalar da hemen bir Milano, Paris havasına dalamıyorlar. Para kıymetli ve tüketim daha yavaş yavaş tırmanıyor.

Hele bir de güpür kenarlı masa örtüleri, kumaşlar görmek iyice şaşırtıcı oldu.


Sokaklarda bizdeki seyyar meyve satıcıları gibi Letonlar var. Böğürtlenler, mevsim meyveler satıyorlar. 
Riga’da ilk dikkatimi çok sayıdaki parklar çekti. Ondan da daha ilgi çekici olan ise hepsinin girişinde kafe gibi büfe arabasının bulunması. Kahve ve atıştırmalık yiyecek, tatlı alabileceğiniz bu büfeler öyle güzel hazırlanmış ki! Adeta şık bir kafe havasındalar. Açıkçası benim gibi bir çay ve kahve tutkunu için harika bir sürpriz oldu. 


Riga zaten çok büyük bir şehir değil. Sık sık karşınıza çıkan parklar ve bu şirin büfeler sayesinde tatlı molalarla kenti huzur içinde gezebiliyorsunuz. Yorucu olmasa da Temmuz ayı olduğu için sıcaktan kaçmak ve biraz soluklanmak istiyor insan. 
Binalar bir yana ben bu parklara ve yanı başındaki büfelere bayıldım. 
Hele bunlatın birinde şişme oyuncaklar vardı ve Poyraz çığlık çığlığa turladı durdu.

Kenarda satranç oynayan ihtiyarlar görmek insana yaşam sevinci veriyor.
Oturduğumuz yerden etrafı gözlemliyoruz. Leton insanının yüz hatlarını tanımaya ve ayırt etmeye çalışıyoruz. 


Sokaklar müzik dolu. Arada bir rastladığımız sokak müzisyenleri sayesinde sanki kulaklarımızda en sevdiğimiz playlist’le şehri geziyormuş duygusundayız. Şehri dolduran bu müzik, parkların ardından Riga ile ilgili aklımda en çok kalan güzelliklerden birisi. 
Etrafın steril görüntüsü arasında bir kişi görüyoruz. Belli ki sokakta yaşıyor ya da en azından öyle bir görüntüsü var. Buna rağmen içimize acımadan daha çok sıcaklık yayılıyor zira yanında ona yarenlik ve can yoldaşlık eden bir köpeği var. 
Eski Şehir meydanında yılbaşı ağacı gibi bir yerleştirme yapılmış ve üzeri de çiçeklerle bezenmiş. Çok güzel bir görüntüsü var. Sanki bir Disney filmine düşmüş gibi hissettiriyor insanı.


22 Temmuz Doğum günüm ve yeni yaşımı Riga’da kutluyoruz. 41 🧿
Sokaklarda öyle güzel bir ışık var ki! Aşırı kalabalık yok. Letonya ve Riga henüz turist akımına uğramamış bir destinasyon. Burada olmaktan mutluyum. Hem güzel, hem huzurlu. 


Şehir manzarasını görmek için çatısına çıkılan bir bina var. Öyle heybetli ki! İnsanda Batman, Gotham City duygusu yaratan ürkütücü bir zarafeti var.

  



Bu bina için yürüdüğümüz sokakta TRT’nin siyah beyaz ve ilk renkli yıllarından zihnimize nakşedilmiş görseli görmek Arkan ve bende heyecan dalgası uyandırdı. Hemen önünde fotoğraf çektirip Poyraz’a da onun bizim için ne anlama geldiğini anlattık.
23 Temmuz’da eşyalarımızı toplayıp Avis ofisinin yolunu tuttuk. Kiraladığımız araçla Litvanya’ya geçeceğiz.  (Litvanya notları haftaya) Aracı Baltıklardaki son ülkemiz olan Estonya’nın başkenti Talin’de teslim edeceğiz. Farklı ofise bırakacağımız için ekstra bir ücret ödeyeceğiz ama çok yüksek değil. 


25 Temmuz akşamı Litvanya’dan bu sefer 3. ülkemiz olan Estonya için kuzeye doğru ilerlemeye başladık. Haliyle önce arada tekrar Letonya’ya girip çıkacağız. 
Akşam saatlerinde Letonya’nın Kuzey bölgesinde göl kenarındaki bir motelde günü noktaladık. O kadar güzel bir yerdi ki mutlaka burada kalmalıyız dedik. 


Motelin mimarisi adeta bir tropik adadaymışız duygusu veriyor bize. Yanındaki gölün manzarası müthiş huzur verici.

Odamızın ahşap dokusu ve her şeyin doğa ile uyumu mükemmel. Letonya’daki ilk günlerimiz Başkent’te yani şehir içindeydi. Şimdi böyle doğanın kucağında bir yerle Letonya’ya veda edecek olmak harika. 
Gece sanki gördüğümüz güzellik yetmezmiş gibi bir de dolunay. Gölün üzerinde gümüş pırıltılar ve odamızdan görünen manzara düş gibi.
Gece dolunaydan sonra sabah güneşi odamızı dolduruyor. Bu kadar dama taşı gibi dizdiğim bir program olmasa en azından 1 günü huşu içinde burada geçirmeye devam ederdik. Yine de huzuru ne kadaryaşarşan yanına kardır.

Kahvaltının mutlulukla ilişkisi vardır derler. Hele de benim gibi en sevdiği öğün kahvaltı olan ve bıraksalar yılın 365 günü, 3 öğün kahvaltı etmeye hazır birisi için. Bu huzur tapınağının insanda detoks etkisi yaratan kahvaltısı ile güne torpilli başladık. 
Letonya, aynı seyahatte iki kez giriş çıkış yaptığımız ilginç bir rota oldu bizim için. Giderken hedefim sadece yeni bir yer görmekti. Sonuçta benim Dünyaya merakım var. Her yeri görmek isterim. Her yeri oğluma göstermek isterim. Eski Demir Perde ülkelerine ise özel ilgim var. Beklediğimden çok daha renkli, sıcak, huzurlu bir ülke gördüm. Üstüne bir de doğum günümü kutlayarak zihnimdeki yerini daha da kıymetlendirdim. 
Yanımızda gelen bu sevimli magneti her gördüğümde o güzel günler çağrışıyor. 
Aradan geçen 10 yılın ardından ne kadar değişmiş olabilir acaba diye düşünüyorum. Sonuçta 2 milyon insan yaşıyor. Pek de fazla değişmemiştir. 

Bir sonraki yazıda Litvanya’da görüşmek üzere. 



No comments:

Post a Comment