Thursday 21 November 2019

FRANSA-LILLE 🇫🇷 2005


Fransa denince akla ilk Paris, Paris denince de Eyfel gelir. Peki ya Lille bunun neresinde? 

Çok sevgili arkadaşlarımız Alp, Elif ve oğulları Deniz orada yaşamıyor olsa herhalde Lille'e gitmeyi pek de pek aklımıza getirmezdik. 

İnsanın normalde listesinde olmayan bir yere gitmesinin ayrı bir güzelliği var. Muhtemelen o vakte kadar farkında olmadığınız için dikkatinizi de vermediğiniz ve dolayısıyla da sizi manipüle edecek ya da beklentiye sokacak hiçbir bilgi ile beyninizin yıkanmadığı bir yere gidiyorsunuz. Ne görürseniz ne yaşarsanız yanınıza kar kalacak bir deneyim. 

Fransa'ya bu seyahat öncesinde 3 kez gitmiştim. Üçünde de adres Paris'ti. İlk ikisinde arkadaşlarım üçüncüsünde ise eşimle gittim. Bu sefer adresimiz Dünyanın en popüler, en klişe, en romantik 

destinasyonunun aksine, pek çok kişinin belki bugüne kadar adını bile duymadığı Lille. Nereden çıktı şimdi bu Lille? 

Toyota'dan arkadaşım Alp, işi gereği Toyota Avrupa'da çalışmaya başlayınca en yakın yerleşim yeri olarak Lille'e yerleşti. Biz de onları ziyaret edeceğimiz seyahati, başına Çekya'nın başkenti Prag sonuna Belçika'dan Oostende'yi dahil ettiğimiz, 9 günlük, normalde akla gelmeyecek bir rotanın 

merkezine yerleştiriverdik. 

Lille, Belçika'nın başkenti Brüksel'e kendi başkenti Paris'ten daha yakın. Dolayısıyla Lille'e ulaşım için baz istasyonumuz Brüksel oldu. Seyahatin İstanbul-Prag aşamasını geçen hafta Cuma, Çekya 

notlarında paylaşmıştım. Şimdi seyahatin ikinci ayağındayız. 

Oğlumun 3. yaş gününü arkadaşlarımızla kutlamamıza vesile olan Lille seyahatimize geçmeden önce...
Kısa bir FRANSA brifingi :









Başkent: Paris

Nerede: Avrupa kıtasının güney batı bölgesinde yer alan, kuzey ve batı kıyılarında Atlas Okyanusu güneyinde Akdeniz’e kucak açan bir ülke. 

5 kara sınırını, güneyinden İspanya; kuzey ve doğu cenahından ise Belçika, Lüksemburg, İsviçre ve İtalya ile paylaşıyor. 

Fransa, Türkiye’nin yaklaşık %70’i kadar bir yüzölçümüne sahip. Nüfusu ise 70 milyona dayanmış durumda. 

Dil, Din : 

Dünyanın en fonetik ve en romantik dili olarak bilinen Fransızcanın vatanı olan ülke, laik bir yapıya sahip olup nüfus ağırlıklı olarak Katolik Hıristiyan. 

Yönetim Biçimi: 

Fransa deyip de zihinlerde Fransız Devrimi, eşitlik-özgürlük-kardeşlik kelimelerinin çağrışmamasına 

mümkün mü! Ve tabii ki cumhuriyet. Ülkede yarı Başkanlık esasına dayanan bir Cumhuriyet rejimi hüküm sürüyor.

Para: Euro

Vize: Shengen

Ekonomi: Dünyanın en gelişmiş ve refah sahibi ülkeleri arasında ilk sıralarda yer alan Fransa, hem sanayisi hem de tarımı ile güçlü bir ülke. Aynı zamanda Dünyada ABD ve İspanya’nın ardından en yüksek turizm gelirine sahip ülkesi. 

Yeme -İçme:

Dünyanın en önemli mutfakları kulübünün daimi üyesi olan Fransız mutfağını iki satırda özetlemek zor. 

Fransız mutfağı hakkında hiçbir şey bilmeyen bile şu 4 şeyi mutlaka duymuştur: Fransız şarabı, peyniri, kruvasan ve makaron.

Fransız mutfağı aparatifi, ana yemeği, tatlısı, salatası,peyniri ile adeta bölünmez bir bütün. Şarap ise bu sıradaki yemeklerin her biri için farklılaşan türlerde sofrada yerini alıyor. Aparatif denince herhalde kulağımıza en aşina olanı, aşçı olmak isteyen bir farenin maceralarını anlatan filme adını veren; sebzelerle yapılan Ratatouille.

Çorba denince ilk aklıma gelen ise soğan çorbası.

Boeuf Bourguignon, etin kırmızı şarap ve et suyu ile pişirildiği ünlü yemeklerin başında geliyor. 

Ördek bacağı confit de canard ve bilumum salyangoz, kurbağa bacağı, deniz ürünleri... et ve türevleri olarak arz-ı endam ediyor.

Salata menülerinden aşina olduğumuz haşlanmış yumurta ve balık içeren nisuaz salatası da Fransız Mutfağı çıkışlı. 

Tatlı deyince elmalı tart Tarte Tatin’i bir elmalı tart aşığı olarak hemen listenin başına yerleştirebilirim. 

Ulaşım: 

Sayısız seçenek arasında şimdilik sadece THY’nin Paris, Lyon, Nice, Marseille, Toulouse şehirlerine direkt uçuşlarını olduğunu belirtmekle yetineceğim. 

Konaklama: 

Fransa, yeme içme ve konaklama açısından pahalı bir ülke. Özellikle Paris ve yaz aylarında denize kıyı bölgeler uzaysal rakamlara ulaşıyor. Bu nedenle hostes ve ev konaklamasını tercih edin derim. 

Nesi meşhur?

İşte yaz yaz bitmeyecek konulardan birisi daha. 

Fragman tadında birkaç isim vermek gerekirse: 

* Paris, Eyfel Kulesi, şarap

* Kozmetik markaları ve ünlü modaevleri (Louis Vuitton, Chanel, Hermes, L’oreal, Lancome, Garnier, 

Dior, Decathlon, Givenchy, Sephora, La Roche Posey, Claris, Vichy, L’occitane) 

* Mücevher ve saat markası olan Cartier, 

* Otomotivde Renault, Peugeot, Citroen ve lastik markası Michelin, 

* Finans ve sigortada BNP Paribas, Axa, 

* Enerji sektöründe Total, 

* Turizmde Air France, 

* Gıda sektöründe Carrefour, Evian, Carte D’or

* Mutfak ürünlerinde Tefal

Haliyle Fransa gibi kültürü ve tarihiyle engin bir ülke söz konusu olunca kısa denen bilgi bile pek kısa olamıyor. 

Bundan sonrasında günlük notlarıma emanetsiniz. Yol bizi bekler! 

SEYAHAT GÜNLÜĞÜ

29 Ağustos 2005 Pazartesi 

Sabah Prag'da güne başlamıştık. Şimdi öğlen oldu; saat 13:30 ve Belçika'nın başkenti Brüksel’deyiz.

Akşam yemeğini ise Fransa'nın kuzeyindeki Lille şehrinde arkadaşlarımızla birlikte yiyeceğiz. 

3 öğün, 3 ülke, 3 şehir. İnsan kuş misali.

Havaalanından bindiğimiz tren yarım saat sonra Brüksel Midi’ye geldi. Trenin tuvaletleri kapalı olduğu için kullanamamıştık. Hal böyle olunca, iner inmez platformda acilen Poyraz için tuvalet arayışına girdik ki bu da ucu ucuna yakalama şansımız olan 15:17’deki Lille trenini kaçırmamıza neden 

oldu. Saat 17:00’deki Eurostar’ı beklerken biz de Quick isimli bir restoranda yemek yedik.  

Seçtiğimiz menünün hediyesi bir vatoz. Poyraz oldum olası hayvanları, özellikle deniz canlılarını ve onların içinde de vatozları çok seviyor. Kalan vakti değerlendirmek için etrafı dolaşırken bir de eşek şeklinde bir magnet aldık. 

Eurostar, Paris’ten yola çıkıp Londra’ya giden bir hızlı tren ve bizi Fransa’nın kuzeyinde neredeyse Belçika sınırındaki Lille kentine götürecek. İneceğimiz durağın adı Lille Europe. Poyraz yolda uyudu. 

Arkadaşımız Elif, Alp ve oğulları Deniz ile birlikte Lille’de yaşıyor. Tren istasyonda durduğunda Poyraz hemen uyandı ve “Deniz, Deniz!” diye var gücüyle, coşku içinde çığlık atarak arkadaşına sarıldı. Bir taraftan da “Ben sana oyuncaklarımı göstereyim. Vatos, yunus, eşek...” diye heyecanla ganimetlerini sıralamaya başladı.  

Lille'deki evimize ulaşır ulaşmaz çocuklar hemen oyuna daldı. Poyraz cennete düşmüş gibi; Deniz’in odasında onda olmayan bir dolu oyuncak var. 

Nefis bir akşam yemeği yedik. Ardından Poyraz’ı uyuturken ben de uyuyakalmışım. 

Burası Prag'a kıyasla daha serince. Sonuçta daha kuzeydeyiz. 

30 Ağustos 2005 Salı
Hayatımın en anlamlı gününün 3. yıldönümü.
Kahvaltının ardından müzeye gittik ama Salı günleri kapalıymış.
Bunun üzerine Lille’in merkezini gezmeye karar verdik.
Sanat Müzesi -ki cephesi Sanat Tarihi derslerinde okutulurmuş- önünden yürüyerek belediye binası, opera, eski borsa binası derken mağazalar, kafeler... Elif'in güzel rehberliği eşliğinde kısa bir süre içinde şehir merkezine hakim olacak kadar etrafı keşfettik.


Ve Paul Kafe’de turumuza kısa bir mola verdik; kendimiz için tart ve çay, Poyraz için meyve suyu sipariş ettik. Oğlum da benim gibi böğürtlen ailesininin tüm fertlerini seviyor. Dolayısıyla tartların hepsinin çileklerini Poyraz yedi. Kafede yan masada oturan bir kadın Poyraz için  Arkan’a İngilizce “He is a beatiful boy!” yani “Çok güzel bir çocuk!“ dedi. Sonra da beni işaret edip ve o esnada bana 

bakarak “from a beatiful woman!” yani “Güzel bir kadından!” diye gülümsedi. Acaba bu teyzeyi Fransa Turizm Bakanlığı mı tuttu? Görevi ise sokakta gördüğü her turiste iltifat etmek olabilir mi😊 

Allah razı olsun senden teyzeciğim. Anneliğimin 3. yılını kutladığım böyle bir günde daha güzel bir iltifat düşünemiyorum. Çok coşkulandım sayende ve birazdan "Yaşasın Fransa" diye haykıracağım. 

Bizi hiç tanımayan ve o günün anlamını bilmeyen birinden böyle tatlı sözler duymak harikulade. 

Eşim de “Bir Fransız hanımefendisinden bu lafları duymak... “ diyerek iltifatına ailemiz ve Türk Milletini temsilen yanıt verirken O da haliyle epey keyiflendi. Al işte sana Fransız zerafeti! 

Ve iki ülke arasında oluşan zerafet diplomasisi. Fransa'nın neden diplomasinin beşiği ve Fransızcanın da uluslarası ilişkilerin dili olduğunu insan şıp diye anlayıveriyor.  













Paul'deki bu güzel anların arkasından Poyraz ile Disneyland’in mağazasına gidip doğum günü alışverişi yaptık. Kelimenin tam anlamıyla oğlum ne istediyse aldım. Poyraz, doğum günü paketi olarak bir Buzz Işık Yılı desenli havlu (o gece banyodan sonra o havluyla kurulandık), minik bir eşek Iyor (bütün gün yanında taşıdı), Ayı Winnie Puzzle (oynadık bile), Ayı Winnie Yüzdönüm Ormanı Seti ve 

Donald Duck’lı okul çantası seçti. Hepside tam Poyraz’a göre. 

Bugün ayrıca öğlen hep birlikte oturduğumuz Quick’ten de menü hediyesi olarak bir denizci çantası ve bandana aldık. 

Akşam eve dönmeden önce artık kalbimizde daimi bir konuta yerleşmiş olan Paul’e bir kez daha uğrayıp Poyraz için doğum günü pastası aldık. Hem de çilekli. 



Evde Poyraz için kutlamamıza yaptık. Elif, çocuklar için eğlenceli olacağını düşünerek hayvan figürlü bir makarna pişirmiş. Güle oynaya yemek yerken derken bir anda bir oyuncak üzerine başlayan koşuşturmaca birden fırtınaya dönüştü. Ortama tekrar sulh getirmek için Poyraz’ı alıp odadan çıkardım.

Sonuç olarak çok istediği bir çizgi filmi seyretmekten mahrum kaldı. Her isteğinin gerçekleştiği bir gün için “İşte Hayat”la özdeş bir final. 3 yaş olmak böyle bir şey olsa gerek! 











Fransa’da olduğumuzu fazlasıyla hissettiren şeyler gözlemledim gün boyunca. 

Şık şapka dükkanları, şarap mağazaları, tıraş malzemelerini sergileyen şık mağazalar ve dönem filmlerinde kullanılanlara benzer kadife ve dantel yoğun kıyafetlerin satıldığı butikler... 

Kızlar ama özellikle kadınlar çok şık ve bakımlı, alımlı. Çok yaşlı kadınlar bile! Hatta onlar daha bile zarifler diyebilirim. Şişman kadın neredeyse yok gibi. 

Her taraf kafe. Etraf nefis pasta, tart, ekmek ve kruvasan çeşitleriyle dolu. 

Bu benim Fransa’ya 4. gelişim. Hepsinde de sadece Paris'i ziyaret ettim. 

İlk gezimi İsviçreli arkadaşım Sandra ve İspanyol arkadaşım Maria ile yapmıştım. 

İkincisinde uçağın rötarı nedeniyle plan dışı 24 saat geçirdim ve tüm masraflar havayolu şirketi tarafından karşılandı. 😊 Ne tesadüf ki o seyahatte Deniz’in annesi Elif ve onun işyerinden bir arkadaşı ile birlikteydim. 

Üçüncü ziyareti eşimle yapmıştım. Dördüncüsüne oğlum da dahil oldu. 

İnşallah ileriki yıllarda torunlarım ile de gelirim. 

31 Ağustos 2005 Çarşamba

Bugün çok yoğun bir günün sabahındayız. Elif kahvaltı için pain au chocolat ve pain aux raisins pişirdi.

İkiside bir tür milföy böreği; içinde birinin çikolata diğerinin de üzüm var. 

Le Clos de la Reine ( arkadaşımızın oturduğu sitenin adı) çıkıp Villeneuve D’ascq isimli bir bölgeye gittik.


Burası nefis çayır çimenlik bir bölge ve ortasında da Modern Sanatlar Müzesi var. 

Bu alanın içinde ayrıca nefis bir göl yer alıyor. Poyraz, mekanı Ayı Winniekarakterinin 

Yüzdönüm Ormanı  ve gezimizi de Heffelump Avı olarak değerlendiriyor. 

Bölgede bir de yel değirmenleri yer alıyor.  

Poyraz yel değirmenini ilk etapta son günlerde seyrettiği “Fearless Four- Korkusuz Dörtlü” filmindeki eşek Fred’in kötü kalpli sahibinin yaşadığı yere benzetip biraz tedirgin oldu ama sonra yatıştı; keyfi gelince de bol bol fotoğraf çektirdi. Bahsettiğim film Bremen Mızıkacıları’na benzer bir öyküye sahip. 

Eşek yaşlanınca sahibi onu sucuk yapması için kasaba verir, karşılığında da eşekvari bir robot alır. 

Eşeğin yaşadığı ve nihayetinde kasaba teslim edildiği mekan gerçekten de yel değirmenlerini gezdiğimiz yeri hatırlatıyor. 

Etrafın yeşilliği o kadar keyifli ki! Poyraz ayakkabılarını atıp dolaştı, koşturdu, yuvarlandı. Çok güzel vakit geçirdik.

Sonra hep birlikte Mc Donalds turu yaptık. Burada Mc Donald’s gibi yerlerde çocuk menüsünde, bildiğimiz şeylere ilave olarak hüptrik tarzı yoğurt ya da süt veriyorlar. Poyraz hem yoğurtları hem de 

sütleri çok sevdi.  Yemeğin ardından da Hayvanat Bahçesi’ne gittik. Orada bize Deniz’in okuldan arkadaşı kendisi gibi 4 yaşında olan Paul Hanry ile annesi Christina ve büyük kızı Matilde (10 yaşında) ile ortanca çocuğu Andre (6.5 yaşında) katılınca biz 4 ebeveyn ve 5 çocuktan oluşan cıvıl cıvıl bir grup haline geldik. Fransızlar genelde çok çocuk yapmayı seven bir millet. 3 çocuk

onlar için gayet sıradan bir rakam.


Hayvanat bahçesi çok güzeldi. Poyraz alana yerleştirilen ve kiloların karşısında da hayvan figürleri olan tartıyı görünce tartılmak istedi. Adımını atmadan önce “Ben filim” dedi ve tartıya çıktığında bir fil kadarolduğunu gördük. Gerçekten de kilosu olan 19’un karşısında fil resmi vardı. Çok şaşırdım. Araya sıkıştırdığımız kısa bir molanın ardından Lunaparka geçtik ve tüm oyuncaklara bindik. 



Gezdiğimiz bölge içinde bir Modern Sanat Müzesi'nin olduğunu belirtmiştim. Açık alanda sergilenen eserler çok göz alıcı. Bazıları çocuklar için oyun alanı vazifesi de görüyor. Özellikle yukarıdaki fotoğraflarda yer dev eser bizim iki haylazın epey enerjisi harcamasına neden oldu. Sanatla yoğrulmak ve yorulmak 😊 böyle olsa gerek. 

Çocuklar eve dönüş yolunda saat 19:00 gibi uyudular. 

Eve vardığımızda Alp de işten dönmüştü. 

Akşam yemeği olarak sevgili Elif bize nefis bir çorba eşliğinde escargot de bourgogne (nam-ı diğer salyangoz) ve flaminyon et hazırladı. Alp de bizim şerefimize sofraya özel şarap kadehlerinden koymuş. Çocuklarımız güzel bir günün tatlı yorgunluğu ile odalarında mışıl mışıl uyurken leziz yemekler eşliğinde dostlarla bir arada olmanın keyfi tarifsiz! 

Elif oldum olası alafranga mutfağa düşkün ve yatkındır. Geldiğimiz ilk gün akşam yemeğinde milföy hamuru arasına sote edilmiş pırasa ve somon balığından hazırlanan bir tart pişirmişti. Bu çok tipik bir Fransız yemeğiymiş. Dolayısıyla dün ve bu akşam tipik Fransız yemekleri yedik. Keza sabahki kahvaltımız da tipik Fransız ağız tadını yansıtıyor.

Fransa'da evlerde mutlaka 4 kap yemek hazırlanırmış. Örneğin önce başlangıç olarak eskargo, sonra ana yemek, sonra tatlı, salata ve peynir yemekten sonra geliyor. Antre için ayrı, ana yemek için ayrı, tatlı için ayrı şarap açılıyor. Mini minnacıkken bile çocuklar sofrada bu sıralama ile yemek yiyorlar. 

Tevekkeli büyüdüklerinde boşuna gurme ve şarap uzmanı olmuyorlar. Gurme olacak çocuk...

Burada iç çamaşırı da apayrı ve çok büyük bir sektör. Şu sıralar, giyilen blüz ile aynı renk ya da ton farkıyla sutyen giyip onu da göstermek çok moda. O kadar güzeller ki onu da giysinin bir parçası gibi algılıyorsunuz. Kesinlikle bayağı ve rahatsız edici durmuyor. 

Bugün o koşuşturma esnasında küçük arkadaşımız Deniz’in okulunu da gördük. Bu bir kilise okulu. 

Burada bu okullar haftada 1 gün hafta içi tatil. O gün de çocuklar bakıcılara gönderiliyor. Tabii ki bir bakıcı 1 günlüğüne birçok çocuğa bakıyor; tam balık istifi gibi. Elif, çocukların bu şekilde büyüdükleriiçin mini minnacıktan kendilerine yetmeyi öğrendiklerini söylüyor. 

Burada bizdeki gibi bakıcı tutup çocuğuna baktırmak, tam gün temizliğe gündelikçi almak ancak gelir düzeyi çok ama gerçekten çok çok yüksek olanların harcıymış. İlk geldiklerinde Elif haftada en azından yarım günlük yani 4 saatliğine birini tutmayı istediğini söyleyince ağızları açık kalmış. O da zaten 

fiyatları öğrenince durumu kavramış. “Biz ülkemizde yatıp kalkıp dua edelim. Burada her şey çok pahalı, her şeye kendim koşturmak zorunda kalıyorum. Üstelik parasıyla bile adam bulmak çok zor” diyor. Alp, ilk taşındıklarında sıhhi tesisatçı bulmada, bulduğu zaman adamı getirtmekte 

zorlanınca kolları sıvayıp işe kendisi koyulmuş. Üstelik gelse alacağı para da bizim memleketimizde ödemeye alışık olduklarımızdan kat be kat fazla. 

İlgililere duyurulur!

1 Eylül 2005 Perşembe 

Dün gece 19:00 gibi uyuyan oğluşum günde max. 12 saat uyku kuralı çerçevesinde saat sabahın 07:00’sinde uyandı. Alp çoktan uyanıp işe gitmişti. Diğerleri uyanıncaya kadar Poyraz’a kahvaltı hazırladım. Derken Elif uyandı ve markete gitti. Ben de çocuklarla ilgilenip ( Deniz de bu arada uyandı)kahvaltıyı hazırladım. Oğlum çikolatalı milföy ve biraz portakal suyu ile bizle birlikte ikinci bir kahvaltı daha yaptı. 

Sonrasında toparlanıp müzeye gittik. Burada dinazor ve balina iskeletleri, doldurulmuş bir sürü hayvan ve ayrıca canlı hayvanlar vardı. İlginç bir müze. 

Müze sonrası çocuklara atıştırmalık -buranın tabiriyle snack-  verdik. Poyraz kıtır çubuk ve krem oluşan snack setindeki peyniri mayonez olarak algılayıp bir güzel yedi. Garipsedim; zira Poyraz normalde hiç mayonez yemez; soframızda da mayonez hiç yer almaz. 


Karnımız tok, sırtımız pek olduktan sonra hep beraber Old Town’a gittik. Daha turun en başında Petit Batou mağazasına girip Poyraz ve Deniz için çok güzel kıyafetler aldık. Ardından Terrace isimli 

güzel bir restoran gösterdi Elif  bize. Interiors ise ince zevke sahip bir dekorasyon mağazası. Çok gözalıcı peyzaj mağazaları var. Çiçekçiler muhteşem. Eski bir hastane binası kalıntısı alanı gezdik. 

Estelasyon sergileri yapılıyormuş ve bugüne kadar gördüğümüz en modern tasarımlı bir kiliseyi ziyaret ettik. 

Ana meydandaki havuzun etrafına oturup hep beraber öğle yemeği yedik. Poyraz nuggets çoksevmişti. Bu nedenle Ona bugün nuggets aldım. Yemeğin ardından Etam mağazasına uğradık. Amacımkendim için pantolon formlu alt üst pijama almak. Ne yazık ki burada da istediğim gibi pijama yok. 

Nihayetinde H&M mağazasında ( o tarihte henüz Türkiye'de yok; pek de bilinmiyor zaten) istediğim gibi, beyaz üzerine çiçekli, Çin-Japon esintili tam istediğim gibi bir pijama buldum. Ayrıca Poyraz’a bir tane beş parmak bir tane de bütün elli eldiven, şapka, çorap, biri Gufi  diğeri Garfield desenli iki 

penye pijama, biri Mickey diğeri düz mavi gömlek, bir mavi renk mont, 1 kısa uzun kollu 2 adet düz beyaz penye (memleketimde beyaz penye bulmak neredeyse imkansız – malum kirlenmek güzeldir 

sadece reklamlarda kaldığı için anneler tercih etmiyor diye düz beyaz kıyafet bulmak çok zor) ve de 1 tane inek oyuncağı olmak üzere “çıldırmış” bir alışveriş yapıp oğlumuzun sonbahar-kış kreasyonunu tamamlamış olduk. 

Normalde Arkan ve ben gezilerimizde sadece bir buzdolabı magneti alırız. Şart olmamak kaydıyla otantik dekoratif bir obje ve yine şart olmamak kaydıyla eğer bulabiliyorsam otantik kolye haricinde alışveriş yapmayız hatta alışveriş mekanlarına bile uğramayız. Fakat burası ve özellikle birkaç mağaza çocuk ürünleri için adeta bir cennet. Hem fiyatları çok ama çok uygun hem de gerçekten zevkli ürünler var. Özellikle benim gibi çocuğunuza üzerinde baskı, motif olmayan düz renk kıyafetler giydirmeyi tercih ediyorsanız burada sınırsız seçenek var. H&M bunların başında geliyor. ( Tabii ki tüm bunlar 

Euro neredeyse 3 hatta 3.5 kat artmadan önce yaşanmıştır) 
Akşam üzeri saat 19:30 gibi eve geldik. Yarın Deniz’in okulu açılacağı için kuaförde randevusu var. Elif, Deniz’i alıp kuaföre gitti. Biz de ailecek eve geldik. Hemen pijamalarımı denedim; nefis oldu. Sonra oğlumun banyosunu yaptırdım. Buzz Işık Yılı havlumuza kurulanıp Gufi pijamamızı giydik.  

Poyraz’a flaminyon pişirdim; O da bir güzel afiyetle yedi. Tam yemeği bitirmek üzereyken önce Alp, ardından da Elif ve Deniz geldi. Poyraz, Elif’in Deniz’e pişirdiği balık kroketinden 1 çubuk yedi. 

Bugün 5 parça tavuk nugget, 1 dilim dana flaminyon ve 1 çubuk balık kroket olmak üzere 3 çeşit et gıdası almış oldu. Zaten geldiğimizden beri Poyraz ve Deniz yemek yeme rekabeti içindeler. 

Daha ilk lokmayı yemeden “En güçlü ben oldum” diye gerim gerim geriniyorlar. Elif bize de Flaman küsche yani Flaman Mutfağından patates, bacon ve peynirle hazırlanan bir yemek pişirdi. 

Şarap eşliğinde bir güzel yedik. Ardından da makaron tatlısı. Makaron, buraya özgü bir tatlı. (Daha o vakit Türkiye'de makaron fırtınası henüz esmeye başlamamış)  Bizim acıbadem kurabiyesini andırıyor. Fakat sadece bej değil, pembe ve çikolata rengi de olduğu için tabakta çok güzel duruyorlar. 

Poyraz saat 21:00 olmadan uyudu. 

Yarın günübirlik Paris’e gitme düşüncemiz vardı ama vazgeçtik. Cumartesi gününü de Alp ile geçirmeye karar verdik. Stilist olan arkadaşım Elif, trendleri takip ediyor ve doğal olarak, Maison Object Fuarı ( Ev Dekorasyon) için o gün Paris’te olacak. 

Hafta sonu Braderie isimli her yıl düzenlenen bir etkinlik nedeniyle her yer şimdiden kalabalık. Her tarafta çadırlar kurulmuş. Bazı mağazaların üzerinde de “Braderie’ye katılıyoruz” duyuruları asılı. Braderie 1500’lü yıllardan günümüze gelen bir gelenek. Asillerin yılda bir kez çalışanlarına evdeki atılık verilik türde eşyaları satma izni verdiği bir etkinlik olarak doğup günümüze kadar gelmiş. Tabii ki günümüzde asiller ve hizmetçiler yok, onun yerine kişilerin eski, antika ne varsa satışa çıkardığı bir mezat haline bürünmüş. Belçika, İngiltere, Fransa’nın diğer bölgelerinden bir sürü meraklı bu tarihlerde Lille’e doluşuyormuş. Geçen yıl 3 milyon ziyaretçi ağırlamış Lille. O gün şehrin içinde araç trafiği ortadan kalkıyor, tüm yollar trafiğe kapatılıyor. Dün Hayvanat Bahçesi’ne gittiğimiz alana şimdiden çadırlar kurulmaya, boş alanlar rezerve edilmeye başlanmıştı. İlginç bir etkinlik ama izlemeyi düşünmüyoruz. Geçen yıl Elif'ler çılgın kalabalığı yarıp da 

hiç bir yere gidemeyip hiç bir şey de göremediklerini söyleyince yavrucaklara da eziyet etmeyelim dedik.

2 Eylül 2005 Cuma

Paris’e gitmekten vazgeçtiğimiz bugün, Deniz’i okula bırakıp eve dönen Elif ile şehir merkezine gittik. Burada önce Snac mağazasına uğradık; magnetli bilyeli oyuncaklardan aldık. Sonra Okaidi Mağazası’nda Deniz’de görüp beğendiğim, büyümüş de küçülmüş tarzı çizgili pijamalara rastlayıp 

Poyraz’a iki farklı desende aldım. Yetmedi; bir sürü harika pantolon ve kazak aldık. Böylece Paris’e gitme masrafımızı olduğu gibi Poyraz’ın gardrobuna yönlendirmiş olduk. 

(Not: Poyraz bu kıyafetleri 2 yıl tepe tepe kullandı. Artık çoğunu eskidiği için değil de küçüldüğü için yeni nesil arkadaşlarına verdik. Gerçekten çok kaliteli ve çok zevkli şeyler aldık; içimize sine sine de oğlumuza giydirdik) 


(Bugün öğleden sonramız Belçika'daydı. Notlar haftaya Belçika dosyasında. )  

Belçika dönüşü Deniz’in Alergologta randevusu vardı. Biz de La Madeleine’deki Botanique Parkı’na gittik; çok keyifli vakit geçirdik. Ardından insanın gözünü bayram ettiren zerafette ve yeşillikte evler arasından yürüyerek eve döndük. 

Poyraz’ı yıkayıp eşyalarımızı toparlamaya başladım. Akşam yemeğinde Saint Jack (istiridye) ve somon füme, Fransız peyniri; rizzling türü nefis bir tatlı, beraberinde beyaz şarap içtik. Bunlar tabii ki hep biz yetişkinlerin yediği. Bizim çocuklarımız Türk olduğu için bu tatlardan doğal olarak Fransız bebeleri kadar haz etmiyor. Onlara her gün ayrı çocuk menüleri hazırlıyor, bizimkileri de gösteriyoruz ama şimdiye kadar yetişkin menülerine pek talepte bulunmadılar. 

3 Eylül 2005 Cumartesi

Bugün günübirlik Belçika Ooestende gezisi yaptık. Detay notlar haftaya Cuma günü.   

4 Eylül 2005 Pazar

Tatile ve arkadaşlarımıza veda günü geldi. Arkadaşlarımız bizi Brüksel’e, havaalanına kadar getirdiler. 

Ne ilginç değil mi! Fransa’da yaşamalarına rağmen uluslararası uçuşlar için Belçika’ya gitmek... 

İşte sınırlar kalkınca böyle bir imkanı da kullanmak mümkün oluyor. 

4. kez gittiğim Fransa bu sefer daha da farklıydı. Orada yaşayan birisinin yanında kalarak bir ülkeyi 

tanımak hakikaten çok farklı. Daha bir Fransız gözüyle günlük yaşamı izleme ve tanıma fırsatımız oldu. 

Ayrıca çocukla yapılan bir seyahatte çocuğu olan birinin yanında kalmak olağanüstü güzel. Bildiğiniz ülkelere bir de eşinizin dostunuzun yanında kalarak tekrar gidin derim. Eminim daha çok keyif alacaksınız. Arkadaşlarınızın mutluluğu ise ayrı bir mutluluk!    

No comments:

Post a Comment