Friday 15 November 2019

ÇEKYA 🇨🇿 2005

Bir ülkeye neden gidersiniz? Ben leylek almak için gittim. Evet! Prag seyahatimizin çıkış noktası bir leylek. Neden mi? Çayınızı kahvenizi alıp bu yazının başına geçtiyseniz anlatmaya başlayabilirim. En yakın arkadaşlarımdan biri olan ve gezmeye benim kadar düşkün sevgili Derya, yıllar önce Prag'a gittiğinde ahşap bir leylek almış ve evine asmıştı. Eğer siz de benim gibi leyleği havada görmenin çok gezme muskası olduğuna inananlardansanız; o zaman işi doğanın kontrolünden çıkarıp garantiye almak isteyebilirsiniz. İşte ben de o leylekten alıp evime asacak ve her daim leyleği havada görecektim! Şimdi artık vuslat zamanı. 😊
Toyota'dan arkadaşım Alp, eşi Elif ve Poyraz'dan bir yaş
büyük oğlu Deniz ile birlikte işi gereği Fransa'ya taşınınca benim leylek de mesaisine başladı. Bu kadar gezen bir aile olarak ilk fırsatta onları da ziyaret etmemizi bekliyorlardı haliyle. Fransa'nın kuzeyinde Lille'de yaşayan arkadaşlarımıza yapacağımız ziyareti planlarken, fırsat bu fırsat diyerek hemen Prag'ı da programa dahil ediverdim. Böylelikle yaklaşık 9 gün süren ve içine Çekya'dan Prag,
Fransa'dan Lille ve Belçika'dan Oostende'nin dahil olduğu, oğlumun 3. yaşını arkadaşlarımızla kutlamamıza vesile olan harika bir seyahat ortaya çıktı.
Şimdi siz kaç yılın Çek Cumhuriyeti'ne neden Çekya dediğime takılmış olabilirsiniz. Çek Cumhuriyeti artık resmen Çekya adını kullanıyor.
Çekoslavakyalılaştıramadığımız gibi Çekcumhuriyetlileştiremedik de! Gerçi Çekya'nın İngilizcedeki yazılımı Çeçenistan'ın İngilizce yazılımına feci şekilde benzediği için vatandaşlar bu yeni isimden pek de memnun değillermiş.
Türklerin en çok gittiği Avrupa şehirlerinden biri olan başkent Prag sayesinde çok aşina olduğumuz ve turizm ile öne çıkan Çekya, aslında son derece güçlü ağır sanayisi olan bir ülke. Çekya kendi otomobilini üreten, bunun için gerekli çelik zengini ve hatta bu nedenle başı Almanya ile derde giren, 2. Dünya Savaşı'nda canı yanan bir ülke.
Şimdi gezimizin ilk durağı olan Çekya için kısa bir ülke brifingi verelim:
Başkent: Prag
Nerede:
Avrupa kıtasında yer alan Çekya İngilizce deyimiyle "landlocked" yani denize kıyısı olmayan, tamamen kara komşularıyla kuşatılmış bir ülke. Komşuları ise Almanya, Polonya, Avusturya ve maziden bir isim olan Slovakya. Çekya, coğrafi sınıflamaya göre bir Orta Avrupa ülkesi. Genelde eski Demir Perde ülkeleri için Doğu Avrupa algısı olduğundan Çekya da öyle sanılıyor ama doğrusu Orta Avrupa.
Yönetim Biçimi: 
Ülke Cumhuriyetle yönetiliyor.
Tarihçe
1. Dünya Savaşı sonuna kadar Habsburg Hanedanı yani Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nun bir parçasıydı. Savaşın sonunda imparatorluk dağılınca Çekler ve Slovaklar bir araya gelerek Çekoslavakya'yı kurdu. 2. Dünya Savaşı'nda Alman işgaline uğrayan ülke, Almanya'nın yenilmesinin ardından SSCB etkisine girdi. Demir Perdenin yıkılmasının ardından bağımsızlığını ilan ederek 1993 yılında Çek Cumhuriyeti ve Slovakya olarak iki ülkeye ayrıldı.
Ülkede komünizm sona ereli 30 yıla yakın zaman geçmiş olsa da belirli yaşın üzerindeki insanlar için mazi hala taze.
Dil, Din: 
Çekce konuşulan ülkede Sovyet geçmişine rağmen kullanılan alfabe Kiril değil, Latin.
Birçok Çekya, özellikle de Prag fotoğrafında şehir siluetini süsleyen kiliseler görseniz de aslında nüfusun neredeyse %70'i ateist. Çekya, Dünyada Estonya'nın ardından en yüksek ateist nüfusa sahip ülke. %70'den geriye kalan kesim ise ağırlıklı olarak Katolik Hıristiyan.
Para:
Avrupa Birliği üyesi olmakla birlikte Euro yerine kendi parası olan Koruna'yı kullanmaya devam ediyor.
TL ile kıyaslandığında 1 TL 4 Çek Korunasına (CZK) karşılık geliyor. 1 Euro ise yaklaşık 25.5 CZK.
Vize:
Tabii ki Shengen.
Seyahat Zamanı:
Bana nedense Avrupa özellikle de Orta ve Doğu Avrupa ülkelerine en uygun zaman sonbaharmış gibi gelir. Kanımca, uzun yıllar Demir Perde etkisinde kalan ülkelerin adeta naftalin gibi hayatlarına sinmiş grilik, mevsim olarak en güzel sonbaharda kamufle ediliyor. Soğukta dolaşmayı sevenler kışın da gidebilir ama Türkiye'den daha sert bir kış bulacağınızı da peşin peşin kabul etmeniz gerek. Ucuz uçak bileti baldan tatlıdır derseniz o da ayrı bir sıcaklık verebilir.
Ulaşım ve Seyahat Süresi :
Prag'a dünya kadar uçuş var. Yazar, devlet adamı ve aynı zamanda Çekoslavakya olunan yılların son Başkanı olan Vaclav Havel'in adını taşıyan havaalanına İstanbul'dan uçuş süresi 2 saat 40 dakika. Çekya ile aramızda 2 saat zaman farkı var.
Ayrıca kara sınırı olan ülkelerden birine seyahat ediyorsanız Almanya/Polonya/Avusturya/Slovakya ile geçişli bir seyahat de planlayabilirsiniz.
Sadece Prag'ı gezecekseniz 2 gün yeterli.
Konaklama
Benim tavsiyem her zaman olduğu gibi hostelleri denemeniz yönünde olacak.
Yeme-İçme:
Önce içme kısmından başlayayım. Zira Çekya demek bira demek. Hele bira denince akla ilk gelen Pilsener'in Çek lisansı olduğunu söylemek lafı daha fazla uzatmaya gerek olmadığının işareti şeklinde. Özetle Çekya, su yerine bira içeceğiniz ve üstelik de birayı sudan ucuza bulabileceğiniz bir ülke
Yemeklere gelince...
Neredeyse bizim ülkemiz gibi bir dünya çorba çeşidine sahip. Gulaşlısını mı ararsınız lahanalısını mı,yoksa soğanlı ve hatta işkembelisini mi...
Ana yemekler konusunda da epey zengin. Bir kere akla ilk Macarları çağrıştırsa da Gulaş buranın da başta gelen et yemeklerinden. Bonfileden hazırlanan Svickova, dolmaya benzeyen Plena Paprika, genelde bira yanı olarak servis edilen Smazeny ve şinitzeli andıran Rizek ile kızarmış ördek Pecena Kachna ilk akla gelenler.
Tatlı olarak, ballı kek Medovnik, yılbaşı zamanı yapılan yılbaşı kurabiyesi Vanochi Cukrovi, haşhaşla yapılan kek ve çörekler, Çek donatı Vdolky ile özellikle sokakta rastlayacağınız rulo formundaki tarçın ve çikolatalı Trdelnik.
Gezilecek Yerler:
Birçok Avrupa ülkesinde olduğu gibi Prag da onu neredeyse ikiye bölen bir nehre sahip: Vitava Nehri
Şehir içinde ise tarihsel açıdan beş kısım var: Kale bölgesi, Mala Strana yani Aşağı Şehir, Eski  Şehir, Yeni Şehir ve Yahudi Meydanı.
İki güne yayılan bir seyahatte bu bölgelerin her birini rahatça gezip, gündüzün, gecenin, yemenin ve içmenin keyfini çıkarabilirsiniz.
Prag söz konusu olunca ilk akla gelen ziyaret yeri şüphesiz Charles Köprüsü. Eski şehir ile Mala Strana'yı birbirine bağlayan köprü, gotik tarzda yapılmış.
Her saat başı gösteri suna Astronomik Saat, aynı zamanda ülkenin en popüler turistik hediye ikonlarının da başında geliyor.
Çok geniş bir alana yayılmış olan ve şehir manzarasına hakim Prag Kalesi ise haliyle gezilecekler listesinin demirbaşlarından.
Prag, binaları ve sokaklarının güzelliğiyle meşhur. Bu da demektir ki bol bol yürünecek, gözünüzün takıldığı noktaların çağrısına uyup, köşe bucak, gire çıka keyfi çıkarılacak bir şehir.
Nesi Meşhur?
Bira, Bohemya kristali, kuklalar ve tahta oyuncaklar, Kafka, Kundera ve tabii ki Prag şehri
SEYAHAT GÜNLÜĞÜ
26 Ağustos 2005 Cuma
Oğlum 30 Ağustos’ta 3 yaşına basacak. Aylar öncesinden planladığımız Prag'dan çıkış alan ve Lille’e uzanacak seyahatimiz bu gece yarısından sonra başlıyor. Tatile çıkmadan önceki hafta iş yerindeki yöneticim tatildeydi. Bu nedenle adeta tatilde olacağım her gün ve dakikanın diyetini peşinen vermiş gibi hissettiğim, aşırı yoğun, tempolu günler geçirdim. Haftanın programını yetiştirebilmek için nükleer enerji boyutunda çalışmam gerekti. 😊
Akşam üzeri, Nissan'dan arkadaşım Zuhal aradı; Prag’da Charles Köprüsü üzerinde bir aslan ve melek olduğunu, aslan ve meleğin göğsüne dokunup dilek dilememi salık verdi. Kendisininki olmuş. Ben de bu kadar tantanadan sonra Prag’a gitmemin gerçekten çok özel bir anlamı olmalı diye
düşünüyordum ki Zuhal’in telefonu beni rahatlattı.Gerçi en önemlisi leylek ama...
Bu gece Poyraz erkenden uyuyunca benim de rahatça bavul yapma şansım oldu.
27 Ağustos 2005 Cumartesi
Gece saat 04:00 gibi uyandık. Hazırlıklarımızı tamamladığımızda saat 05:00 oldu. Poyraz
yatağından alırken uyandı. Çok keyifli ve uyumluydu. Havaalanına vardığımızda check-in
işlemlerini tamamlayıp her seyahat öncesinin klasiği olan HSBC Advantage Lounge’a geçtik.
Poğaça ve portakal suyu ile keyifli bir kahvaltı yaptık. Yetmedi uçakta da “omlet-portakal suyu-
süt-muffin ve kahveden (2 kap krema ile) oluşan kahvaltımızı da afiyetle yedik. Malum saat
04:00’te uyanınca uçaktaki kahvaltı bizim öğle yemeğimiz gibi oldu. ( Günlük notları oğluma niyet tutulduğu ve o yaşlarda da her Türk annesi gibi gün boyunca çocuğumun ne yediği en önemli konuların başında geldiği için okuyucudan bu türde yemek çetelesi notları için anlayış bekliyorum.) 
Bir seyahat günlüğüne oğlumun ne yediğini bu kadar detaylı yazmamı ancak bir anne anlayabilir
herhalde. Poyraz, servis yapılan kahvaltıyı “Kaptan amca pişirmiş. Kaptan amca bana göndermiş!”
diye diye bir güzel yedi. Havayolunun verdiği yaz-sil oyuncağı ile oynadı.
Tam vaktinde, saat 09:00’da Prag’daydık. Fakat check-out sırasında tam 90 dakika bekledik. Yaklaşık 10 adet bankodan sadece ikisi açık.Oysa aynı anda çok sayıda uçak indi. Sadece bizim memleketten bile hatırı sayılır miktarda turist gelmişti. 30 Ağustos nedeniyle 4 günlük tatilcilerin istila adreslerinden birisi de Prag olmalı. Sıra beklerken Poyraz ile havaalanından lamba hediyeli bir Donald Duck
Dergisi aldık. Bir de deniz anası şeklinde bir şeker.
Tabii ki check-out zamanı uzayınca bizi otele götürmesi için önceden ayarladığımız taksi de
gitmişti. Sonunda yeni bir araç ayarlayıp saat 11:00’i geçerken Hotel Roma'ya ulaştık. ( Neden Prag'da adı Hotel Roma olan bir yeri seçmişim anlayamadım.)  Neyse en azından otel konusunda şanslıydık. Check-in saati 14:00 olmasına rağmen bu saati beklemeden odamıza yerleşebildik. Odamız çok güzel ve temiz. Apart benzeri bir salonu var ve 3. yatak orada.
Poyraz’ın uyumasını fırsat bilip biz de yolun yorgunluğunu bir nebze üzerimizden atmak için çay kahve keyfi yaptık. Baktık Poyraz uyuyor da uyuyor. Hal böyle olunca ben de biraz uzandım. Arkan ise o esnada öncü kuvvet olarak keşfe çıktı.
Öğle şekerlememiz Saat 15:00 gibi biterken beş dakika sonra babamız da geldi. Geceyarısı bölünen uykumuzu mahsup etmiş bir şekilde,hazır ve de nazır artık Prag turumuza başlayabiliriz.
Bir taraftan Dünya koleksiyonumuz için😊 Mc Donald’s ararken, bir taraftan da aklım ve gözüm Zuhal'in söylediklerinde. Ne kadar köşe bucak tarasam da Charles Köprüsü’nde aslan ve meleğin aynı yerde olduğu bir heykele rastlayamadım. Önemli olan niyet diyerek bulduğumuz tek aslan heykelinin burnuna dokunup dileklerimi diledim.
Poyraz, öğle yemeği için mola verdiğimiz Mc Donald’s'ta İnanılmaz Aile filminin oyuncaklarından “abla”yı seçti. Menüler bana ülkemizdekinden daha lezzetli geldi. Bir de normal içeceğin yanında menüye dahil su veriyorlar ki bence çok sağlıklı ve akıllıca. Keşke bizde de uygulasalar.
Çekya'nın birası, kristalleri, yazarları meşhur. Bunları zaten biliyordum. Buraya gelince gördüm ki kukla ve ahşap oyuncaklar konusunda da tam bir cennet. Özellikle bir çocukla geziyorsanız onun açısından adeta dev bir oyuncakçı dükkanı havasında. Poyraz’a bir kuklacı dükkanından kendi seçimi olan renkli, ahşap bir fare aldık. Ve büyük an geldi! Ben de yıllar önce Derya’da gördüğüm leyleği aldım. Üstelik de daha büyük boyutta olanını.😊 Mission Completed!
Oğlum ve kendim için oyuncaklarımızı aldıktan sonra keyifle sokakları turlarken, yolumuz üzerinde dekoru ile dikkatimizi çeken bir binanın önünde durduk. Çok güzel butik bir otel burası ve adı Neruda. Otelin terası da o kadar güzel ki! Burada biraz zaman geçirmek istedik; bahaneyle terasında çay içtik. Otelin bulunduğu sokağın adı da Nerudova. Kale ve saray yolu üzerinde. Neruda’ya yakın bir de Bazaar adlı bir restoran var. Onun da terası büyüleyici. Terası resmen Babil'in asma bahçesine dönüştürmüşler.
Stenbersky Sarayı'na vardığımızda kapanmıştı. Zaten o kadar büyük ki tamamını gezmemiz mümkün olamazdı. St. Vitus Katedrali de çok büyük ve içinde bir org konseri olduğu için içeriye giremedik.
Pzazska Kale girişi öncesinde askerlerle Poyraz’ın fotoğrafını çektim. Elinden faresini hiç düşürmüyor. Bu arada fotoğrafa bakarsanız, askerin üniforması,kulübesi ve yolun parke taşlarının bile uyumlu olduğunu görürsünüz. Poyraz'ın üzerindeki renkler de tesadüf eseri konsepte yüzde yüz uyumlu. Bu kare kaçmazdı doğrusu.
Kale yolunda tepede manzarayı izlemek için konulan paralı dürbünlerin yanındaki Cafe Kazetenka da çok zarif. Sarayın bahçesinde Cafe in Garden isimli yine göz kamaştırıcı bir restoran var.
Zaten gördüğüm kadarıyla burada ne kötü bir otel ne de kötü restorana rastlamak mümkün değil. Hepsi butik tarz. Restoranlar çok şık, ambiyans etkileyici. Hatta bir restoranın cam tarafında benim yıllar önce Portekiz’den getirdiğim lambalara benzer aydınlatmalardan koymuşlar. Hoşuma gitti bu detayı görmek. Dünya küçük gerçekten.
Cam önü çiçek ve lamba kullanımı bana İsveç’i hatırlattı. Çok güzel gözüküyor.
Hava kararınca yorgun argın otele döndük. Otel yolunda da bir dükkandan dökme horozlu bir kapı zili aldık. Bu zil yıllarca evde dekor olarak kullanıldıktan sonra şimdi yazlık evin bahçesinde hayatın ve Ege'nin tadını çıkarıyor.
Otelimizde içinde 3 palyaço balığı da olan çok güzel bir akvaryum var. Poyraz “Gülümseyin
balıklar!” diyerek balıkların fotoğrafını çeker gibi yapıyor. Bu arada Hotel Neruda’da servis yapan garson kıza Poyraz’ın “Thank You”deyişini unutamıyorum. Bir de telefonda konuşur gibi yapıp “Hello! It’s me” diyor.
Poyraz, hem aldığı fare oyuncağı hem de yanında getirdiklerini sergi şeklinde yatağına dizdikten sonra bir müddet oynadı.
Oğlumun banyosunun ardından tatlı bir huzur içinde uykuya daldık.
Nisan ayında geçirdiğim fıtık rahatsızlığı sonrası çok disiplinli bir şekilde her gün doktorumun önerdiği egzersizleri yapıyorum. Günün temposu içinde umutmuş ve yapmadan yatmıştım. Galiba bilinçaltım tarafından dürtülmüş olmalıyım ki 24:00 gibi uyanıp egzersizimi yapıp tekrar uyudum. ( O tarihten beri 14 yıldır hiç aksatmadan devam ediyorum. Ola ki bir gün aksatsam ertesi gün derhal tahsilatı yapıp çift seans uyguluyorum. Şu an eskisinden bile daha güçlü hissediyorum. Bizim oralarda "Geçmiş olsun!" benzeri bir deyiş vardır. "Sağlık hastalığı olsun!" denir. Bu olay benim için tam da böyle işledi. ) 

28 Ağustos 2005 Pazar
Poyraz sabah :6:00’da uyandı. Zaten oldum olası sabah ezanını o okuyacakmış gibi erkenden uyanan bir çocuk oldu. Babamızın uyanmasını beklerken 2.5 saat geçti. Bu sürede süt istedi, kek yedi.Biraz uyku,biraz oyunla 2.5 saati geçirdik.

Kahvaltıdan sonra turumuza başladık. Önce The Church of Our Victorious Lady and Infant Jesus yani Meryem Ana ve Bebek İsa kilisesine gittik. Dileklerim için dua ettim. Bir de Bebek İsa kutusuna bağış yaptım.
Ardından bir kez daha Charles Köprüsü’ne gidip nihayetinde meleği buldum; dileklerimi sundum. Keşif yolculuğumuz, bizi köprünün bacaklarından birinin altında, tamamı özel dizayn oyun gruplarından oluşan bir çocuk parkına getirdi. Poyraz burada çok güzel vakit geçirdi. Her oyuncak o kadar güzel tasarlanmış ki! Tırmanmaya bayılan oğlum için özellikle örümcek ağı gibi tasarlanmış alan çok dikkat çekiciydi... Hem keyifli hem estetik.
Oğlumun fazla enerjisini topraklamasına izin veren bu ultra estetik parka şükrettikten sonra Old Town’a doğru yola koyulduk. Powder Tower yani şehir merkezine kadar yürüdük. İçmiş olalım diye bir Prag birası içtik.
Poyraz’ın uykusu gelmeye başladığı için sahil kenarından otelimize yürümeye başladık.
Prag dev bir performans alanı. Her köşede açık alan etkinlikleri var. Bu yürüyüş esnasında önce Rönesans dönemi kostümleri içinde bir grubun şarkılarını dinledik; ardından bir korsan tiyatrosu izledik. Derken parkta köpeğine “yakala" egzersizi yaptıran bir adama takılıp kaldık. Adam Poyraz’ın sopayı fırlatmasına izin verdi. Poyraz da tıpkı adamın yaptığı gibi sopayı parkın yanındaki nehre fırlattı. Köpek çitlerin üzerinden atlayıp nehrin kıyısına düşen sopayı kapıp getirdi. Nehir kenarındaki bu park gerçekten de çok keyifli.

Poyraz otelimize “Prag’daki sahipsiz evimiz” diyor. Bugün Poyraz’a at şeklinde tahtadan bir
puzzle almıştık. Otelde bayıla bayıla onunla oynadı. Benim aldığım uğur böceği şeklindeki
magnetleri de birbirine yapıştırmayı keşfetti. Baktık ki uykusu gelmeden kaçmış. O vakit biz de Petnin Parkı’na gitmek için finükülere bindik.
Rasathane ve gül bahçesini gezdikten sonra bir kez daha çocuk parkına gittik. Burası adeta ahşap oyuncaklar parkı. Kaydıraklar bile tahtadan yapılmış. Bugüne kadar gezdiğim hiç bir ülkede eşine benzerine rastlamadığım orijinallik ve estetikte; üstelik de tamamı ahşaptan yapılmış oyuncaklar ve oyun grupları var.
Hakitaten de Prag çocuklar için tam bir cennet. Kukla ve tahtadan yapılmış oyuncaklar çıldırtıcı.
Parklar ise bir mimari ve mühendislik harikası. Her şey tasarım, sanat ve estetik dolu.
Otele geldiğimizde o kadar yorgunduk ki yemek için dışarı tekrar çıkacak gücü kendimizde bulamadık ve odamızda yiyecek namına ne varsa ( Muz, havuç,leblebiyi...) silip süpürdük. İyi ki o kadarlık da olsa birşeyler yemişiz zira Poyraz’ın uykuya dalması 60 saniye bile sürmedi.
Yarın Brüksel’e uçuyoruz. İnşallah havaalanında çok sevdiği Madagaskar oyuncağından bulurum. Oyuncakçıları gezerken üzerine onlarca değişik figür çizilmiş matruşka formu oyuncaklar görmüş ve Poyraz da Madagaskar filminin kahramanlarıyla süslenmiş olanını beğenmişti. Nasılsa her yerde bulabiliriz düşüncesiyle otele döneceğimiz saatte alırız diye almamıştık. Ve bulamadık. Bu da bize ders oldu. Gezerken görüp çok beğendiğin, alamazsan aklında kalacak bir şey olursa erteleme, onu mutlaka o dakika al! Hele de çocuğun içinse... ( Orada olmasa da daha sonra başka bir ülkede bulduk. Tam "Seversen bırak gitsin. Dönerse senindir." tarzı oldu. )  


29 Ağustos 2005 Pazartesi
Bugün oğlum beni şaşırtarak horozlarla uyanmadı. Bekledim ve saat 09:00’da Poyraz'ı uyandırdım. O esnada Arkan kahvaltıya inmişti bile. Biz kahvaltı ederken de Arkan check-out işlemlerini yaptı.
Meğer Hotel Roma’nın geldiğimiz günün gecesinde Poyraz'ın yatağına bıraktığı çikolatalı gofret Poyraz için ikram değil minibarmış. Peki neden minibarda değildi o zaman!  Biz de sadece Poyraz'a bırakıldığı için oteli çocuk dostu olarak görmüş ve "Ay, ne tatlı!" demiştik. Meğerse duygularımızla oynanmış. Tamamen duygusal nedenlerle üstelik. Canımız çekip yemiş olsak amenna ama böyle yanıltarak normal fiyatının 4 misline katakulli ile adisyona çikolata çakmak...İlk defa böyle bir olaya rastladım. Bu da Garp kurnazlığı olsa gerek.
Otelden çağırdığımız taksiye de havaalanından gelirken ödediğimize kıyasla 150 Koruna fazla ödedik.
Ayrıca havaalanında her dükkana uğramamama rağmen matruşka tarzında hazırlanmış Madagaskar oyuncağına rastlamadım.
( Bakınız alınan yol dersleri) 
Beklerken okumak için bir Tom ve Jerry Dergisi aldık. Böylece 2 Çek Dergimiz oldu.
Gecikme olmazsa saat 13:30’da Brüksel’deyiz.
(Devamı haftaya cuma)

1 comment:

  1. Leylek için Derya arkadaşıma teşekkürler. Bu seyahatin esin perisi o oldu. ��

    ReplyDelete