Friday 6 December 2019

MEKSİKA 🇲🇽 2006-2007


Buna sadece seyahat demek yaşadığımız efsunlu günleri tarif etmek için yetersiz kalır. Hem süresi hem zamanlaması hem rotası ile o vakte kadar yaptığımız en destansı, en hayalin de hayali gezimiz buydu. 
En başta nerelere gittik ona bir bakalım. Şu ülkelere bakıp da her biri için bile insanın içi erirken kaçı bir arada. Tam bir rüya takımı. 
MEKSİKA-GUATEMALA-HONDURAS-BELİZE-KÜBA-İSPANYA
Süre dersek, tam 19 gün, yani yıllık izin rakamının minimumda 14 iş günü olduğunu düşünürsek  (hafta sonlarıyla birlikte toplamda 18 gün ediyor) bundan 1 gün fazla. Çalışırken denk getirmesi zor bir vakit. Zaten biz de bu seyahati eşimin reklam ajansını kurması arifesinde "Fırsat bu fırsat" diyerek yaptık. Tabii ki bir de oğlumuzun 4.5 yaşında hala bir yuva çocuğu olması da işimizi kolaylaştırdı. En azından işin bir de "okul zamanını uydurma" zorunluluğundan sıyırmış olduk.
Böyle bir rotada 4.5 yaşındaki bir çocuk zorlandı mı dersiniz! Aksine bu bizim HBDGO seyahatimiz oldu. O ne demek derseniz okumaya devam edin; yanıtı bulacaksınız. Ayrıca yürümeden önce tırmanmayı öğrenmiş bir çocuk olan oğlum için Maya Tapınakları'na tırmanmak ve Indiana Jones filmi ambiansında yerlerde gezmek adeta masal kitaplarının canlanması gibiydi.   
Açılışı yaptığım fotoğraf da oldukça anlamlı. Zira bu fotoğraf, bu seyahatte 2 kez, ilki Büyük Okyanus, ardından ise Guatemala'yı gezip bu sefer Atlas Okyanusu kıyılarından yaklaştığımız Meksika'da, en ünlü 3 Maya Piramidinden biri olan Chitzen İtza'da çekildi. (Diğerleri Guatemala'daki Tikal ve Honduras'taki Copan.) Poyraz'ın başındaki şapka ise Guatemala'dan. 3.fotoğraf ise bu efsane Meksika seyahatinden evimize getirdiğimiz buzdolabı magnetimiz. 
Zamanlamaya gelirsek... Yola çıktığımız tarih 24 Aralık, yani Hıristiyan alemi için Noel gecesi. 2006/2007 yılbaşısı ise aynı zamanda Kurban Bayramının ilk günü ile çakıştığı bir gündü. Fevkaladenin de fevkinde bir zaman. Ölçsek biçsek bu kadar denk gelir miydi bilemiyorum. 
Ayrıca bu seyahat benim, aynı anda bir çok ülkeyi kara geçişleriyle gezme isteğimi cesaretlendirdi ve bundan sonra beni "sınır tanımaz gezgin" 😃 haline getirdi. Bu sayede hem zaman hem de bütçeden daha da çok tasarruf edebildiğim seyahatler tasarlamaya başladım. 
Bu seyahat süresince Meksika ve Guatemala'ya iki kez girip çıktık. Rotamız şu şekildeydi. Önce Meksika'nın batısından başlayıp karadan Guatemala, oradan Honduras, tekrar Guatemala, sonra Belize üzerinden tekrar Meksika, bu sefer doğusu, Cancun tarafı. Tüm bu hat boyunca ülke geçişlerini karadan yaptık. Cancun'dan uçakla Küba, oradan da 1 gece Madrid ve tekrar güzel İstanbul. 
Bu rüya seyahatin notlarına geçmeden...
Kısanın da kısası bir Meksika brifingi:
Nerede: 
Meksika, Kuzey ve Güney Amerika kıtalarının arasında Orta Amerika bölgesinde. Kuzeyde ABD, güneyde ise Guatemala ve Belize ile komşu. Batısında Pasifik yani Büyük Okyanus doğusunda ise Atlas Okyanusu ile kucaklanmış, büyülü bir coğrafyaya sahip. 
Meksika Türkiye'nin 2.5 katı büyük bir alana sahip ve nüfusu da 130.000. 
Başkent
Mexico City 
Kısa Tarih:
Malum 15. ve 16. yüzyıl keşifler dönemiydi ve Hindistan'ı bulma düşüyle açılan yelkenler başta Kristof Kolomb olmak üzere denizcileri yeni kıtaya taşıdı. Bu açıdan bakacak olursak Meksika, Kuzey Amerika kıtasında tarihi bu dönemden geriye giden tek kültür. Dünyanın en eski ve etkileyici medeniyetlerinden Aztekler ve Mayaların vatanı olan bölgenin İspanyollar tarafından işgal yılı 1519. Yıllarca İspanyollar tarafından nüfuz edilen, yönetilen ülkede 1800'lü yıllarda bağımsızlık kıpırtıları başladı. 1910'dan itibaren ise Meksika Devriminin ardından ülkede devrimlerin ardı arkası kesilmedi. 1930-2000 yılları arasında tek parti ile yönertilen ve feci yoksulluk çekip Amerikan yardımı almak zorunda kalan ülkenin hala Amerika ve son dönemde de Trump ile başı dertte.😊  
Yönetim Biçimi:
Meksika, bir federal cumhuriyet. 31 eyalete ayrılmış durumda; başkent Mexico City ise özerkliğe sahip. Şu anki başkanı Obrador 
Dil: İspanyolca, Maya dili ve diğer yerel diller  
Din:
Çoğunluk Hıristiyan Katolik
Para
Meksika Pezosu
TL, MXN ile gösterilen pesodan daha değerli.    
1 TL yaklaşık 3.40 MXN. 
1 USD ise 19,56 MXN
Vize
Vize gerekiyor ama iyi haber şu ki bordo pasaport sahipleri şimdilerde elektronik vizeyi kolayca alabiliyormuş. Üstelik de ücretsiz. Eğer ABD vizeniz var ise ayrıca vize almanıza da gerek yok. 
Gezilecek Yerler:
Meksika aynen Türkiye gibi her bir köşesi ayrı güzellik barındıran, büyülü bir ülke. Yağışların az olduğu Aralık-Nisan arasında daha konforlu gezebileceğiniz ülkede bir kere Aztek ve Maya kalıntıları olmazsa olmaz tavaf yerleri. Ülkenin sağı solu dünyanın 3 büyük okyanusundan ikisi olunca insanın aklını uçuran deneyimler yaşayabiliyorsunuz. Aşk Gemileri manzarası altında Acapulco'da Büyük Okyanus'u seyreylerken, bir sonraki hafta ise Cancun'da Atlas Okyanusu'nda kulaç atıp kendinizden geçebilirsiniz.  
Neler Yenir:
Acının elli tonu😊 Meksikalılar her şeyde acı seviyor. Bizim akşam yemeğinde yediklerimizi her öğün yiyor; kahvaltı dahil. O nedenle de 0 beden Meksikalı bulmak zor. Olan da artiz oluyor sanırım.
Bence yenilecekler kadar bilinmesi gereken nokta, restoranlarda hizmetin çok yavaş olması. Dolayısıyla yemek için ne kadar süreniz olduğunu gözeterek yemek sipariş edin ki aç kalmayın.
Buradan sonra günlük notlarıma emanetsiniz.
SEYAHAT GÜNLÜĞÜ
24 Aralık Pazar 2006 (İstanbul-Barcelona-Madrid-Mexico City uçuş)
Uçakta koltuğuma oturmadan gerçekliğine inanamayacağım “ dediğim an geldi çok şükür. Normalde çoğu insanın yapmayacağı bir seyahate çıkıyorum. Tam 1 sene önce gitmek için ön hazırlık yapıp, vizeler ve yol ayarlamaları; tabii ki bir de süre dolayısıyla bir kenara koymak zorunda kaldığım seyahate nihayet çıkabiliyorum. 
Bu seyahat üzerinde epey çalışmış, gidilen rotanın uzaklığı nedeniyle benzer kültürü paylaşan ülkeleri bir arada görebileceğim bir güzergah kurgulamıştım. Kafama takılan tek konu kara geçişlerinin ne derece kolay olabileceği ve de o noktalara ulaşım konusuydu. O vakit şimdiki gibi çok bilgi kaynağı yok. Bu ülkelere tur bile yok. Dolayısıyla yakın tarihinde iç savaş yaşamış, şimdi durulmuş, büyüleyici güzelliklere sahip bu ülkelerde ulaşımla ilgili kısım biraz kafamı kurcalıyordu. Ben tam bunları düşünürken inanılmaz bir şey oldu ve neredeyse benim rotanın aynısını yapmış ( üzerine bir de hediye olarak Küba eklemiş ) bir firma buldum. Adını ilk defa duyduğum bu firma ile görüştüğümde seyahate 36 gün kalmıştı. Kararımı o gün verip turu aldım zira Meksika vizesi için konsolosluk 35 gün süre veriyordu. Yani 1 gün sonra istesem de katılamazdım. Zaten firma sahibi de bunu gözeterek bana kendi ferdi bütçem ile rekabet edercesine harika bir fiyat verdi ki )
Bugüne kadar turla hiç seyahat etmemiştik. Çünkü kendi başımıza daha özgür ve de daha ekonomik gezebiliyorduk. Bu seyahatte tura pozitif bakmamın nedeni ise zaten kimsenin o tarihlerde pek de aklında olmayan bir rotanın hazırlanmış olmasıydı. Dolayısıyla hedef kitle zaten bizim gibi gezenlerdi.
Arkana seyahati 14 Aralıkta söyledim. Son dönemde o kadar koşuşturuyordum ki seyahate çıkma heyecanını yaşamaya fırsatım bile olmadı. Havaalanında Berlinde yaşayan arkadaşım Sevimin eşi Berlin Askeri Ateşesi olan Ali ile karşılaştık. Çok hoş bir tesadüf oldu. Bizi Berline davet ediyor.
Travel Boutique ile gittiğimiz seyahatte, rehberimiz Metin hariç 24 kişiyiz. Biz hariç kalan 21 kişiden, 1 hafta önce seminerde tanıdığımız Karayel Bey ve eşi Serpil Hanım var. İlk defa bir tur ile seyahate çıkıyoruz.
Uçağımız önce Madride gidiyor; Barcelona üzerinden. Uçak içinde 1 saate yakın bekledikten sonra 1 saatte Madride uçtuk. Yaklaşık 3 saat sonra yerel saatle 20:00'de Madriddeydik. Havaalanlarında yaklaşık 6 saat geçirdik. Allahtan HSBC Lounge kartımız var. Christmas nedeniyle gece sadece 24:00e kadar açık olsa bile 4 saat rahat rahat zaman geçirdik. Burada gruptan Tülin Hanım ve Ahmet Bey ile tanıştık. 2 saat alanda oyalandık. Kafe dışında tüm dükkanlar kapalı. Her yerde "Feliz Navida yani "Mutlu Noeller" yazıları var. Oğlumun çok sevdiği Kaşif Dora çizgi filminde  öğrenmiştim bu sözü. Şimdi hep söyledik karşılaştığımız görevlilere. Çok keyifliydi.
25 Aralık Pazartesi 2006 (Mexico City-Teotihuacan)
Türkiye saati ile 15:00te  Mexico Cityye ulaştık. Türkiye ile arasında 8 saat fark var. Yol 12 saat sürdü. Sadece yarısında uyuyunca kalan 6 saati Poyraz ile aç bilaç geçirmek yorucu oldu. Sırtım çok ağrıdı. Iberiaya çok iyi puan veremiyorum.
Otelimize 09:00da ulaştık. 10:30a kadar dinlendik ve ardından keşfe çıktık.
Oldukça uzun ve yorucu bir seyahat geçirmemize rağmen odadaki detaylara dikkat edecek kadar uyanığım. Zira çok sevimliler. Tuvalet kağıtları, peçeteler, hatta havlular bile yelpaze gibi katlanmış; çeşit çeşit figürler, arada gemi şekillisini de gördüm.(Şimdilerde en ekonomi sınıfı yerde bile böyle atraksiyonlar var ama o zamanlar demek ki bu trend henüz yoktu) 
Önce Guadaloupe Katedraline gittik. O esnada bir ayin vardı. Katedral çok güzel ve modern bir mimariye sahip. Mimarı Pedro Ramirez. Ünlü Antropoloji Müzesini de o yapmış. Asma bahçeleri gibi basamaklarla çıkılan ayrı bir kilisesi var. Gerçekten etkileyici.
Şehir merkezindeki bu minik turun ardından volkanik kayaların işlendiği 4 ailelik bir kooperatife uğradık. Burada bize kaktüslerle ilgili de bilgi verildi. Meksika deyince akla gelen ilk simgelerden biri olan kaktüsleri görmek Meksika'da olduğumuz gerçeğini dibine kadar hissetmemizi sağladı. Hani şu "Bu gördüklerim rüya mı? Biri beni çimdiklesin." repliği vardır ya işte kaktüsler de bizim için çimdik sembolü oldu:) Kaktüs öyle bereketli ve mucize bir bitki ki! İçki, şurup, iğne, iplik, kağıt, kalem... Ne ararsan yapıyorlar bu kaktüsten. 
Ziyaretimiz esnasında bir de siyah, parlak bir taşın üzerine oğlumuzun ismini yazdırdık. (O tarihten beri de oğlumun odasını süslüyor. ) (Yanındaki piramidi ise Meksika'ya ikinci tur gelişimizde Chichen Itza'dan almıştık. Diğer bir deyişle soldaki taş bu harikulade güzel ülkenin batı kıyısından sağdaki ise doğu kıyısından geliyor.) 













Sırada ise gözlerimi acaba gördüklerim gerçek mi diye ovalamak zorunda bırakan, muazzam bir yer var: Teotihuacan arkeoloji alanı. Burası benim dünyada bugüne kadar en etkilendiğim yerlerin başında geliyor. 















İnsan gördüğünün gerçekliğine inanmakta zorlanıyor. Teotihuacan yani Ay Tapınağı’nın tepesinde, sanki bilgisayarla yaratılmış gibi çok etkileyici, gerçek dışı bir görüntüye ulaşılıyor. Poyraza burada aradığı😃 Maya Hazinesinin sembolü olarak kuarstan yapılma bir taş aldık. ( Ne yazık ki dev bir elmas görünümünde olan bu taş bir müddettir kayıp, evde bir türlü bulamıyorum. Şeytan aldı götürdü... satamayıp getirsin lütfen!) 
Bu satırları yazdıktan aylar sonra buldum. İşte o taş! 
Bu sıra dışı görünüm içinde, düşsel görüntüyü tamamlayan ok ve yay satıcıları vardı.
Öğle yemeğimizi etnik kıyafetler içinde yerel halktan görevlilerin dans ettiği ve yemek servisi yaptığı bir restoranda yedik. Yemekte tel şehriye çorbası vardı. Fena değildi. İçine oldukça farklı tat veren bir baharat koyuyorlar.  Turşuları var ama çok acı. Yemekler genel olarak fena değil ama biraz acı ve baharatlı. Acı lezzeti seven birisi olarak bu benim hoşuma gidiyor ama Poyraz acıya alışık olmadığı için çok yiyemiyor.
Akşam otele dönünce ben biraz uyudum. O esnada Arkan ve Poyraz banyo yaptılar. Akşam yemeğini otelimizde yedik. Mısır çorbası ardından da içinde domuz salamı olan tavuk yemeği ikram edildi. Tavuk tamam ama domuz salamı ile pişince hem tadı hem kokusu nedeniyle lezzeti Türk ağız tadından uzaklaştırmış. Genelde tüm öğünlerde sofrada acı biber bulunuyor. Akşam yemeğinde de soğanla acı biber turşusu vardı. Bir de üzerindeki tavuk ve domuz salamı nedeniyle yeşilliği zor görülen bir salata. Bu gece masamızı Karayel Bey ve eşi Serpil Hanım ile paylaştık. Biri kuzeydoğudan esen Poyraz, diğeri kuzey batıdan esen Karayel ile aynı masada olmak çok keyifli.
Yemekten hemen sonra uyuduk.
Odamız fena değil. Banyodaki tüm tuvalet kağıdı ve havlular yelpaze formunda katlanmış, bana komik geldi. Klozetlerin son damla” bölgesi yok. O bölge kesik. Otelimizin adı El Ejecutive yani yönetici” Adresi Viena 8, Oda numaramız 1010
Burada 1 Euro 14 peso. 1 dolar ise 10-11 peso.  Pesonun işareti dolara benziyor sadece iki yerine tek çizgisi var. İlk alışverişimde bu işareti gördüğümde dehşete düştüm. Bir yanlışlık yapılıyor, peso yerine dolar karşılığı kartımdan çekiliyor zannettim, işin aslını anlayınca rahatladım. Burada her yer dolar kabul ediyor.
26 Aralık Salı 2006 (Mexico City )
Bu sabah kahvaltımızın ardından şehir turuna çıktık. Dün o kadar çok Çeliktepe, Sanayi Mahallesi kılıklı yer gördük ki biraz düzgün yeri var mı bu 20 milyonluk kentin diye düşünüyorum. Sabah Aztek kalıntılarını, Fridanın kocası Diego Riveranın muhteşem duvar resimleri ile süslü Başkanlık Sarayını, Çekirge Alanı anlamına gelen Çapıl Tepeki ve Yükselen Meryem Kilisesini gezdik.













Çok eskiden Mexico City su kanallarıyla dolu, adeta Venedik gibiymiş. Sonra ona bu bereketi veren Thitiulan Gölü kurutulmuş. Kuzeydoğusunda Teotihuacan, güneydoğusunda Maya, kuzeyinde Aztek uygarlıkları kurulmuş. 


Uygarlık denince Mexico Citynin gezilmezse olmaz dünyaca ünlü Antropoloji Müzesi de bugünün programındaydı. En başta binası çok retro, sizi anında yıllar yıllar ötesine ışınlıyor. Müzelerden sıkılan biriyseniz dahi önyargınızı bir kenara bırakın ve burayı gezin. Bayılacağınız yüzde yüz garanti edilir. 
Müzeyi gezerken Mexico Cityde Trisat Firması’nda çalışan Eyüp adlı bir Türk ile karşılaştık. 
Müzenin kendisi kadar restoranı da çok albenili. İnsanda tok olsa bile Böyle bir yerde en azından oturup bir şey içmek gerek” duygusu uyandırıyor. Biz de saat 16:00 olup hala öğle yemeği de yemediğimiz için bu güzel mekanın keyfini ve tadını doya doya çıkaralım dedik. Gruptan birkaç kişi daha bizim gibi turunu tamamlamış ve soluğu restoranda almıştı. Grubumuzdan 4 kişi 1500lü yıllarda İspanyadan göç eden Seferad Musevileri. Bu nedenle İspanyolca biliyorlar. Meksika'da İngilizce bilme oranı çok düşük. Yer yer onların tercümanlığına başvuruyoruz. İki günde Meksikalılarla ilgili çözdüğüm şey “çok yavaş” olmaları. Bu nedenle sipariş verirken garsona, Perla Hanımdan öğrendiğim süratli” sözünü kullanarak yani rapido” diyerek menüyü gösterdim. O da bana kulüp sandiviçi gösterdi. Bunun üzerine 1 tane sandviç ve içecek sipariş ettim. Ne kadar bekledim derseniz, mekanın güzelliğini gözüm görmeyecek kadar bekledim:Tam 45 dakika. Malum ben 45 dakika kulüp sandviç için bekledim diğerleri et siparişleri için 90 dakika bekleyip hala gelmeyince vazgeçip yemeden ayrıldılar. Yemeği masada görmek kadar hesabı ödemenin de ayrıca bir meşakkat olduğunu söylemeliyim.

Müzede yaşadığımız tecrübeden sonra Meksikalıların servis kalitesi onaylanmış oldu. Bu nedenle en iyisi tedbiri elden bırakmamak diyerek ertesi gün için azık stoğu yapmaya karar verdim. Otele dönüşte Poyraz ile yakında bir market bulup meyve, süt benzeri şeyler aldık. Gezimizin temposu o kadar yüksek ki öğünlerimiz düzenli değil. Bulduğumuz yemek molalarında da yemek yiyip yiyemeyeceğimiz bu servis hızıyla meçhul olduğu için ne olur ne olmaz diyerek gıda takviyesi yapmak yerinde olacak. Özellikle Poyraz için ana öğün saatleri kaysa bile besleyici ve pratik ara öğün malzemelerini el altında bulunduruyorum.
Akşam Mariachi yani sokak çalgıcılarını izlemeye gideceğiz. Fakat ben duş alırken Poyraz CN isimli bir çocuk kanalını seyrederken uyuyakaldı. Arkan gruptan Can ile dolaşmaya çıkmıştı. Yemek vakti döndü. Ben Poyraz ile otelde kaldım, gösteriye Arkan gitti. Benim için bol bol çekim yapmış, bir de şarkıcının imzalı CDsini almış. 















27 Aralık 2006 Çarşamba (Mexico City - Taxco)
İstikamet Frida Kahlonun baba evi olan Blue House yani Mavi Ev. Bugün ekibimize Ayşe Hanım’ın Amerikadan gelen oğlu Erol da katıldı. Rehberimiz dahil 26 kişi olduk. Şoförümüz Mario ve Meksikalı rehberimiz Oscar ile birlikte 28 kişiyiz. Müze ev tam 10:00da açılıyor. Biraz bekledik. Ev Çapıl Tepec bölgesinde. İsim bizim dilimizde çapulcuyu çağrıştırsa da tam tersine elit bir bölge.

Fridanın evi gerçekten çok güzel. Tasarımı, bahçedeki bitkileri, hele de renkleri göz alıcı. Selma Hayekin Fridayı oynadığı aynı adlı filmi seyrederken evin güzelliğinden çok etkilenmiştim. Şimdi canlı canlı görmenin keyfini çıkartıyorum. Evin hediyelik eşya dükkanından üzerinde Fridanın otoportresinin yer aldığı kolyelerden 3 tane aldım. Kendime, kardeşime ve arkadaşım Zuhale.
Fridanın evinin ardından Meksika Üniversitesinin üzeri mozaik ile kaplı kütüphane binasını görmeye gittik, daha doğrusu yolumuz üzerindeydi ve grubumuzun en yaşlı üyesi 86 yaşındaki Haluk Dedemizin tavsiyesi üzerine durup, inceleme fırsatı bulduk.
Artık Mexico Cityden ayrılıp Taxcoya ilerliyoruz. 2.5 saatlik yolun sonunda dolana dolana sanki gökyüzüne gidermişcesine, dağların arasından yükselen yolu izleyerek ulaştığımız Taxco, dünya güzeli bir kent. Çarpıldım, aşık oldum, bayıldım...
Mexico City - Taxco arası yol çok virajlıydı. Yol boyunca Arkan, ben ve Poyraz harici neredeyse herkesi yol tuttu. Kimi uyuklayarak, ayıla bayıla, söylenerek yolu geçirmeye çalıştı. Poyraz ise aksine araç her viraj aldığında savruldukça sanki bir lunaparktaymışçasına sevinç çığlıkları attı. Hatta keyfi o kadar tavan yaptı ki bir an herkesin duyacağı şekilde coşku içinde bağırdı. "Anne! Hayat bundan daha güzel olmaz!" Ben şok! 😊 Yok, sadece ben değil tüm otobüs, daha doğrusu Türkçe bilen herkes şok. O vakte kadar belki de içinden "Şuncacık çocuk böyle zorlu bir rotaya getirilir mi" diyenler özellikle duble şok! 

Şehir meydanındaki kilisede bir düğün törenine denk gelmek harikaydı. Düğünde resmen 500 yıl öncesinden 21. yüzyıla ışınlanmış gözüken bir amca vardı. Kafasında dev tüylerden oluşan bir başlık, elinde ise dev bir deniz kabuğu. Ara ara o kabuğu üflüyordu. Bu da törenin bir parçasıymış. Sanki düğün değil de bir festivalin içindeymiş gibi hissettiren görsellik, müzik, dans... 
( Tipik Meksika formunda olmasa da bölgenin renklerini yansıtan kuşağı ile bundan sonra başımda sıklıkla göreceğiniz güzel şapkam. Malum aylardan Aralık ama aslında yaz ayları ve şapkasız dolaşma imkanı yok. Zaten sıcak bir ülkeye şapkasız gelince ilk alacağınız şey de şapka oluyor. )  

Kentin merkezi Santa Priscine Kilisesinin olduğu meydan. Hose le Berde isimli bir zengin yaptırmış kiliseyi. Barok ötesi bir şaşaa. Ressam Gabreranın resimleri var içinde.

Kiliseyi gezip ardından tepedeki İsa Heykeline çıktık. Rio'daki meşhur İsa heykeli gibi bu da şehrin hakim noktasında. Bizim için olay İsa'dan ziyade, İsa'nın manzarası...ki görünce bu güzellik size derinden bir "Yüce İsa" dedirtiyor. 😃
Orta Amerika ve Güney Amerika renk kültürü olarak eşsiz. Gerek tekstil gerekse dekoratif ürünler, bizim gibi bu tür ürünler konusunda derya deniz olan kültürlerin torunlarının bile gözünü kamaştıracak seviyede. Üstelik fiyatlar çok makul. 
( Meksika'dan başlayarak Güney Amerika'nın ucuna kadar tüm kültürlerin kullandıkları renklerin ve desenlerin hastasıyım. )



Akşam kaldığımız Monte Taxco oteli muhteşem. Oda no:218
Akşam yemeğinde Ayşe Hanım ve oğlu Erol ile aynı masada oturduk. Poyraz masada uyuyakaldı. Arkan da yorgun hissediyor. Ben ise Taxconun ve ardından da otelin güzelliğiyle keyiflendim ve adeta enerji doldum. Poyraz’ı babasıyla birlikte bırakıp gruptan Lale ve oğlu Can ile otelin barında lafladık ve Meksika birası içtik.
Taxco gümüş ve ferforje işinde çok usta. Kentin ahşaptan yapılan kapıları üzerinde de çok güzel oymalar var.



28 Aralık 2006 Perşembe ( Taxco - Acapulco )
Saat 09:00 gibi otelden çıkıyoruz. Teleferik ile kente inip ardından da otobüse bineceğimiz yere geldik. Bugün Acapulcoya gidiyoruz. Şu anda sizin de aklınıza Aşk Gemisi”, Kaptan Stuping geliyor mu? ( Belki de Cem Yılmaz nedeniyle Ayzek) Acapulcoyu ilk o filmde duymuştum. Geminin yanaştığı limanlardan biriydi. 
Acapulcoya adım attığımız anda kemiklerimiz nihayet ısındı. Tam yazlık bir yer. Küçük bir çocukken duyduğum yerde olmak güzel. Öğle yemeğimizi otobüsümüzün durduğu yerin tam karşısında gördüğümüz Burger Kingde yedik. Ardından costero” denilen sahil bölgesinde biraz yürüyüş yaptık. Saat 15:30 -16:00 arası Otelimiz Irys Astoriaya geldik.  Odalar söylendiğine göre felaketmiş. Gerçekten de etraf bakımsız, pis. Havuza girmenin ise imkanı yok. Türkiye ve muhabir acentanın olduğu Cancun ofis arasında sayısız görüşme sonucu bize göreceli olarak kötünün iyisi” ana binadan odalar ayarlandı. 706 nolu odamız bulunduğu katta en köşede; büyük okyanusa bakıyor. Odanın pespayeliğine rağmen manzarasının güzelliği adeta herşeyi unutturuyor. Tüm bu oda karmaşasında yaklaşık 1 saati aşkın bir süre bahçede vakit geçirmek zorunda kalmıştık. Şimdi gördüğümüz manzaranın güzelliği keyfimizi yerine getirdi. Eminim otel ilk hizmete girdiğinde – 50 yıl öncesi olsa gerek!- çok popüler bir otel olmalı. Zira bu manzara gerçekten çok etkileyici. Fakat belli ki açıldığından beri en ufak bir yenileme yapılmamış, dolayısıyla yıpranmış ve kullanılan malzeme itibariyle çağ dışı kalmış. 

Ben oldum olası yerde özellikle de tuvalet ve banyoda alacalı bulacalı desenli taşlardan haz etmem. Ne kadar temizlesen de hep pis ve hijyen duygusundan uzak bir görüntüsü vardır. Burada da yerler öyle. Temizlik de iyi yapılmamış. Bu nedenle yerdeki tozlar terliklerimizle banyoya taşındı, duş alırken yerler ıslanınca da çamurlu bir görüntü oluştu. Su da aksine bir türlü ısınmadı. Aslan oğlum tüm bu olumsuzluklara rağmen babasıyla bir güzel duş aldı. Odamız o kadar olmasa da biz temizlenince ardından da balkonumuzdan manzarayı seyredince kendimize geldik.
Eşyalarımızı doğru dürüst yerleştirmeden Pasifik sularına adım atabilmek için Caleta denilen en yakın kıyıya gittik. 
Akşam oldu olacak. Yemek için ayrı bir yere  gidilecek, zamanımız az ama bugünü kaçırmaya niyetimiz yok. Dünkü otelimizin çok güzel bir havuzu vardı ama hem vakit yoktu hem de otel rakım olarak çok yüksek bir yerde olduğu için hava sıcaklığı havuza girmeye çok uygun değildi. Özellikle Poyraz havuzu görüp imrenmiş ben de Acapulcodaki otelde girebileceğini söylemiştim. Fakat otelin havuzu hem çok pis hem de beklerken epey zaman geçirip Poyraz’ın sabırsızlığı arttı. Bu nedenle 5 dakikalığına bile olsa onu suyla kavuşturmaya kararlıyız. Caleta sahili ana baba günü. Tüm bu kalabalığına rağmen manzara nefis. Yavaş yavaş günbatımı da yaklaşıyor. Havanın pembe kırmızılığı içinde gökyüzü ve kayalıklar, her şey çok etkileyici gözüküyor.
Odalarla ilgili sorundan sonra gönlümüzü alma amacıyla  akşam yemeği ikramı var. Zokolo isimli bir restoranda Muella adında bir yemek yedik. Bizdeki ortaya karışık” usulü Meksika yemekleri geldi. Güzeldi. 
Yemeğin ardından buranın meşhur atraksiyonu kaya atlayışını izlemeye gittik. 22:30daki atlayışı izledik. Bu gösteriler epey gerilim yaratan türden. Zira atlayışın yapıldığı yer uçurum gibi. Zamanında yaralanan, ölenler olmuş. Yani öyle tramplenden atlar gibi değil. Bu tür atlayışlar her gece epey turist çeken bir aktiviteymiş. Açıkcası daha önce hiç duymamıştım. 
Poyraz yolda uyuyunca bu sefer Arkan arabada nöbetçi kaldı. Aslında mariachi  gösterisine ben gidip atlayışı Arkan izlese daha münasip olurdu zira bana göre bu atlayışlar fazlasıyla "oğlan çocuğu" aktişvitesi. Zaten gördüğüm kadarıyla atlayanların tamamı erkek. 
Meksikada evliliğin resmi olması zorunlu, fakat mutlaka dini tören de yapılıyor. Yani evlilik için 2 tören yapılıyor. 20 yıl önce her ailede muhakkak 6-7 çocuk varmış. Şimdi en fazla 2 ya da 3 çocuk yapılıyor. 6 gün günde 8 saatlik çalışmanın sonucunda günlük gelir ortalama 4 dolar.
29 Aralık 2006 Cuma (Acapulco)
Otelimizde mülteci kampına benzeyen bir kalabalık ve mizansen içinde kahvaltı ettik. Etraf Pazar günlerinin Şile ya da Kilyos plajı kalabalığını bile aratan yoğunlukta otel konuğu ile dolu. Güya bir otelin kahvaltı salonu ama ortalıktaki insanların görünümü az önce polis tarafından yakalanıp açılan tırdan çıkarılan insan ticareti mağdurları gibi...Kahvaltı yapmak için boş masa bulmanın imkanı yok, nihayetinde bir Meksikalı çift ile masamızı paylaştık. Benim çatal bıçağım bir türlü gelmedi. Yemekte fasulye ve omlet var. Fakat yemeklerin görünümü ve sunumu eski Amerikan filmlerindeki hapishane yemekhanesi görüntüsünde. Kazanımsı bir kaptan kepçe ile tabağımıza şlap diye konuluyor. Dün yemek yediğimiz otelin ve servisin zarafeti ile kıyaslandığında bu tür bir tecrübeyi de yaşamak gerçekten çok hoş oldu. Açıkçası her ne kadar temiz bir otelde kalmak herkesin isteyeceği bir şey olsa da bir ülkeyi tüm yönleriyle görüyor olmaktan dolayı da mutluyum. Tamamen steril şeyler görmek değil zaten peşinde olduğumuz... Biz bu ülkeyi tanımaya geldik ve ortalama bir Meksikalının tatilini geçirdiği bir otelde olmak da gerçekten kayda değer bir tecrübe.


Meksikalılar çok güzel ve yakışıklı bir ırk değil. Selma Hayek gibi birisi çıkınca da zaten meşhur olması kaçınılmaz. O kadar garip, yağlı yemekler yiyorlar ki ! Bizim akşam yediğimiz etli, sulu, yağlı yemeklerin kahvaltıda da servis edildiğini görünce şaştım, kaldım. Tevekkeli boşuna dombili olmuyor bunlar! Hele de yumurtalı ekmeğin ardından toz şekere bulanarak ikram edilmesi yok mu, yazarken bile içim kalkıyor. Tek hoşluk meyveler ve meyve suları. Kavunlar, karpuzlar, papaya...

O gün saat 11:00de 3 saatlik bir tekne turuna katıldık. Bütün Acapulco Koyunu gezdik; ünlülerin evlerini gördük. Küçük bir adada demirledik. Arkan denize girdi; ben Poyraz ile teknede kaldım. Turun sonunda denize  girememenin acısını yanıbaşımızdaki transatlantik manzaralı koyda yaklaşık 3.5 saat geçirerek çıkardık. 

Sahildeki keyfimiz esnasında saçımı minik minik ördürdüm. İnanılmaz bir hızda 10 dakikada saçım boncuklu örgülerle doldu ve karşılığında da sadece 10 dolar verdim.
Sonra Costeroya gidip önce Mc Donalds yaptık ardından fotoğraf çekip alışveriş yaptık. Spagetti Houseda akşam yemeği yedik. Otobüse binip otelimize döndük.

Meksikada devlet hastanelerinin durumu çok iyi değil. Erkekler için ortalama ömür 60, kadınlar için 65. Açıkçası gördüğüm yeme alışkanlıkları ile bu kadar olması bile iyidir derim. 107 milyon nüfuslu ülkenin %20si başkent Mexico Cityde yaşıyor.
Meksikada da ABD de olduğu gibi eyaletler var. Mexico Cityden sonraki en büyük eyalet Gerera. Acapulco bu eyaletin başkenti. Tuxla da yine Gerera içinde. Gerera, bağımsızlık anlaşmasını imza eden ve Guadaloupeden sonra memleketin ikinci başkanlık görevini yürüten bir devlet adamı.
30 Aralık 2006 Cuma (  Mexico City - Guatemala)
Gece 24:00te yola çıktık. 05:15te Mexico Citydeydik. 10:00 uçağı ile Tuxlaya gideceğiz. Ayşe Teyzenin oğlu Erol bu noktada bizden ayrıldı. Rehberimiz Oscar ile de vedalaşma vaktimiz geldi. Oscar ile kaya atlayışı evvelinde otobüste sohbet etme fırsatı bulmuştum. Yemek sonrası herkes bir yerlere dağılmış, ben de uyuklamaya başlayan Poyraz’ı otobüse getirmiştim. Otobüste sadece şöför ve Oscar vardı. Bana listede 4.5 yaşında bir çocuk görünce önce Eyvah “ dediğini ama Poyraz’ın değme yetişkinlerden çok daha iyi bir gezgin olduğunu, hiç sıkıntı çekmediğini söyledi. Nasıl mutlu olduğumu anlatamam. Tabii ki bize de bir paye biçerek bizim de Poyraza gayet güzel göz kulak olduğumuzu, eşlik ettiğimizi söyledi. Bir iltifat da o anda yanımızda olmayan babamıza geldi. Oscara göre I have a good husband” yani “ İyi bir kocam var”.
Saat 11:00de Tuxladaydık. 11:30da bavullarımızı aldık. 11:45te bizi sınıra götürecek otobüse bindik. Saat 17:00den önce Guatemala sınırına ulaştık.
Meksika sınırında sadece daha önceden doldurup hazırladığımız re-entry visa formlarımıza damga vuruldu. 1 dakikayı aşmayan ve para da istenmeyen bu işlemden sonra tekrar otobüslerimize binip 1 km kadar daha gittik. Otobüsten indiğimiz noktadan itibaren Guatemala sınırına kadar yaklaşık 150-200 metre yürüdük ve sınırı yürüyerek geçtik. Burası o kadar ilginç bir yer ki! (Bu noktadan sonra yaklaşık 1 hafta boyunca aşağıdaki ülkelere gire çıka tekrar Meksika’ya döndük.
GUATEMALA-HONDURAS-GUATEMALA-BELİZE-MEKSİKA. 
Diğer ülkeler için bundan sonraki her Cuma blog yazılarımı takip edebilirsiniz.  
6 Ocak 2007 Cumartesi (Cancun-Chitzen Itza)
Gece 00:30da yani 6 ocak cumartesinin ilk saatinde Cancuna vardık. Poyraz’ı yatağına yatırıp okyanus kıyısındaki otelimizin gece olmasına rağmen çok ihtişamlı gözüken kumsalına koştuk. Önce denize ardından da havuza girdik. Su tüm yol yorgunluğumuzu aldı. Oda No: 612
Meksika ilginç bir ülke. Batı ve doğusundan denize kıyı. Batısı Büyük Okyanus, doğusu Atlas Okyanusu. Acapulcoda Büyük Okyanusa girmiştik. Bugün yüzdüğümüz ise Atlas Okyanusuydu. 10 gün arayla iki okyanusta yüzmek bana çok heyecan veriyor.
Odamızdan görülen deniz manzarası müthiş. Gece dalgaların sesi çok etkileyiciydi ve ışıklandırılma yapılan ince kumlu kumsal çok güzel görünüyordu. Fakat denizin kendisinin bu kadar güzel rengi olduğunu doğal olarak ancak gün ışığında anlayabildik.
Nefis bir kahvaltı menüsü var. Ben tortilla ekmeğine benzer, ekmek arasına peynir eritilip yarım ay  şeklinde kapatılmış ekmeklerden yedim. Bol bol da meyve tabii ki. Poyraz bir tarafta denizi bir tarafta havuzu görünce çıldırdı. Ne yazık ki beklemek zorunda. Zira bugün Mayo dediği Maya Uygarlığı günü! Tikal ve Copandan sonra en önemli üç yerleşimin üçüncüsü olan Chichen Itzayı görmeye gidiyoruz.
Rehberimiz Hayme ile 2 saat uzaklıktaki Yucatan eyaletindeki Chichen Itzaya gittik. Hayme bize Maya sözünün arkeologlar tarafından verildiğini, Kızıldereli kökenli bu sözün aydın, bilgili” anlamına geldiğini söyledi. Yoksa Mayalar 23 farklı grup, fakat dilleri  ve dinleri ortak. Her grup kendine farklı isim veriyor. Bizim gideceğimiz yer Itza adlı gruba ait.


Chi, ağız
Chen ise kuyu
Anlamına geliyor. Itza ise su büyücüsü demek.
Chichen Itza, su büyücülerinin kuyusunun ağzı anlamına geliyor.
Mayaların medeniyetinin dorukta olduğu dönem MÖ. 400 yy. 
Chichen Itza ise MS 600 yy.da yani zirve dönemden 1000 yıl sonra kurulmuş. Burası 8. yy.da Tolteks ( Meksikalı demek daha doğru ) işgaline  uğramış. Orta Meksikada o dönemde 18 farklı grup yaşamaktaymış. Dolayısıyla bu karışımla ortaya çıkan Maya ve Meksikalı karışımı yeni bir kültür ortaya çıkmış.
Chicken Itza, Kolomb gelmeden yaklaşık 140 yıl önce terkedilmiş. Birbiriyle savaşmaları sonucunda bu duruma düştükleri söyleniyor.
Meksikada bu seneye kadar 9 yıllık bir kuraklık varmış. Sadece Eylül ayından itibaren yağış olmuş. Ve Eylül-Aralık arası yağış son 2 yılda yağan yağıştan fazlaymış. Etraf yemyeşil. Nehirler ve yeraltı suları açısından bu bölge dünyanın en zengin alanı. Dolayısıyla da geçmişte kuraklık nedeniyle burayı terketmiş olabilecekleri tezi çok mantıklı değil.
Ormanları da yakıp yok ettikleri tezine Hayme katılmıyor. Tersine İngiltere, Fransa, Danimarka, Hollanda gibi ülkelerde önemli kentler 3 kere yıkılıp, yakılmış ve ağaç da hep buradan gitmiş. Hem gemi kayıtlarından bu çıkıyormuş hem de mahagoni, sedir gibi ağaçlar zaten Avrupada olmadığı için buradan gittiği anlaşılıyormuş. İngilizlerin Belizeyi bırakmamalarının nedenini ağaç olarak görüyor. Zaten bayrakları da tıpkı bu tezi doğrularcasına çok anlamlı.
Hayme bize büyükbabasından 14. yaşgününde dinlediği hikayeyi anlattı. Buna göre, yaratan düşünüp, hayal edip, dokunup, görebildiğimiz her şeyi yaratıyor ama bunlar ona yeterli gelmiyor
1.      Çamur ve kil kullanarak insanı yaratıyor. Fakat sel gelince insan eriyip yok oluyor.
2.      Bu sefer yaradan iki parça odun alıyor ve insanı yapıyor. Bu sefer de ateş onu yok ediyor.
3.      Yangın sonrası yaradan tek bir yerin yanmadığını görüyor. Burası yeşil bir mısır tarlasıdır. Orada 3 renk tohum görüyor. Beyaz, sarı ve mavi. Bunları eliyle ufalayıp toz haline getiriyor. Derken rüzgar esiyor ve tozları savuruyor. Sonra rüzgar terse dönüp tohumun fazlasını yaradanın suratına üflüyor. Yaradan ağzına kaçan tozları tükürüyor (mavi tohum tozu) Böylece 3 kez bu tükürüklü mısır tohumundan insan oluşur. Bu nedenle Mayalara Corn man / Corn People” yani mısır adamlar da denir. 
Orman, Mayalar için kutsaldır. Bu nedenle Hayme Mayaların ormanları yakıp
yokettikleri tezinin kesinlikle doğru olamayacağını söyledi.
Mayaların kutsal kitabının adı:Popul














Dünyada 5 temel dil var: Çin, Sanskritçe, Arapça, Maya ve Türkçenin içinde olduğFin
Takvimi de önce Sezar döneminde hazırlamışlar ama yanlış bir takvim. Sonra bugünkü takvimin kökeni olan Hint takvimi ortaya çıkmış. Fakat orada da yıl tam olarak hesaplanamıyor. Oysa Mayalıların takviminde 400 yılda dakikanın sadece kırkta biri kadar hata var. 1 yıl 365 gün dediğimiz bildiğimiz takvimin 4 yılda bir 24 saatlik bir şaşması olduğu için 4 yılda bir artık yıl yaşıyoruz. Oysa Mayalılar çok hassas bir takvim hazırlamışlar.
Maya takviminde dişli 3 çark var ve 52 yılda aynı hizaya geliyor. Bu onların döngüsü. Bu ilk takvim Almanyaya götürülmüş. Çalınmamış, alınmış diyor Hayme! Bu takvimin başı MÖ. 12 Ağustos 3113.
Bilinen en eski Maya yazısı da Belize de bulunmuş. Tarih MÖ. 2100.
Öğle yemeğini tur sonrasında Mayaland isimli nefis bir otelde yedik. Yemek öncesinde de ikisi annelerimize birisi de evimize olmak üzere 3 adet, üzerinde chilli peper deseni olan kaselerden aldık. ( Hala keyifle kullanıyorum. ) 

Poyraza da en nihayetinde istediği kristalden yapılmış piramiti (quartz) aldık. Böylece Mexico City ziyaretimiz esnasında aldığımız dev siyah taşa kardeş gelmiş oldu:) 
Bir de ahşaptan yapılmış uyuyan bir Meksikalı Amca heykeli aldık. Dev şapkasının altında uyuklayan Meksikalı figürü, özellikle çocukluğumuzun meşhur çizgi romanlarının vazgeçilmez karesiydi. Haliyle bu sevimli figüre her baktığımda gülümserim. 
Yemek sonrası 2 saatlik dönüş yolunda ben artık dayanamayıp uyudum. Poyraz da uyudu. Şu an saat 20:00. Poyraz hala uyuyor. Bugün Deniz çok dalgalı. Kırmızı bayrak asmışlar. Sadece kumsalda yürüyüp ayaklarımı ıslattım. Havuzda da iki tur yüzdüm. Copandan beri yazamamıştım. Günlüğümü yazıyorum.
Cancun 33 yıl önce kurulmuş bir tatil kenti. Bir tarafında okyanus , diğer tarafında da sazlıklı, yeşillikli Niçupta adında çok büyük bir göl var. Denizde köpekbalığı, gölde de timsah varmış. 
Yarın Havana uçağımız 14:00te. Saat 11:00e kadar vaktimiz var. Oğlumuzu en nihayetinde yarın sabah denize sokabileceğiz herhalde.
7 Ocak 2007 Pazar (Cancun)
Sabah babamız uyurken biz Poyraz ile önce kahvaltımızı yapıp ardından da kumsala indik. Kırmızı bayrak var yani hala tehlikeli. Kenarda dalgaların köpükleriyle oyalanalım derken az kalsın Atlas Okyanusu'nun Karayip Denizinde Kayıp Balık Nemo oluyorduk. Denizin vakumuna karşı koymak için dizimi öyle kuma saplamışım ki o minik kum taneciklerinin her biri o güç ve hız içinde adeta binlerce kırık cam parçası üzerine düşmüşüm gibi dizimi parçalamış. Bir an okyanusun Poyraz’ı elimden alıp yutuvereceğini hissettim ve denizle hele de okyanusla hiç şaka olmaz diyerek sakin sakin çocuk havuzunun yolunu tuttuk. Düşünün ki bu olay dalgaların gelgiti esnasında oyalanırken.kumsalda gerçekleşiyor. Fiilen denizin içinde bile değiliz. O masum gelgit, içinde o kadar büyük bir güç barındırıyor ki! Altınızdaki kum aniden çöküyor ve siz daha ne olduğunu anlamadan adeta deniz tarafından emiliyorsunuz. Kıssadan hisse siz siz olun kırmızı bayrak gördüğünüz kumsallarda kum üzerinde olacaksınız bile bunu denizin ulaşamayacağı mesafede yapın.
Havuza gittiğimizde bize babamız da katıldı. Poyraz, babası Amerikalı annesi Ukraynalı adeta su perisi gibi bir kız ile tanıştı. Adı:Saşa. Havuzda ve etrafındaki oyuncaklarla, çocuk eviyle epey oyalandılar.
Saat 11:00de Meksika ve Kuzey-Orta Amerika turumuzu tamamlayıp, bu renkli doğa ve kültüre veda ederek otobüsümüze bindik. Cancun havaalanı bizim bayram dönemi kalabalığımıza benzer bir yoğunluk yaşıyor. Tam ana baba günü. Check-in için neredeyse 1 saat kuyrukta bekledik ama bana söylenen 21 USD ayakbastı parası alınmayınca da bu kadar beklemenin tesellisi oldu. Saat 12:45te check-in işlemlerimizi tamamladık. Uçağımız saat 14:00te. Boarding time 13:15. Poyraza Burger King sözümüz var. Fakat o da ne! Orada da neredeyse 200 kişilik bir kuyruk var. Önce vazgeçtim ama sonra 1.5 saat sürecek yolculuğumuzda süre kısa olduğu için yemek olmayabileceğini gözeterek şansımı denemeye karar verdim. Zaten her yerde aynı kuyruk, yoğunluk var. Bekle bekle derken şükürler olsun bana sıra geldi ve 57 pesetalık çocuk menüsünden aldım. Tam ucu ucuna boarding zamanına yetiştim. Allahtan bu yemeği almışım zira uçakta sadece meyve suyu ve fıstık verildi. Mexico Cityden Tuxlaye Mexicana Havayolları Click ile uçmuştuk. Yine Click ile uçuyoruz. Havanaya vardığımızda saatlerimizi 1 saat ileriye ayarlayacağız. Dolayısıyla yerel saat ile 16:30da Havanadayız.
Bu büyülü seyahat ve büyüleyici Meksika, hayatımıza HBDGO'yu kattı.
Hayat
Bundan
Daha
Güzel
Olamaz!
Zihnimize kazınan olağanüstü anılar....Ve bu şahane Meksika gezimizden beraberimizde gelip yıllardır evimizin kıymetlileri olanlar... Örneğin ilki bir Aztek Güneş Taşı. Ne şahane bir figür. Koridorumuzda ikamet ediyor ve ortama ışık saçıyor. Diğeri açıkçası aradan geçen yıllar içinde zihnimin erozyonu nedeniyle Aztek mi beni Maya mı diye karıştırdığım bir figür. Banyomuzda yaşıyor. Sonuncusu ise evimize girer girmez gördüğüm ilk şey olan duvarda, beni eve her gelişimde karşılıyor. 


Özellikle bu parça çok kıymetli. Aslında bunu çok uzun yıllar önce, daha oğlum bile doğmamışken yaptığımız bir Hollanda seyahati esnasında çok şık bir mağazada, dünya tatlısı sahibi ile sohbet ederek almıştık. Mağazanın ismi, Fransızcada "muhit, çevre, arkadaş çevresi" anlamına gelen Entourage idi. Biz bu heykele daha görür görmek vurulduk. Mağaza sahibi, heykelin tipik bir Meksika figürü olduğunu, Mayalar zamanına dayanan bir dostluk simgesi olduğunu belirtince onu alıp evimize götürmek için dayanılmaz bir istek duyduk. Heykelin ortasındaki alana koyduğumuz mumu ise evimize gelen her arkadaşımızın şerefine yaktık. Biz Meksika'ya gitmeden yıllar önce evimize konuk olan heykeli anavatanında görmek bizi o kadar mutlu etti ki! 
                   

No comments:

Post a Comment