Nerden
başlasam, nasıl anlatsam... Küba… Viva!
Gezmek
isteyen, bir ucundan gezmeye başlayan ve müşkülpesentlerin dahi ortak hayali
olan ülkedeyiz. Eğer Orta Amerika seyahatimizi en başından beri okuyorsanız, tüm
seyahatin çıkış noktasının Che’nin Latin Amerika gezilerini anlatan Motosiklet
Günlükleri filmi olduğunu hatırlarsınız. İşin ilginç tarafı bende Orta Amerika özellikle
de Guatemala ve Meksika’yı radarıma almamı sağlayan bu olayda Che’nin esas çağrıştırıyor
ülkeyi yani Küba’yı hiç hesaba katmamıştım. O öyle bi’ başına Karayip Denizi
boyunca uzanınca sanki ona başka bir plan yapılmalı gibi düşünüyordum herhalde.
Küba hiç aklımda yokken bu seyahatin bonusu oldu; Belize de sürpriz yumurtası. 😊
Meğerse Meksika’dan Küba’ya geçmek ne kadar pratik ve ekonomikmiş.
Seyahat
notlarına geçmeden önce Küba üzerinde minik bir uçuş yapıp ülkeyi önce kuşbakışı
tanıyalım. Ardından da ülkenin en büyük havaalanı olan Havana’daki Jose Marti’ye
konup keşfimize başlayalım.
Nerede:
Orta
Amerika’da, Karayip Denizi’nde yer alan bir ada ülkesi olduğunu bilmeyen var mıdır
acaba? Kanımca dünyanın en bilinen ülkelerinden birisi ve de en çok gezilmek
istenen rotalar arasında ilklerde.
Hem
alan hem nüfus olarak Türkiye’nin yedide biri kadar.
Türkiye
ile arasında 8 saat zaman farkı var.
Başkent:
Havana,
Kübalıların söylemiyle Habana.
Kısa
Tarihçe:
Tarih,
1492’de Kolomb’un keşfi yani İspanyollar ile başlıyor. Bu durum Jose Marti (
Havana’daki uluslararası havaalanına adını veren) liderliğindeki Amerika desteği
alan bağımsızlık savaşına kadar devam eder ve İspanyollar sahneden çekilir.
Ne
yazık ki özgür olma sevdasındaki Küba aslında kendini bir tür şartlı tahliye
durumuna sokup Amerika’ya vesayet verir. Böylece tarihte yeni bir çekişme dönemi
başlar.
Fidel
Castro’nun 1956’da Amerika destekli Batista rejimine karşı çıkıp Ernesto “Che” Guevara
ile başlattığı gerilla savaşı 1959’da sonuç verir. Castro Başbakan, kardeşi
Raul ve Che de bakan olur. 1960’da tüm kurumlar devlet malı olarak ilan edilir;
yani komünizm dönemi başlar.
Filmlere
de konu olan Domuzlar Körfezi krizi 1961’de
Amerika ve Küba arasında diplomatik iletişim koptuktan sonra yaşanır.
Bir
diğer film konusu olay ise 1962’deki füze krizi ki Sovyetler ile Amerika arasındaki
soğuk savaşın en sıcak yıllarında epey gerilimli günlerin yaşandığı ve Türkiye’nin
de iki arada bir derede kaldığı bir zamandır.
Bu
gerginlik 2016’da Obama döneminde nihayet yerini yumuşamaya bırakır ve 88 yıl
sonra ülkeyi resmî olarak ziyarete gelen
ilk Amerikan başkanı olur.
Efsane
adam Castro, Kasım 2016’da 90 yaşında sahneden çekilir.
Yönetim
Biçimi:
Sosyalist
cumhuriyet ve mevcut başbakanı Raul Castro.
Dil:
İspanyolca
Din:
Laik
bir yapı olan ülkede resmi olarak belirtilen bir din yok. Bununla birlikte ağırlığı
Katolik olan %65 oranında bir Hristiyan nüfus var. %25 ateist bulunuyor.
Para:
Bakın
burası ilginç. Zira ülkede iki para birimi var. Biri vatandaşlar diğeri
misafirler için.😊 Zengin olduğu varsayılan turistler için kullanılan CUC,
vatandaşların kullandığı Küba pezosu yani CUP’un 25 katı. Bu da 1 doların dengi
bir değerde.
Vize:
Vize
gerekiyor. Elçilik, seyahat acentası ya da online olarak başvurabilirsiniz.
Zamanınıza
göre aşağıdaki önceliklendirmeyle yol alınabilir:
Havana,
Küba ruhunu ülkenin kalbinde yaşamak.
Trinidad
ülkenin keşfiyle yaşıt şehirde koloniyal döneme zamanda yolculuk.
Varadero,
mis gibi Karayip denizinin tadını çıkarmak.
Vinales, hem ülkenin kırsalını hem de dünyadaki
en klas puronun üretim yerlerini görmek,
Santa
Clara, Che’nin şehri olarak,
Bahia
de Cochoionos ve Playa Giron, dalış için.
Yeme
İçme
Et
olarak ne seçerseniz seçin ( ki adada domuz çok seviliyor) yanına diğer bölge ülkelerde
olduğu gibi siyah fasulye, pilav, salata, patates eşlik ediyor.
İçecek
olarak da şüphesiz başta rom, mohito, pinacolada
Tabii
ki Ernest Hemşngway’in Havana’daki favori mekanı Havana Floridita’da Daiquiri
Papa Hemingway içmek kendinizi mekanın sahibi hissetmek için birebir.
Bundan
sonrasında günlük notlarıma emanetsiniz.
SEYAHAT GÜNLÜĞÜ
Saat 11:00’de
Meksika ile Orta Amerika turumuzu tamamlayıp, bu renkli doğa ve kültüre veda
ederek otobüsümüze bindik. Cancun havaalanı bizim bayram dönemi kalabalığımıza
benzer bir yoğunluk yaşıyor. Tam ana baba günü. Check-in için
neredeyse 1 saat kuyrukta beklesek de bana söylenen 21 USD ayakbastı parası alınmaması
bu kadar beklemenin tesellisi oldu. Saat 12:45’te check-in işlemlerimizi tamamladık. Uçağımız
saat 14:00’te. Boarding
time 13:15. Poyraz’a Burger King sözümüz var. Fakat o da ne! Orada da neredeyse 200 kişilik
bir kuyruk var. Önce vazgeçtim ama sonra 1.5 saat sürecek yolculuğumuzda
süre kısa olduğu için yemek olmayabileceğini gözeterek şansımı
denemeye karar verdim. Zaten her yerde aynı kuyruk, yoğunluk var. Bekle bekle
derken şükürler olsun bana sıra geldi ve 57 pesetalık çocuk
menüsünden aldım. Tam ucu ucuna boarding zamanına yetiştik. Allahtan bu yemeği
almışım zira uçakta sadece meyve suyu ve fıstık verildi. Mexico City’den Tuxla’ya Mexicana Havayolları Click ile uçmuştuk.
Yine Click ile uçuyoruz. Havana’ya vardığımızda saatlerimizi 1 saat ileriye
ayarlayacağız. Dolayısıyla yerel saat ile
16:30’da Havana’dayız. Havaalanında
çok sevimli polis köpekleri var. Poyraz birini sevdi. Bir de
çocuklu ve engelliler için
ayrı kontuarlar var, çok etkilendim. 4 kıtada 40’tan fazla ülkeye gittim. En medeni bilinende bile böyle
ince düşünülmüş bir uygulamaya rastlamadım. Zira benim bırakın havaalanlarını özellikle
çocukları hedef alan başta Burger King, Mc Donalds gibi
restoranların hiçbirinde çocuklar için
ayrılmış bir kasa olmamasına da hep itirazım olmuştur. Tuvaletlerde çocuk lavabosu ve çocuk klozeti olmamasını hiç saymıyorum.
O ayrı bir mesele... (O dönem demek Türkiye’de Ikea açılmamıştı daha😊)
Bu
ince düşünceye rağmen 25 kişilik grubumuzun tamamının pasaport kontrolünden çıkması zaman aldı. Bir de zaten Cancun’dan ayrılırken
fazla ağırlık nedeniyle 75 USD para ödemek zorunda kalan Nuray Hanım’ın bu ödeme
nedeniyle daha da değerlenen bavulları bir türlü gelmeyince çıkışımız saat
18:00’i buldu. Bavulu bulan da ben oldum. Arkan ile Havana Hose Marti
Uluslararası Havaalanı önünde otobüsümüze binmeden önce hatıra
fotoğrafı çektirdik. Hoşbulduk Küba! Bir seyahatin her anı mı rüya gibi olur!
19:00’da
başlayan yemek hem midemizi hem de gözümüzü doyurdu. Çok, çok güzel. Kendimize
geldik diyebilirim. Gezmek çok harika ama siz de bizim gibi her
seyahat sonrası soluğu kebapçıda alanlardansanız neyi kastettiğimi
anlayabilirsiniz. Burada yemeklerin çeşitliliği, sunumu ve pişirme usulleri
bizim memlekete çok benziyor. Bu nedenle memlekete gelmiş gibi
olduk. Bir de
bugüne kadar programımızın yoğunluğundan ya doya doya yemek yeme fırsatı bulamamış
ya da yorgunluktan ne yediğimizi pek anlayamamıştık. Guatemala Flores’te balık yediğimiz akşam ile Honduras Copan’daki gece çok güzel olsa da bu kadar geniş, “seç&beğen”
tarzı gözümüzü de doyuran bir sunum yoktu.
Hele
de yemek salonundan çıkıp bara geldiğimizde bir orkestra Küba ezgilerini çalıp söylemeye başlayınca tam bir “kaymaklı kadayıf” durumu
yaşadık. Bunun üzerine ne denir: Viva Cuba!
8
Ocak 2007 Pazartesi
Yerel
rehberimiz Roxanne, kısaca Ru güzel bir kız. Saat 09:00’da otobüsümüze binip turumuza başladık. Miramar 1902 -1559 yılları arasında Amerikan kukla hükümeti döneminde
inşa edilen Florida kopyası evlerden oluşuyor. Bağımsızlık savaşı burada bölge ülkelerine
göre geç başlıyor ve 1868-1898 yılları arasında sürüyor. 1902’de Amerikan
gemisi bombalanınca Küba-Amerika-İspanya arasında yaşanan
gerginlikte Küba Amerikanın tarafını tutuyor ve ardından güya demokratik bir
rejime (kapitalist) kavuşuyor.
Miramar’dan sonra ırmağı
geçince Vedado isimli bir bölge var. “yasaklanmış” anlamına
geliyor.
Rehberimiz
filmlere de konu olmuş Nisan 1961’deki Domuzlar Körfezi krizini anlatıyor. En büyük
işgal gerçekleşiyor. 15 Nisan 1961’de Castro Sosyalist Devrimi resmi
olarak açıklıyor.
Yol
üzerinde ana mezarlığı görüyoruz. Burası dünyanın en büyük
açıkhava müzesi aynı zamanda. Ücretli bir mezarlık ve rehberli giriş yapılıyor.
Burada
turistler ayrı, halk ayrı para kullanıyor. Turist parasının adı Convertable
Cuba Pezosu yani CUP. 20 USD verip 16 pezo aldık. 50 Euro’ya da 57 CUP aldık. Yani çok değerli. Özetle Küba’da hayat turistler için çok pahalı.
Evlerde
insanlar para vermeden oturuyor, mülk sahibi olamıyorlar.
Havana’da bir park
var. Orada insanlar değiş tokuş etmek için evlerini tanıtıyorlar.
Üniversite eğitimi ve kitaplar bedava.
Sadece kaybeden ya da yıpratanlardan para isteniyor.
Mezarlık
sağımızda kalacak şekilde yolu devam edince Devrim Meydanı’na ulaşılıyor. 1953’te
yapılan meydanda, İspanyollara karşı özgürlük hareketini başlatan Hose Marti’nin
heykeli var. Anıt Marti’nin 100. Doğum yılı olan 1953’te yapılmış. Meydanda anıtın
tam karşısında eskiden Che^nin bir ofisini barındıran Endüstri
Bakanlığı’nın yerine şimdi İçişleri Bakanlığı’nın binası var. Bu binanın üzerinde
Alberto Corda’nın çektiği ve dünyada en fazla bilinen
fotoğraf olan Che’nin o meşhur fotoğrafı temel
alınarak hazırlanmış figuratif bir Che var. Dev boyutta, İstanbul’daki AKM
binasını kaplayacak gibi...
Anıta cephe durduğunuzda solunuzda Ulusal Kütüphane var. Kütüphane ve anıt arasında Castro’nun kardeşi Raul Castro’nun idaresindeki Devrim Ordusu’nun binası bulunuyor. Anıtın arkasında da parlemento binası yer alıyor.Parlemento ve anıt arasında Pentagon şeklinde bir müze var. Bakanlık binasına yakında Ulusal Tiyatro var.(Günlüğüme bir kroki bile çizmişim.)
Castro’nun
nerede yaşadığını hiçbir Kübalı bilmiyor.
Ulusal
Tiyatronun üst katında piyano bar, bodrum katında da Salsa Bar var.
1
Mayıslarda halk bu meydanda toplanıyor. 2 Aralık 2006’da bir tören yapmışlar ve bu meydanda 1.5 milyon insan toplanmış.
Ocak
1998’de de papa gelmiş. O tarihten sonra biraz dine karşı tolerans başlamış. Şimdi
25 Aralık’ta yani Christmas ertesinde dinler kutlanıyor.
1728’de Havana’da ilk üniversite kurulmuş. ( Hepsi Vedada alanında)
Havana
Libe Hotel (eski Hilton). Onun tam karşısında
Kopelya Dondurma Parkı var. Burası Strawberry ve Chocolate filminin çekildiği yer.
Hoseide Fernando’nun
bestesini yaptığı en ünlü Küba şarkısı olan Guantenamera şarkısında 1985’te ölen Hose Marti’nin yazdığı sözler de bulunur.
Küba
merkezini Haquades ağaçları (incir ailesinden) süslüyor.
Üniversitelerinin 1 ve 2. Yılında
muhakkak spor yapılıyor. Tıp fakülteleri de hep hastane içinde
eğitim veriyor. Küba’nın tıp özellikle de genetik alanında çok ünlü olduğunu
biliyor muydunuz?
Havana'da Atatürk heykeli bulunan bir park var. Üzerinde ünlü "Ya İstiklal Ya Ölüm!" sözü yazıyor; aklımızda ise hemen “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” sözü yankılanıyor. Etkilenmemek, duygulanmamak ne mümkün!
Eski Küba’da (Havana’da da) körfezin iki yanındaki Punto ve Morro Kaleleri’ni gezdik. Morro için denizin altından bir tünel var. Orada Poyraz’a Küba gezimizin ilk harcamasını yapıp bir çikolata aldım. 60 kuruşa... Arkan da rom aldı.
Ardından
eski Havana’ya, La Puntu civarına geldik. Katedral, Hemingway’in romanlarını yazdığı Andes Mundos
Oteli, belli başlı gezilecek yerler... Renkli
insanlar,
evler, sokaklar, her bir adımı bir fotoğraf karesi gibi görmemi sağlıyor. Orada
Carlos Manuel De Le Spedes ‘in yani
Hose Marti’den çok önce bağımsızlık hareketini başlatan vatanseverin
heykeli var. Karşısında eskiden kilise şimdi müze olan ve bahçesinde bir dilek ağacı olan bir yer var.
Çok
yorgunuz. 15:00’te otele dönüp havuza girdik. Saat 19:00’da başlayan nefis yemeğimizi
yedikten sonra saat 20:00 gibi tekrar şehre indik. Yemekten önce de Poyraz ile
otele yakın bir süpermarkete gidip alışveriş yaptık.
Aldıklarımız
arasında bezelyeli cips vardı. İlginç geldi. Çok lezzetli.
Akşam
Havana sokakları daha sakin fakat görüntüler muhteşem. Katedral Meydanı’nda
oturduk. Arkan buranın rom, nane ve limondan yapılan mohito isimli meşhur içeceğinden içti. Ben de bir kahve içtim.
Yani Cafe Americano. Artık Amerika’nın esamesi bile okunmayan bir ülkede bu
isimle bir kahve içmek ilginç.
Akşam
da püfür püfür bir triporter ile otele döndük. Giderken 10 dönerken 8 pezo
verdik. Triporter şöförü kız çok sevimliydi. Altın dişleri ile korsanı andırıyordu.
Poyraz
gezerken bana yorgun, mutlu ve pırıl pırıl gözleriyle bakarak “Sevgili Anne, Bu
gece seninle güzel güzel uyumak istiyorum” dedi. “Fakat unutma sakın” dediği için de bir not kağıdına dediğini yazdım.
9
Ocak 2007 Salı
Saat
09:00’da uyandık. 10:00’a kadar kahvaltı ettik. Rahat rahat eşyalarımızı toplayıp 12:15’te otelin servisi ile şehir merkezine gidip önce devrim müzesini gezdik.
10
Ekim 1868’te 1. Özgürlük Savaşı başlıyor ve 1886’da kölelik sona eriyor.
1819-1879 yılları arasında yaşayan Carlos Manuel de Cespedes Y Del Castillo ülkenin babası olarak kabul ediliyor.
1898’de
İspanya-Küba-Amerika arasında Emperyalist Savaşı başlıyor
Che
ve Camilo 1955 yılında Fidel ile tanışıyor.....
Müzedeki
kadın görevlinin file çoraplarına gözümüz takılıyor, gülümsüyoruz.
Bizde devlet memuru denince akla gelecek çağrışımla buradaki örnek o kadar
farklı ve renkli ki!
Müze
ile ülkenin tarihine yaptığımız derin dalışın ardından kendimizi tekrar gözalıcı
sokaklara bırakıp, dip bucak her yeri dolaştık.
Saat 17:00’yi
geçerken adeta Tapu Kadastro memuru gibi Havana’nın her yerini
hem gündüz hem de gece arşınlamış olarak otelimize döndük.
Arkan
barda hediye olarak aldığımız purosunu tüttürdü. Poyraz ile ben giderayak birşeyler
atıştırdık. 19:30’da tekerlek Hose Marti Havaalanı için
dönmeye başladı. Bagaj ve pasaport kontrol, gelişin aksine bu sefer çok erken
bitti. Saat 20:30 bile olmadan içerideydik. Uçağımız
23:30’da kalkacak. Şu anda bekliyoruz. Yaklaşık 9 saat uçuşun
ardından Madrid’e öğleden sonra 15:30’da varacağız.
Bir sonraki gün İstanbul uçağımız 08:30’da. Yine bir sabahın köründe seyahatimizin son gününe yelken açıyoruz. Sona yaklaştığımız için olsa gerek geride kalan 17 günün hatıraları hem dimağımda hem de damağımda eşsiz lezzetlerle kendini anımsatıyor. Darısı bir sonraki seyahatin başına.
Bu yazıyı hazırlarken buzdolabına baktım da tam 3 magnetimiz olmuş.
Şu soldaki süslüyü biz almıştık. Diğerleri ise bizden sonra gidenlerle gelenler. Her seyahatte hiç bir şey almasam da tek aldığım magnettir ve mümkünse bayrak formunda. Bu nedenle bana kendiliğinden bayrak formunda bir magnet hediye gelmesi de pek hoş olmuş. Gerçi magnet alırken bir başka dikkat ettiğim husus da malzemedir. Öncelikle ahşap ya da plastik bulmaya gayret ederim. Malum magnetin sonradan kırılıp dökülmeyeni, buzdolabı açılıp kapandıkça yerine sadık olanı, uzun ömürlüsü makbul. Oysa bayrak formunda olan seramikten, haliyle de başına bir hatta birkaç haller gelmiş, bir kaç tur yapıştırmışım. Gazi Magnet Ailesi:) mensubu olmuş kendileri.
Küba'dan evimize taşıdığımız kıymetli hatıralardan birisi de üzerinde Poyraz yazan bu toprak kolye. Mısır'daki toprak kolyelerin aksine fırınlanmış adeta briket gibi parçaların üzerine çalışıldığı için bu kolyeyi rahatça taktım. Hatta oğlumun doğum günleri ve anneler gününün resmi takısı haline gelmiştir kendileri:)
No comments:
Post a Comment