Friday 3 January 2020

KÜBA 🇨🇺 2007

Nerden başlasam, nasıl anlatsam... Küba… Viva!
Gezmek isteyen, bir ucundan gezmeye başlayan ve müşkülpesentlerin dahi ortak hayali olan ülkedeyiz. Eğer Orta Amerika seyahatimizi en başından beri okuyorsanız, tüm seyahatin çıkış noktasının Che’nin Latin Amerika gezilerini anlatan Motosiklet Günlükleri filmi olduğunu hatırlarsınız. İşin ilginç tarafı bende Orta Amerika özellikle de Guatemala ve Meksika’yı radarıma almamı sağlayan bu olayda Che’nin esas çağrıştırıyor ülkeyi yani Küba’yı hiç hesaba katmamıştım. O öyle bi’ başına Karayip Denizi boyunca uzanınca sanki ona başka bir plan yapılmalı gibi düşünüyordum herhalde. Küba hiç aklımda yokken bu seyahatin bonusu oldu; Belize de sürpriz yumurtası. 😊 Meğerse Meksika’dan Küba’ya geçmek ne kadar pratik ve ekonomikmiş.
Seyahat notlarına geçmeden önce Küba üzerinde minik bir uçuş yapıp ülkeyi önce kuşbakışı tanıyalım. Ardından da ülkenin en büyük havaalanı olan Havana’daki Jose Marti’ye konup keşfimize başlayalım.
Nerede:
Orta Amerika’da, Karayip Denizi’nde yer alan bir ada ülkesi olduğunu bilmeyen var mıdır acaba? Kanımca dünyanın en bilinen ülkelerinden birisi ve de en çok gezilmek istenen rotalar arasında ilklerde.
Hem alan hem nüfus olarak Türkiye’nin yedide biri kadar.
Türkiye ile arasında 8 saat zaman farkı var.
Başkent:
Havana, Kübalıların söylemiyle Habana.
Kısa Tarihçe:
Tarih, 1492’de Kolomb’un keşfi yani İspanyollar ile başlıyor. Bu durum Jose Marti ( Havana’daki uluslararası havaalanına adını veren) liderliğindeki Amerika desteği alan bağımsızlık savaşına kadar devam eder ve İspanyollar sahneden çekilir.
Ne yazık ki özgür olma sevdasındaki Küba aslında kendini bir tür şartlı tahliye durumuna sokup Amerika’ya vesayet verir. Böylece tarihte yeni bir çekişme dönemi başlar.
Fidel Castro’nun 1956’da Amerika destekli Batista rejimine karşı çıkıp Ernesto “Che” Guevara ile başlattığı gerilla savaşı 1959’da sonuç verir. Castro Başbakan, kardeşi Raul ve Che de bakan olur. 1960’da tüm kurumlar devlet malı olarak ilan edilir; yani komünizm dönemi başlar.
Filmlere de konu olan Domuzlar Körfezi krizi 1961’de Amerika ve Küba arasında diplomatik iletişim koptuktan sonra yaşanır.
Bir diğer film konusu olay ise 1962’deki füze krizi ki Sovyetler ile Amerika arasındaki soğuk savaşın en sıcak yıllarında epey gerilimli günlerin yaşandığı ve Türkiye’nin de iki arada bir derede kaldığı bir zamandır.
Bu gerginlik 2016’da Obama döneminde nihayet yerini yumuşamaya bırakır ve 88 yıl sonra ülkeyi resmî olarak ziyarete gelen  ilk Amerikan başkanı olur.
Efsane adam Castro, Kasım 2016’da 90 yaşında sahneden çekilir.
Yönetim Biçimi:
Sosyalist cumhuriyet ve mevcut başbakanı Raul Castro.
Dil:
İspanyolca
Din:
Laik bir yapı olan ülkede resmi olarak belirtilen bir din yok. Bununla birlikte ağırlığı Katolik olan %65 oranında bir Hristiyan nüfus var. %25 ateist bulunuyor.
Para:
Bakın burası ilginç. Zira ülkede iki para birimi var. Biri vatandaşlar diğeri misafirler için.😊 Zengin olduğu varsayılan turistler için kullanılan CUC, vatandaşların kullandığı Küba pezosu yani CUP’un 25 katı. Bu da 1 doların dengi bir değerde.
Vize:
Vize gerekiyor. Elçilik, seyahat acentası ya da online olarak başvurabilirsiniz.


Gezilecek Yerler:
Zamanınıza göre aşağıdaki önceliklendirmeyle yol alınabilir:
Havana, Küba ruhunu ülkenin kalbinde yaşamak.
Trinidad ülkenin keşfiyle yaşıt şehirde koloniyal döneme zamanda yolculuk.
Varadero, mis gibi Karayip denizinin tadını çıkarmak.
 Vinales, hem ülkenin kırsalını hem de dünyadaki en klas puronun üretim yerlerini görmek,
Santa Clara, Che’nin şehri olarak,
Bahia de Cochoionos ve Playa Giron, dalış için.
Yeme İçme
Et olarak ne seçerseniz seçin ( ki adada domuz çok seviliyor) yanına diğer bölge ülkelerde olduğu gibi siyah fasulye, pilav, salata, patates eşlik ediyor.
İçecek olarak da şüphesiz başta rom, mohito, pinacolada
Tabii ki Ernest Hemşngway’in Havana’daki favori mekanı Havana Floridita’da Daiquiri Papa Hemingway içmek kendinizi mekanın sahibi hissetmek için birebir.





Bundan sonrasında günlük notlarıma emanetsiniz.
SEYAHAT GÜNLÜĞÜ
 7 Ocak 2007 Pazar
Saat 11:00’de Meksika ile Orta Amerika turumuzu tamamlayıp, bu renkli doğa ve kültüre veda ederek otobüsümüze bindik. Cancun havaalanı bizim bayram dönemi kalabalığımıza benzer bir yoğunluk yaşıyor. Tam ana baba günü. Check-in için neredeyse 1 saat kuyrukta beklesek de bana söylenen 21 USD ayakbastı parası alınmaması bu kadar beklemenin tesellisi oldu. Saat 12:45’te check-in işlemlerimizi tamamladık. Uçağımız saat 14:00’te. Boarding time 13:15. Poyraza Burger King sözümüz var. Fakat o da ne! Orada da neredeyse 200 kişilik bir kuyruk var. Önce vazgeçtim ama sonra 1.5 saat sürecek yolculuğumuzda süre kısa olduğu için yemek olmayabileceğini gözeterek şansımı denemeye karar verdim. Zaten her yerde aynı kuyruk, yoğunluk var. Bekle bekle derken şükürler olsun bana sıra geldi ve 57 pesetalık çocuk menüsünden aldım. Tam ucu ucuna boarding zamanına yetiştik. Allahtan bu yemeği almışım zira uçakta sadece meyve suyu ve fıstık verildi. Mexico City’den Tuxla’ya Mexicana Havayolları Click ile uçmuştuk. Yine Click ile uçuyoruz. Havana’ya vardığımızda saatlerimizi 1 saat ileriye ayarlayacağız. Dolayısıyla yerel saat ile
16:30’da Havanadayız. Havaalanında çok sevimli polis köpekleri var. Poyraz birini sevdi. Bir de çocuklu ve engelliler için ayrı kontuarlar var, çok etkilendim. 4 kıtada 40’tan fazla ülkeye gittim. En medeni bilinende bile böyle ince düşünülmüş bir uygulamaya rastlamadım. Zira benim bırakın havaalanlarını özellikle çocukları hedef alan başta Burger King, Mc Donalds gibi restoranların hiçbirinde çocuklar için ayrılmış bir kasa olmamasına da hep itirazım olmuştur. Tuvaletlerde çocuk lavabosu ve çocuk klozeti olmamasını hiç saymıyorum. O ayrı bir mesele... (O dönem demek Türkiye’de Ikea açılmamıştı daha😊)
Bu ince düşünceye rağmen 25 kişilik grubumuzun tamamının pasaport kontrolünden çıkması zaman aldı. Bir de zaten Cancun’dan ayrılırken fazla ağırlık nedeniyle 75 USD para ödemek zorunda kalan Nuray Hanım’ın bu ödeme nedeniyle daha da değerlenen bavulları bir türlü gelmeyince çıkışımız saat 18:00’i buldu. Bavulu bulan da ben oldum. Arkan ile Havana Hose Marti Uluslararası Havaalanı önünde otobüsümüze binmeden önce hatıra fotoğrafı çektirdik. Hoşbulduk Küba! Bir seyahatin her anı mı rüya gibi olur!
Otelimizin adı Occidental Miramar. Oda no: 243 Odamız çok güzel. Manzaramız okyanus.
19:00’da başlayan yemek hem midemizi hem de gözümüzü doyurdu. Çok, çok güzel. Kendimize geldik diyebilirim. Gezmek çok harika ama siz de bizim gibi her seyahat sonrası soluğu kebapçıda alanlardansanız neyi kastettiğimi anlayabilirsiniz. Burada yemeklerin çeşitliliği, sunumu ve pişirme usulleri bizim memlekete çok benziyor. Bu nedenle memlekete gelmiş gibi
olduk. Bir de bugüne kadar programımızın yoğunluğundan ya doya doya yemek yeme fırsatı bulamamış ya da yorgunluktan ne yediğimizi pek anlayamamıştık. Guatemala Flores’te balık yediğimiz akşam ile Honduras Copan’daki gece çok güzel olsa da bu kadar geniş, “seç&beğen” tarzı gözümüzü de doyuran bir sunum yoktu.
Hele de yemek salonundan çıkıp bara geldiğimizde bir orkestra Küba ezgilerini çalıp söylemeye başlayınca tam bir “kaymaklı kadayıf” durumu yaşadık. Bunun üzerine ne denir: Viva Cuba!


Yemek sonrası dışarı çıkıp dolaşalım dedik.  Yolda bir çift bizimle puro satmak ve para bozmak için sohbete başladı. Almasak da bir puro hediye ettiler. Israr ya da rahatsız edici bir tavır kesinlikle yaşamadık. Burası Bali Adası’ndaki Nusa Dua Bölgesi gibi. Türkçe meali, turistler için ayrılmış rafine, özerk bölge olarak özetlenebilir. Diğer bir deyişle sadece oteller var ve bu nedenle de sokaklar çok sakin. Esas hayatın yaşandığı yer yaklaşık yarım saat ötede. Bu gece dinlenmeye ve yarın gece keşif yapmaya karar verdik.
8 Ocak 2007 Pazartesi
Yerel rehberimiz Roxanne, kısaca Ru güzel bir kız. Saat 09:00’da otobüsümüze binip turumuza başladık. Miramar 1902 -1559 yılları arasında Amerikan kukla hükümeti döneminde inşa edilen Florida kopyası evlerden oluşuyor. Bağımsızlık savaşı burada bölge ülkelerine göre geç başlıyor ve 1868-1898 yılları arasında sürüyor. 1902’de Amerikan gemisi bombalanınca Küba-Amerika-İspanya arasında yaşanan gerginlikte Küba Amerikanın tarafını tutuyor ve ardından güya demokratik bir rejime (kapitalist) kavuşuyor.
Miramar’dan sonra ırmağı geçince Vedado isimli bir bölge var. “yasaklanmış” anlamına geliyor.
Rehberimiz filmlere de konu olmuş Nisan 1961’deki Domuzlar Körfezi krizini anlatıyor. En büyük işgal gerçekleşiyor. 15 Nisan 1961’de Castro Sosyalist Devrimi resmi olarak açıklıyor.
Yol üzerinde ana mezarlığı görüyoruz. Burası dünyanın en büyük açıkhava müzesi aynı zamanda. Ücretli bir mezarlık ve rehberli giriş yapılıyor.
Burada turistler ayrı, halk ayrı para kullanıyor. Turist parasının adı Convertable Cuba Pezosu yani CUP. 20 USD verip 16 pezo aldık. 50 Euro’ya da 57 CUP aldık. Yani çok değerli. Özetle Küba’da hayat turistler için çok pahalı.
Evlerde insanlar para vermeden oturuyor, mülk sahibi olamıyorlar.
Kimse ev almıyor ya da satmıyor. Anlayacağınız emlakçılar yok.
Havana’da bir park var. Orada insanlar değiş tokuş etmek için evlerini tanıtıyorlar.
Üniversite eğitimi ve kitaplar bedava. Sadece kaybeden ya da yıpratanlardan para isteniyor.

Mezarlık sağımızda kalacak şekilde yolu devam edince Devrim Meydanı’na ulaşılıyor. 1953’te yapılan meydanda, İspanyollara karşı özgürlük hareketini başlatan Hose Marti’nin heykeli var. Anıt Marti’nin 100. Doğum yılı olan 1953’te yapılmış. Meydanda anıtın tam karşısında eskiden Che^nin bir ofisini barındıran Endüstri Bakanlığı’nın yerine şimdi İçişleri Bakanlığı’nın binası var. Bu binanın üzerinde Alberto Corda’nın çektiği ve dünyada en fazla bilinen fotoğraf olan Che’nin o meşhur fotoğrafı temel alınarak hazırlanmış figuratif bir Che var. Dev boyutta, İstanbul’daki AKM binasını kaplayacak gibi... 











Anıta cephe durduğunuzda solunuzda Ulusal Kütüphane var. Kütüphane ve anıt arasında Castro’nun kardeşi Raul Castro’nun idaresindeki Devrim Ordusu’nun binası bulunuyor. Anıtın arkasında da parlemento binası yer alıyor.Parlemento ve anıt arasında Pentagon şeklinde bir müze var. Bakanlık binasına yakında Ulusal Tiyatro var.(Günlüğüme bir kroki bile çizmişim.)
Castro’nun nerede yaşadığını hiçbir Kübalı bilmiyor.
Ulusal Tiyatronun üst katında piyano bar, bodrum katında da Salsa Bar var.
1 Mayıslarda halk bu meydanda toplanıyor. 2 Aralık 2006’da bir tören yapmışlar  ve bu meydanda 1.5 milyon insan toplanmış.
Ocak 1998’de de papa gelmiş. O tarihten sonra biraz dine karşı tolerans başlamış. Şimdi 25 Aralık’ta yani Christmas ertesinde dinler kutlanıyor.
1728’de Havana’da ilk üniversite kurulmuş. ( Hepsi Vedada alanında)
Havana Libe Hotel (eski Hilton). Onun  tam karşısında Kopelya Dondurma Parkı var. Burası Strawberry ve Chocolate filminin çekildiği yer.
Hoseide Fernando’nun bestesini yaptığı en ünlü Küba şarkısı olan Guantenamera şarkısında 1985’te ölen Hose Marti’nin yazdığı sözler de bulunur.
Küba merkezini Haquades ağaçları (incir ailesinden) süslüyor.
Üniversitelerinin 1 ve 2. Yılında muhakkak spor yapılıyor. Tıp fakülteleri de hep hastane içinde eğitim veriyor. Küba’nın tıp özellikle de genetik alanında çok ünlü olduğunu biliyor muydunuz?
Havana'da Atatürk heykeli bulunan bir park var. Üzerinde ünlü "Ya İstiklal Ya Ölüm!" sözü yazıyor; aklımızda ise hemen “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” sözü yankılanıyor.  Etkilenmemek, duygulanmamak ne mümkün! 















Eski Küba’da (Havanada da) körfezin iki yanındaki Punto ve Morro Kaleleri’ni gezdik. Morro için denizin altından bir tünel var. Orada Poyraz’a Küba gezimizin ilk harcamasını yapıp bir çikolata aldım. 60 kuruşa... Arkan da rom aldı.

Ardından eski Havana’ya, La Puntu civarına geldik. Katedral, Hemingway’in romanlarını yazdığı Andes Mundos Oteli, belli başlı gezilecek yerler... Renkli insanlar,
evler, sokaklar, her bir adımı bir fotoğraf karesi gibi görmemi sağlıyor. Orada Carlos Manuel De Le Spedes ‘in yani Hose Marti’den çok önce bağımsızlık hareketini başlatan vatanseverin heykeli var. Karşısında eskiden kilise şimdi müze olan ve bahçesinde bir dilek ağacı olan bir yer var.
Çok yorgunuz. 15:00’te otele dönüp havuza girdik. Saat 19:00’da başlayan nefis yemeğimizi yedikten sonra saat 20:00 gibi tekrar şehre indik. Yemekten önce de Poyraz ile otele yakın bir süpermarkete gidip alışveriş yaptık.
Aldıklarımız arasında bezelyeli cips vardı. İlginç geldi. Çok lezzetli.
Akşam Havana sokakları daha sakin fakat görüntüler muhteşem. Katedral Meydanı’nda oturduk. Arkan buranın rom, nane ve limondan yapılan mohito isimli meşhur içeceğinden içti. Ben de bir kahve içtim. Yani Cafe Americano. Artık Amerika’nın esamesi bile okunmayan bir ülkede bu isimle bir kahve içmek ilginç.
Akşam da püfür püfür bir triporter ile otele döndük. Giderken 10 dönerken 8 pezo verdik. Triporter şöförü kız çok sevimliydi. Altın dişleri ile korsanı andırıyordu.
Poyraz gezerken bana yorgun, mutlu ve pırıl pırıl gözleriyle bakarak “Sevgili Anne, Bu gece seninle güzel güzel uyumak istiyorum” dedi. “Fakat unutma sakın” dediği için de bir not kağıdına dediğini yazdım.
9 Ocak 2007 Salı
Saat 09:00’da uyandık. 10:00’a kadar kahvaltı ettik. Rahat rahat eşyalarımızı toplayıp 12:15’te otelin servisi ile şehir merkezine gidip önce devrim müzesini gezdik.
10 Ekim 1868’te 1. Özgürlük Savaşı başlıyor ve 1886’da kölelik sona eriyor. 1819-1879 yılları arasında yaşayan Carlos Manuel de Cespedes Y Del Castillo ülkenin babası olarak kabul ediliyor.
1898’de İspanya-Küba-Amerika arasında Emperyalist Savaşı başlıyor
Che ve Camilo 1955 yılında Fidel ile tanışıyor.....
Müzedeki kadın görevlinin file çoraplarına gözümüz takılıyor, gülümsüyoruz. Bizde devlet memuru denince akla gelecek çağrışımla buradaki örnek o kadar farklı ve renkli ki!
Müze ile ülkenin tarihine yaptığımız derin dalışın ardından kendimizi tekrar gözalıcı sokaklara bırakıp, dip bucak her yeri dolaştık.


Saat 17:00’yi geçerken adeta Tapu Kadastro memuru gibi Havana’nın her yerini hem gündüz hem de gece arşınlamış olarak otelimize döndük.
Arkan barda hediye olarak aldığımız purosunu tüttürdü. Poyraz ile ben giderayak birşeyler atıştırdık. 19:30’da tekerlek Hose Marti Havaalanı için dönmeye başladı. Bagaj ve pasaport kontrol, gelişin aksine bu sefer çok erken bitti. Saat 20:30 bile olmadan içerideydik. Uçağımız 23:30’da kalkacak. Şu anda bekliyoruz. Yaklaşık 9 saat uçuşun ardından Madrid’e öğleden sonra 15:30’da varacağız. 

Bir sonraki gün İstanbul uçağımız 08:30’da. Yine bir sabahın köründe seyahatimizin son gününe yelken açıyoruz. Sona yaklaştığımız için olsa gerek geride kalan 17 günün hatıraları hem dimağımda hem de damağımda eşsiz lezzetlerle kendini anımsatıyor.  Darısı bir sonraki seyahatin başına.
Bu yazıyı hazırlarken buzdolabına baktım da tam 3 magnetimiz olmuş. 
Şu soldaki süslüyü biz almıştık. Diğerleri ise bizden sonra gidenlerle gelenler. Her seyahatte hiç bir şey almasam da tek aldığım magnettir ve mümkünse bayrak formunda. Bu nedenle bana kendiliğinden bayrak formunda bir magnet hediye gelmesi de pek hoş olmuş. Gerçi magnet alırken bir başka dikkat ettiğim husus da malzemedir. Öncelikle ahşap ya da plastik bulmaya gayret ederim. Malum magnetin sonradan kırılıp dökülmeyeni, buzdolabı açılıp kapandıkça yerine sadık olanı, uzun ömürlüsü makbul. Oysa bayrak formunda olan seramikten, haliyle de başına bir hatta birkaç haller gelmiş, bir kaç tur yapıştırmışım. Gazi Magnet Ailesi:) mensubu olmuş kendileri. 
Küba'dan evimize taşıdığımız kıymetli hatıralardan birisi de üzerinde Poyraz yazan bu toprak kolye. Mısır'daki toprak kolyelerin aksine fırınlanmış adeta briket gibi parçaların üzerine çalışıldığı için bu kolyeyi rahatça taktım. Hatta oğlumun doğum günleri ve anneler gününün resmi takısı haline gelmiştir kendileri:) 



No comments:

Post a Comment